Zaku, Culture ve Ben Türkiye’deyken…

Bu aralar yine Iain M. Banks‘in The Culture evrenine dönüş yaptım serinin 6. kitabı Inversions ile. Üç – dört gündür okuyorum, herhalde bugün biter. Bu kitabın bir özelliği de, Culture’ın adının hiç geçmemesi. Aslına bakarsanız, kitap bizim Orta Çağ Avrupası’na benzer bir zaman-mekan diliminde geçmekte. Biri bir bayan doktor (Vossil), diğeri de bir fedainin (DeWar) üzerinden birbirinden bağımsız gelişen iki hikaye üzerinden anlatım yapılıyor; bir bölüm birine, diğer bölüm diğerine ayrılmış durumda. Ama, Culture evrenini biliyorsanız, çok geçmeden, aslında bu iki kişinin Culture’dan bu dünyaya geldiklerini anlıyorsunuz. Aralarda DeWar masal anlatır gibi, kralın oğluna “uzak” bir ülkeden, Lavishia’dan bahsediyor:

‘I think it might be time for a story,’ Perrund said, and pulled the boy back to a sitting position. ‘DeWar?’

DeWar sat and thought for a moment. ‘Well,’ he said, ‘it’s not much of a story, but it is a story of sorts.’

‘Then tell it.’

‘It is suitable for the boy?’ Huesse asked.

‘I shall make it so.’ DeWar sat forward and shifted his sword and dagger. ‘Once upon a time there was a magical land where every man was a king, every woman a queen, each boy a prince and all girls princesses. In this land there were no hungry people and no crippled people.’

‘Were there any poor people?’ asked Lattens.

‘That depends what you mean. In a way no, because they could all have any amount of riches they wanted, but in a way yes, for there were people who chose to have nothing. Their hearts’ desire was to be free from owning anything, and they usually preferred to stay in the desert or in the mountains or the forests, living in caves or trees or just wandering around. Some lived in the great cities, where they too just roved about. But wherever they chose to wander, the decision was always theirs.’

‘Were they holy people?’ Lattens asked.

‘Well, in a way, maybe.’

‘Were they all handsome and beautiful, too?’ Huesse asked.

‘Again, that depends what you mean by beautiful,’ DeWar said apologetically. Perrund sighed with exasperation. ‘Some people see a sort of beauty in ugliness,’ DeWar said. ‘And if everybody is beautiful there is something singular in being ugly, or just plain. But, generally, yes, everybody was as beautiful as they wanted to be.’

‘So many ifs and buts,’ Perrund said. ‘This sounds a very equivocal land.’

‘In a way,’ DeWar smiled. Perrund hit him with a cushion. ‘Sometimes,’ DeWar continued, ‘as people in the land brought more of it under cultivation—’

‘What was the name of the land?’ Lattens interrupted.

‘Oh . . . Lavishia, of course. Anyway, sometimes the citizens of Lavishia would discover whole groups of people who lived a bit like the wanderers, that is, like the poor or holy people in their own land, but who did not have the choice of living like that. Such people lived like that because they had to. These were people who hadn’t had the advantages in life the people of Lavishia were used to. In fact, dealing with such people soon became the biggest problem the people of Lavishia had.’

‘What? They had no war, famine, pestilence, taxes?’ Perrund asked.

‘None. And no real likelihood of the last three.’

‘I feel my credulity being stretched,’ Perrund muttered.

‘So in Lavishia everybody was happy?’ Huesse asked.

‘As happy as they could be,’ DeWar said. ‘People still managed to make their own unhappinesses, as people always do.’

Perrund nodded. ‘Now it begins to sound plausible.’

Kesin daha önceden de yazmışımdır, Special Circumstances gibi en uç birimlerini göz ardı edersek, Culture benim ütopyam, yaşamak istediğim yer. Bir de Banks her Culture romanını o kadar öyle yerlerde geçirtiyor ki, her şey her yer çok tanıdık ve bu kadar tanıdık olduğundan bir o kadar da bunaltıcı geliyor insana. Böyle durumlarda, Piyale Madra’nın Piknik’inin ZAKU’sunun özlemiyle yanıp tutuşuyorum…

Piyale Madra, Ahh! Picnic! Zaku
Bütün Zaku serisi için tıklayınız..

King of Pain / The Police

Bir yanlış anlaşılma olmasın – ben iyiyim ama şarkı da öyle güzel ki, hatırlatmadan edemedim…

The Police - http://mikussverige.blogspot.com/2007/01/shrek-3-y-police-vuelve.html
The Police - http://somviciado.blogspot.com/2007/02/police.html
The Police - http://idolator.com/tunes/the-police/
The Police - http://images.google.com.tr/url?q=http://www.smh.com.au/news/music/police-tour-rumoured/2007/01/04/1167777194398.html%3Ffrom%3Drss&usg=AFQjCNEadPl6KMyBEobSMVHfA0epZuo7cA
King of Pain / The Police

There’s a little black spot on the sun today
It’s the same old thing as yesterday
There’s a black hat caught in a high tree top
There’s a flag-pole rag and the wind won’t stop

I have stood here before inside the pouring rain
With the world turning circles running ’round my brain
I guess I’m always hoping that you’ll end this reign
But it’s my destiny to be the king of pain
There’s a little black spot on the sun today
That’s my soul up there
It’s the same old thing as yesterday
That’s my soul up there
There’s a black hat caught in a high tree top
That’s my soul up there
There’s a flag-pole rag and the wind won’t stop
That’s my soul up there
I have stood here before inside the pouring rain
With the world turning circles running ’round my brain
I guess I’m always hoping that you’ll end this reign
But it’s my destiny to be the king of pain
There’s a fossil that’s trapped in a high cliff wall
That’s my soul up there
There’s a dead salmon frozen in a waterfall
That’s my soul up there
There’s a blue whale beached by a springtime’s ebb
That’s my soul up there
There’s a butterfly trapped in a spider’s web
That’s my soul up there
I have stood here before inside the pouring rain
With the world turning circles running ’round my brain
I guess I’m always hoping that you’ll end this reign
But it’s my destiny to be the king of pain
There’s a king on a throne with his eyes torn out
There’s a blind man looking for a shadow of doubt
There’s a rich man sleeping on a golden bed
There’s a skeleton choking on a crust of bread
King of pain

There’s a red fox torn by a huntsman’s pack
That’s my soul up there
There’s a black-winged gull with a broken back
That’s my soul up there
There’s a little black spot on the sun today
It’s the same old thing as yesterday

I have stood here before in the pouring rain
With the world turning circles running ’round my brain
I guess I always thought you could end this reign
But it’s my destiny to be the king of pain
King of pain
King of pain
King of pain
I’ll always be king of pain

Son

Son birkaç hafta içinde en çok güldüğüm şeyler:

1 – Bengü’den duyduğum Genç Parti’nin son vaadi:
“Şehrazat 1 YTL olacak!” (Bilmeyenler için Şehrazat of “Binbir Gece” dizisi)

2 – Hastası olduğumuz Üsame Beyefendi’nin yakın zamanda haberdar olduğum Uzay Yolu dublajları:
http://www.youtube.com/watch?v=AMvugGS01r0
http://www.youtube.com/watch?v=WltNh4dpy7M
http://www.youtube.com/watch?v=Hh8LiXbD0p0
http://www.youtube.com/watch?v=Ili0yOdX728

3 – Pulp Muppets:
http://www.youtube.com/watch?v=mSvJwUFI_es
yanında Dee’nin çektiği bu resimle züper gidiyor..

Ande, Arry ve Ampshire

(.. urricanes ardly hever appen! *)

Lisans yıllarımda, İTÜ’de, aldığım kredisiz seçmeli dersler arasında sevgili Christoph Neumann‘ın verdiği Osmanlı Kentinde Gündelik Yaşam dersinde bir keresinde bir Rabia Hanım’ı incelemiştik. O dönemlerde Ayfer Tunç henüz doğmamış olduğundan ve dolayısıyla “Bir maniniz yoksa hükümdarım size gelecek” tadında bir eser yazılmamış olduğundan, o döneme dair bilgiler genelde ele ne geçerse (mektuplar, bir şehzadenin sünnet düğününün menüsü, …) onlar üzerinden olayı açımlamaya çalışıyorduk. Tamam, Osmanlı Devleti’nin yazışmaları duruyor, iyi güzel ama bizim derste anlamaya çalıştığımız konu saray erkanının değil, sade vatandaşın hayatı idi. İşte, bir keresinde dersi yanlış hatırlamıyorsam Rabia adlı bir bayanın bir şeyhe yazdığı mektupları incelemiştik. Söz konusu bayan, rüyