çalar saat

…o da demiş ki “E Beyefendi, çalar saat koymayacaktım da ya ne koyacaktım!”

Geçen gün yazacağız dedik, kaçış yok, yazacağız. Başlıkları tekrar alıp, bunların hepsini bir paragrafta kullanalım bakalım:

Türev, African Queen, aptal GO (Georges Perec niye böyle bir şey yapmış ki hem?), aptal Cryptonomicon (ve tabii ki gerizekalı Neal Stephenson)

Geçtiğimiz haftasonu Bengü’yle African Queen‘i ve Türev‘i seyrettik. Audrey Hepburn’ü severim, Catherine Hepburn’ü pek tanımam (öyle -merhaba -merhaba..) ama tipinden midir nedir, pek sevmem, itici bulurum, Humphrey Bogart’ı severim tabii ki, babadır (az evvel youtube’den izlemekte olduğum Burzum‘u kapatıp, winamp’te Imogen Heap’ciğimi başlattım. Alakasız ama söylemeden edemedim işte 8). African Queen, tam da hiç beklemediğiniz şekilde olduğu için çarpıveriyor sizi. “Dear, what’s your name?..” filan.. Eskilerin tabiriyle keyifli bir seyirlikti efendim… Geçen akşam da (Pazar), Türev’i izledik meraktan. Acaip öğrenci işi başladı, konu acaip bilindik, yeni hiçbir şey yok derken, iki tane twist atıverdi Ulaş İnan İnanç, ters köşeye yatmasak da, yine böyle bir aparkat (uppercut) beklemediğimizden, takdir ettik. Ayrıca, Beste Bereket (fena halde Özgğ Namal’ı hatırlatıyor 8P )hakikaten konuşturuyordu filmde, Bengü’yle ben kendisine aldığı ödülü helal ettik, içi rahat olsun. Süreyya rolündeki Gülçin Şantırcıoğlu ne kadar da Ceyda Düvenci’ye benziyordu, değil mi! Nazım rolündeki Güçlü Yalçıner’i ise nereden gözümüz ısırıyor diye düşünmelerdeyken, Bengü hatırlayıverdi: Küçük kızlı öpücüklü Arko reklamı! Yani biz öyle zannediyoruz. Hazırından şuraya videoyu kondurayım da, youtube testimizi de yapmış olalım (object-param-embed tag’lerine izni bugün açtım da, inşallah sakata gelmiyoruzdur..):

Şimdi kalan başlıklara baktım. “Aptal GO, aptal Cryptonomicon ve tabii ki gerizekalı Neal Stephenson” demişiz, açasım yok ama biraz kapağı kaldırayım, elbet bir gün daha detaylı söylerim.

Go, kendi halinde kalmayı başarabilse, zerre kadar tınmayacağım bir oyun. Ama şimdiye kadar Go oynayıp da normal olan bir Allahın kulunu tanımadım. Allahım, niyeyse hepsi Zen’in taa ucuna gitmiş, tantrik sekse çok yakın (dirsek temasında) duran, aşmış, uçmuş, yemiş bitirmiş insanlar oluveriyor. Aaa, tabii canım, ben de biliyorum “Go’nun hayatın ta kendisi olduğunu, her Go oyuncusunun les unique bir stili olmak zorunda olduğunu..” Bunlar kendi aralarında böyle bir komite olsalar, kendi naturel habitatları içerisinde üreyip türeyip gitseler diyeceğim hiçbir şey olmaz, olamaz. Ama illa ki satranca giydirmiyorlar mı, işte o noktada softball sopamı alıp kafacıklarını kırasım geliyor. Ben çok mu seviyorum satrancı? Hayır. Çok mu iyi oynuyorum? Hayır again. Ama sataşılmasına illet oluyorum. Bu tipleri bir de Linux dünyasında bulabilirsiniz. Yahu, Linux iyidir, felsefesi güzeldir, şudur budur ama ben kullanırım, kullanmam, sana ne? Sen Linux’u anti-Windows diye mi kullanıyorsun? Ben şahsen Windows’u anti-Linux olduğu için kullanan kimseyi tanımıyorum (bir ara bu yolda emin adımlarla ilerlesem de artık yaşlandım). Adamların amacı dünyayı kurtarmak! Bırak dağınık kalsın. Linux yükselecek, Windows sülükleri ezilecek! Bu mudur engin hayalgücün? Senden gelecek Linux benden uzak olsun.. 8) Demek istediğimi anlatabilmişimdir sanırım. Löker geçenlerde tam da bu minvalde güzel bir yazı yazmıştı, isteyen buradan buyursun okusun.

Bu sorunlar nereden geldi aklıma? Önce Türev’deki Tuğra Kaftancıoğlu tam da bu tipteki eski bir tanıdığımı hatırlattı bana, ardından Murakami’nin Hard-Boiled Wonderland’inde şifreleme mantığı, pulp neuromancy filan pek de zügel anlatılınca aklıma Neal Stephenson’ın bütün iyi niyetimle üç kere okumaya teşebbüs edip de, bir türlü ilerleyemeyip sıkıntıdan bırakadurduğum kitabı Cryptonomicon geldi. Diyeceğim şudur ki: -özellikle siz sevgili bayanlar- yanınıza böyle birileri gelip yok Go şöyledir, böyledir, efenim işte bilgisayarlar aslında bizim yansımalarımızın bir odaktan süzülüp bambaşka bir paralel evrende oluşturulan tözümüzdür diye ötmeye başlarsa bilin ki bu kişiler yalnızdırlar ve tek düşünceleri sizinle intercourse haline geçebilmektir. (intercourse hakikaten de hayvani bir deyiş. Dikkatimi ilk Murakami çekti[We returned to the hotel and had intercourse. I like that word intercourse. It poses only a limited range of possibilities], WSC’de olması lazım – WSC’yi de dün akşam bitirdim, şimdi Murakami’ye 2-3 kitaplık bir ara verdim, Franny and Zooey‘i 10 yılın ardından tekrar okumalardayım- dün de tesadüf eser Scrubs’ta Eliot Sean’a kullanıyordu bu sözcüğü ve bu anlamda [1×21 :: My Sacrificial Clam -We cannot have intercourse tonight. – Stop calling it that. 8)

Georges Perec’e gelince, ona da İncelikli Go Sanatını Keşfetmeye Çağıran Küçük Kitap (Jacques Roubaud / Pierre Lusson / George Perec)’tan ötürü giydirecektim ama kıyamadım. Bir dahaki sefere affetmem lakin, bu da böyle biline!

Hamiş: Acaba ben de Hande gibi Grumpy Old Woman kategorisi mi yapsam? 8P

“çalar saat” için 2 yorum

  1. Yanak — Küçük kızın ilk defa numaradan oyuncağını yere atmaasından sonra babasına yanağını uzatışına bayılıyorum.

Mustafa Ozturk için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir