Havadisler, sorunlar, dertler, tasalar

Oliver Sacks’in ‘Renkkörleri Adası’nda doktor, bir yerli ile karşılaşır, tanışırlar. Ayrılırken yerli doktora “Sizi yarın hatırlamayacağım ama tanışmak güzeldi, umarım yine tanışırız..” der. Hastalığın adı sanırım litiko-bodig idi (şimdi araştırıp geri döndüm de, litiko bodig, Parkinson ile dementia’nın birleşimi imiş – dementia’dan Alzheimer’a, oradan da amneziye gidiliyor bizim durumumuzda). Bu, çok garip gelmişti. Yani, insanın psikolojik olarak bir rahatsızlığının olduğunun bilincinde olması. Başka bir örnek olarak CD’lerden korktuğunuzu varsayalım – bu fobiniz dışında tamamıyla rasyonel bir insansınız. CD’lerden size bir zarar gelmeyeceğini çok iyi biliyorsunuz ama yine de korkunuza engel olamıyorsunuz. Benim de bir süredir böylesi bir rahatsızlığım var: Aklıma gelen bir şeyi bulamıyorsam, bulana kadar aklımdan çıkartamıyorum. Böylesi bir takıntı. Sürekli o aradığım şeye odaklanmış halde, bütün odaları arıyorum, nereye düşmüş ya da kaldırılmış olduğunu tahmin etmeye çalışıyorum. Tamamıyla bana yararsız olsa bile, mutlaka bulmak zorunda olduğumu hissediyorum (buna örnek olarak birkaç ay önce bir dosya çekmek için arşiv cd’mi bulamayışım verilebilir – sonuçta, arşiv cd’sinden bir yedek almıştım ve elimde bu yedek vardı, yani istediğim bütün dosyalar elimdeydi, ayrıca istersem, bu yedeğin bir yedeğini çıkartabilirdim, sonuçta eğer arşiv cd’si kaybolmuşsa bile zararım en fazla 30 kuruş ve 3-4 dakika olacaktı. Ama kestirip atamadım, o CD’yi bulmalıydım! Bulmalıydım!).

Bir hafta kadar evvel, cep telefonunun şarj cihazını bulamadım, Bengü’ye sordum, o da en son benim okula götürdüğümü hatırladığını söyledi. Okulda baktım, evde baktım, bulamadım. Bu aramalarımın sıklığı ve şiddeti giderek arttı, nitekim dün vaktimin büyük bir kısmını en olmayacak yerlerde bile şarj cihazını aramakla geçirdim. Sonuçta bir şarj cihazı, ne olacak ki? Cüzi bir paraya satın alınabilir – ama Bengü’ye de itiraf ettiğim gibi, “Yeni bir şarj cihazı 10 lira olsun, ben, yeni bir tane almak yerine, eskisinin nerede olduğunu bilmek için 20 lira verebilirim”. Böyle bir takıntı. Beynimin bir kısmı “Nerede? Nerede o?” diye diye yana yakıla aradığım şeye kilitlenmişken, çaresiz bir kısmı, bitkin bezgin ve sıkılgan bir sesle “Yahu ne önemi var, alt tarafı bir şarj cihazı / zaten yedeği elimizde olan bir cd / aptal bir kalem / artık içindeki bilgiye gerek kalmamış bir dergi nüshası…” diye fısıldıyor. Ama yapacak bir şey yok – ileride bu türden başka arazların çıkmamasını ümit etmekten başka. Yoksa sonumuz çöp evler!..

Gelelim, bu haftabaşınızı karartacak ikinci konuya: Bengü’nün işte kullandığı bilgisayarında bir sorun vardı, ona bakmak üzere bu sabah birlikte işine gittik. Biz biraz erken gelmiştik, ben bilgisayara bakarken oda arkadaşları da yavaş yavaş gelmeye başladı. Bir anda aşağıdan aşağıdan mezdeke benzeri korkunç bir ses kulağıma erişmeye girişti. Sonrasında da daha korkunç seslerle eziyete devam edildi.

Şimdi iyi haber: Bunları fütursuzca çalan bayan, bir yandan da şikayet ediyordu müdürlerinin yüksek sesle ‘müzik’ çalmalarını yasakladığından ötürü. Hatta kulaklıkla dinlenmesi gerekiyormuş aslında ama bu kadarcık sesin herhalde kimseye bir zararı dokunmazmış.

Bir düşünün: bu, iyi hali! Bu nasıl bir eziyettir! Sonuçta gerek Bengü, gerek Hande yıllardır söyler durur ya, “İş ortamı”, ben bugün onu fark ettim. İnsanları takım elbise giymeye zorlayınca iş bitmiyor. İnsanlar kitap okumuyor, düşünmüyor. Çok ama çok korkunç. Sonuçta, kapalı ortamlarda kaygısızca sigara içenlerden bahsediyoruz, çocuğuna bağıranlardan, toplu taşıma araçlarında yer vermeyenlerden, kulaklıklarındaki müziği sonuna kadar açanlardan, yere çöp atanlardan, bütün parkları ay çekirdeği kabuklarına boğanlardan (bunlardan Ankara’da o kadar çok var ki – anladığım kadarıyla Ankaralıların temel gıda maddesi), küfür edenlerden. Hiçbir şey okumayıp, araştırmayıp, her konuda fikir yürütebileceğini sananlar var bir de. Şu deprem sonrasında herkes nasıl da artçıl depremlerin şiddetini tahmin ediyordu. Adam Türkiye’nin tarihini bilmez, milliyetçi kesilir, Osmanlı tarihini bilmez, eski sisteme dönmek ister, Kuran-ı Kerim’i bilmez şeriat ister, Nutuk’u okumamıştır, Atatürkçüyüm der, hiçbir kitap okumaz, şiir yazdığını söyler. Beni en çok bu ahkamcılar hayattan soğutuyor. Her konuda söyleyecek bir şeyler var, referans yok. Internet var tabii, en temel kaynak, bilgi hazinesi. Internet yok efendim. Yazıp küfredince olmuyor. Sonuçta insanlar boşuna okuyor, eğitim alıyorlar, siz her şeyi zaten biliyorsunuz. Eğitim şart! Ama onu da biliyorsunuz zaten, televizyonda görmüşsünüzdür.

Evet, normalde tümüyle ilgisiz (ignorant) olan ben bile böyle bir yazıyı yazdığıma göre, gidişat pek de hayırlı değil ey ahali! Eh, haftabaşı zehrimi kustuğuma göre, güzel bir haftaya başlayabilirim. Allah, çoğunluğun kazmalardan mürekkep olduğu ortamlarda çalışan bütün kader kurbanlarına sabır eylesin. Amin.

“Havadisler, sorunlar, dertler, tasalar” için 19 yorum

  1. Hrrr!!! — Ya o çocuğuna bağıranları dövesim geliyor benim de arada bir…ama sakin olmak lazım, öfkeye mahal yok; sakin, sakin… Bir de o okumadan ukalalık yapanlar var, evet evet onları da kesmek lazım…ama sevgi ile. Canlarını yakmadan…

  2. Duyarsızlık — Gün içinde meydana olay/olaylardan bahsedeyim. İlki üniversitede. Dersin başlamasına on dakika kala, şimdiye kadar sevemediğim kantine ulaştım. Kalan zamanda bir şeyler atıştırıp derste canlılığımı yitirmemek gibi bir düşüncem vardı. Neyseki her zaman olduğu üzere kantindeki görevlilerle pek sorun yaşamadım. Aldığım şeyleri yemek üzere boş bir masaya oturdum ve tam başlayacakken, sınıfımızdan bir kız yanıma geldi ve O’na (kıza) yıllık yazısı yazıp yazamayacağımı sordu. “Emin değilim” dedim. Biraz bozulur gibi oldu. Ben de bu durumun önüne geçmek için, “Baştan savma bir yazı olsun istemiyorum, söz vermeyeyim ama yazmaya çalışırım” gibi laflar ettim. Efendim burada ne gibi mi bir gariplik var? Yanıma gelen kişi ile üç yılı aşkın zamandaki konuşmalarımız, insanların yapmak zorunda oldukları ya da yapmak zorunda hissettikleri günlük selamlaşmalardan ve hal hatır sormalardan ibaret olunca insan ister istemez düşünüyor, ben ne yazabilirim bu yıllık yazısına diye. “Seninle ne güzel selamlaşırdık değil mi? Bu selamlaşmalarımızı ömür boyu hatırlayacağım! Hatta, ne zaman olursa olsun, birisine “merhaba!” dediğimde aklıma sen geleceksin. Zaten başarılı bir arkadaşımızdın, bundan sonraki yaşamında da başarılı olmanı dilerim.” Bu ya da buna benzer bir şeyler yazsam bile O’nun (kızın) hoşuna gidecektir. (Övgünün iyisi-kötüsü olmaz ve yüzde bir gülümseme meydana getirir her zaman) Ama ya ben? Ben neden böyle bir yazı yazmak için çaba sarfedeyim. Varlığını veya yokluğunu fark edebilmek için bile çaba sarf etmem gereken birisine. Burada da mı bir gariplik yok? Bunun gibi onlarca kişiyi aynı anda ve yan yana düşünebiliriz.

    İkincisi ise otobüste (İstanbul’un trafiği en iyi şekilde kitap okuyarak değerlendirilebilir düşüncesine uyarak)en arkadaki koltuklardan birisine oturdum ve Nikolay Aleksandroviç Dobrolyubov’un “Oblomovluk Nedir?” isimli inceleme kitabını açtım ve okumaya başladım. İlk on beş-yirmi dakika sorun yoktu. Gayet güzel her zamanki gibi keyifle ilerliyordum sayfalarda fakat yanıma birisi oturdu. Yanıma oturan kişinin arkadaşı yer bulamadı ve ayakta kaldı. Yanımdaki kişi öncelikle, akbil çıkarmak için gerekli işlemleri öğrendi ayaktaki arkadaşından ardında da msn’de yazıştığı kızla ilişkilerinin ne durumda olduğunu, konuştukları konuları, iyi bir kız olduğunu, onu ne kadar sevdiğini, sınıfta yaptıkları çeviride kullandıkları kelimeleri… yol boyunca devam etti bu durum. Okumaya ısrarla devam ettim ama verim aldım mı? Kesinlikle hayır!

    Yanımdaki kişi benim rahatsızlığımdan haberdar değildi evet. Ben de özel olarak dile getirmedim bunu kendisine. Üniversite okuyan, okumakta olan, bir birey/bireyler bu ve benzeri durumları düşünebilecek kapasiteye ve duyarlılığa sahip değilse, neye sahiptir?

  3. Hayatın Şarjı — Onu bunu boşverin de, bilin bakalım şarj cihazını nerede bulduk?

  4. yıllık ve otobüs — Yıllık yazısı konusunda aynı fikirdeyim de, otobüsteki olay biraz farklı birşey bence. Her ne kadar birşey okurken tepemde bır bır konuşan kişilere bozulsam da, benim otobüste kitap okumaya ne kadar hakkım varsa onların da otobüste lak lak etmeye o kadar hakkı var diye düşünüyorum. Yüzyıllarca Maslak yollarını fethetmiş birisi olarak, bu gibi durumlarda kulak tıkacı veya radyo/walkman/mp3 çalar gibi kulaklıklı bir nesneyi tavsiye edeyim. İşyerinde de aynı taktiği uygularım hâlâ.

  5. Kulaklık, şarj, vs… — Nerden çıktı sahi o şarj cihazı; yani en kötü nerede unutmuş olabilirsiniz ki?…

    Kulaklığın işe yarar olduğunu düşünüyorum ben de. Hatta eğer yanınızda konuşmak için fırsat kolladığını sezdiğiniz birisi varsa piliniz bitse bile kulakta tutmak gerekiyor aleti. Bir keresinde Yalova-İstanbul feribotunda yanımda oturan amca yol boyunca (neden bilmiyorum avaz avaz da bağırarak) Almanya’daki misyonerlik faaliyetlerinden girip Türkiye’deki dinci akımlardan çıkarak dünyayı nasıl kurtarmamız gerektiğini anlatmıştı bana. Eğer televizyondaki haberleri dinlemek için kulaklığımı çıkarmasaydım bu olmayacaktı tabii ki.

    Bir de ofiste de işe yarıyor kulaklık ama benim ofisdaşlarım benimle “kendini şarja taktı gene” diye dalga geçiyorlar.

  6. Başlıksız — kulaklık iyidir, geçen gün bir arkadaşım otobüste yanımdakinin duyabileceği kadar yüksek sesle müzik dinlememin saygısızlık olacağını iddia ediyordu. Ben de kendisine diğer kişinin de kulaklık kullanabileceğini söyledim. Tamam çok salakça duruyor ama konuşmanın başı şöyleydi…

    Ben: Koltuğunu teknolojinin izin verdiği olanakların sonuna kadar yatıran adamları anlamıyorum, o koltuk en uygun açıyı bul diye o kadar yatıyor…
    arkadaşım: sen de yatır abi…

    böyle zekice zincirleme reaksiyonları yaymak ve kör/sağır olmak lazım sanırım bilemiyorum, anlamıyorum, kimi zaman “insanlığı yeryüzünden silmek ister misiniz?” diye bir soru soran makinada yanıt olarak Evet tuşu olmayacak diye korkuyorum… öyle bir makina bulup hayır tuşuna basmak zorunda kalmak nasıl can sıkıcı olur düşünsenize…

  7. Poffidi poff poff — Geçen gün Dee’ye de söylediğim gibi, temennim odur ki, kutup ayıları hepimizi öper inşallah bir gün. Hak ettiler ve hak ettik çünkü.

  8. Küresel Isınma — Biz bu yorumları yazan kişiler olarak, bu yorumlara neden olan yazıyı tam olarak anlayamadık ya da bir çözüm bulamadığımız ya da çözümü bilemediğimiz için farklı yönlerinden yaklaştık, yaklaşıyoruz konuya. (En sevmediğim şey topluluk adına konuşmaktır ve az önce bunu yapmış oldum bir kez daha.)

    Zamanında okuduğum kişisel gelişim kitaplarında (“üstün insan olun”, “iyi karar verin”, “işinizi, eşinizi, hayatınızı yönlendirin”, “beynin gücü”, “beyine faklı bir bakış”, “düşerken kafanızı dik tutmalısınız” vs vs.) kişinin problemleri ile bu problemlere sahip olan kişinin beyninin sürekli meşgul olduğuna dair paragrafları dikkatle okumuştum. Oradaki örnelerden birisi ise kaldırma kuvvetini bulan kişinin (arşimet), hamamda bu problemi çözmüş olması, peştamalının düştüğünün farkına varamayacak derecede kendinden geçmiş olması “evroka” (umarım doğru yazmışımdır) diye bağırarak deli gibi koşması idi.

    Normalde kişinin problemlerini çözmeye çalışan bir beyin var ve beyin bu işlevini artalanda ve kişinin bilincinde olmadan yapıyor. Bu durum da kişinin rahatsızlığını engelliyor. Bu yazıda ise bu durumun tam tersi söz konusu. Artık bilinçli bir düşünme süreci var kişi bu durumdan rahatsız oluyor.

    Bu yazılanlar parlak bir fikre sahip olduğum izlenimi uyandırabilir ama inanın gerçek manada parlak bir fikrim yok ve keşke olsaydı!

    Evet kulaklık iyidir ama müziğini yanında taşımak isteyenlerden değilim. Böyle bir durumla pek karşılaşmıyordum, yani şöyle oluyordu, yanımdaki kişinin ya da kişilerin konuşmaları beş ya da on dakikayı geçmiyordu. Bu durumdan da rahatsız olmuyordum. O gün (12.03.07) böyle bir durumla ilk kez karşılaşan ve “Havadisler, sorunlar, dertler, tasalar” başlıklı yazıyı okuyan birisi olarak bende de karşılaştığım sorunlarla ilgili birşeyler yazma ihtiyacı hasıl oldu ve kendimi tutamadım.

    Son yorumda (yani bu yorumun öncesinde) küresel ısınma sorununa bir gönderme olduğunu düşünmemdendir ki, bu yorumun başlığına “küresel ısınma” yazmayı uygun gördüm. Kutup ayılarının bizleri öpmeleri uzak değildir.

  9. Bencillik — İş yerimin bulunduğu binada üç tane asansör var. Mesai saatleri ile öğle tatilinin başında ve sonunda bunların trafiği gerçekten yoğun oluyor. Bazen üst katlarda kabin dolduğu için, diğer katlarda çağıranlar için duruyor, kapılar açılıyor, kimse binemiyor, kapanıyor. İkinci katta kapılar kapandıktan sonra kabinde birileri mutlaka şikayet ediyor: “İkinci kattan yürüyüverin bir zahmet.” Neden? Çünkü asansördeki iki dakikalık seyahati onun yüzünden birkaç saniye uzuyor! Bir kere, ikinci kattan 2B’ye asma katla beraber beş kat var. (Zemin kat İ.Melih’in meşhur yol çalışması nedeniyle aylardır kapalı.) Bir kat bile olsa; beli ağrıyordur, ayağı acıyordur, canı istemiyordur, vakti çoktur, sana ne? Ayrıca arkasından söylüyor, yanlış buluyorsan uyarabilirsin değil mi? Arkasından “Bir zahmet!” filan.. (Bunu dolmuşta filan da çok yapıyorlar. Adam iniyor, kapılar kapanıyor, hareket ettikten sonra, arkasından “Ne çarpıyorsun çantama terbiyesiz herif!” diye bağırıyor mesela. Sinirlenmiş, yüzüne de söylemiyor.) Neyse, sonuçta empati diye bir şey yok. Kimse kendisini karşısındakinin yerine koymuyor. Bencillik diz boyu. Bunun tahsille filan da alakası yok. Herkes kendisini en haklı görüyor. Her şey kendi rahatına göre olsun istiyor. “Verdim parasını, yatırırım koltuğu. Arkadakinin ağzına girmiş, kucağında çocuk varmış bana ne.” Nezaket ara ki bulasın!

  10. Şarj makinesi. — Ya herkes heyecanlanınca arada kaynadı; o şarj makinesi nerden çıkmıştı yahu?

  11. asansör — Benzer bir asansör durumu da bizde var. Şirketin -1 (garaj)ve 0 katları arasında tuhaf bir şekilde 2 katlık bir mesafe var. Hatta belki de 2.5 kat. Sabahları servisle gelenler 0’dan biniyor. Bazen bazı salaklar yukarı çıkacakları halde aşağı gösteren oka basıyorlar. Asansör yukarıdan geliyor, 0’da duruyor ve -1’e devam edecek oluyor. 0’de durunca bazı büyükbaşlar (=öküz anlamında. 🙂 ) doluşuyor asansöre ve aşağı iniyorlar. Aşağıdaki garibanlar beklemeye devam etmek zorunda kalıyorlar; büyükbaşlar bilmemkaçıncı katlara doğru yükselmeye devam ediyorlar. Ben 0’da beklerken asansöre binmiyorum, binenlere de homurdanıyorum (yüzlerine 🙂 ) ben kötü oluyorum muhtemelen. Bu sabah aynı durum oldu. Millet üşüşünce “Aşağıdakilere saygısızlık oluyor” dedim. Arkadaki bir büyükbaş “O zaman çekilin biz geçelim” dedi “O zaman da bize saygısızlık oluyor” dedim. Salladı mı? Hayır.

  12. Aşağı-Yukarı oklar. — Ya acaba insanların yüzde kaçı asansörlerdeki o aşağı-yukarı oklardan sadece birine basılması gerektiğinin farkındadır?

  13. TURAN! — Turan, Şarj makinesi başlıklı yorumunla, bu senenin en muhteşem yorumu ödülünü aldın, dün bütün bir akşamımızı neşeyle doldurdun!.. Bir ara gel de, ödülünü Ece’nin elinden al. Ayrıca dün Emre (Aziz) ile buluştuk Tömbeki’de, Cesim ile Serkan’ın dersleri varmış, gelemediler, haftaya tekrar toplanalım diyoruz, sen de gelsene..

    Hamiş: Şarj cihazının öyküsünü Bengü Hanım’dan dinlersin, ne de olsa anlatmayı o hak etti ama ben de şöyle bir giriş yapayım: Ben giderim o gider yanımda tık tık eder..

  14. Aşağı-Yukarı oklar. — İki tuşa aynı anda basınca asansöre reset atılmış oluyor ve doğruca senin bulunduğun kata geliyor.. yoksa bunu bilmiyor muydun? Türk buluşudur; bir dahaki sefere sen de dene, şaşıracaksın.

  15. Başlıksız — bizim okulda bir ablamız vardı, okulun hafize ana rolünü üstlenen.. bir gün birlikte asansöre yönelik ve o doğal olarak yanlış tuşa bastı… açıklamaya çalıştığımda da sözümü kesip “e şimdi yukarda ya… aşağı gel dedim ben” dedi… nutkum tutuldu, saygıyla eğildim…

  16. Başlıksız — ben kardeşimi tanırım,
    şarj aletinin kayıp oldugunu okudugum anda, kesin ceplerinde veya çantasındadır diye düşündüm….
    Bengü bulmuştur eminim 🙂

  17. Ne bilirse ağabeyim bilir! — Dınnn! 10 puan! 8) Bengü 40 kere sordu “Çantana baktın mı?” diye, ben 40 kere “baktım” diye cevapladım, sonuçta, artık ümidi kesip, yeni bir şarj cihazı alacakken, bambaşka bir şey almak için açtığım çantamın ön gözünde elime takıldı! 8) Sonuçta burada, mazisinde okula çantasıyla gidip de, akşamına defalarca çantasız dönüşlerin olduğu bir insandan bahsediyoruz!.. 8)

  18. Tömbeki. — Ya o toplantıyı biraz daha ertelesek? Ya da en iyisi siz bu hafta toplansanız ama ben gelince bir daha toplansak olmaz mı?

    Çanta olayı da iyiymiş bu arada da…ben o ödülü neden aldım tam olarak anlamadım ya? 8P

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir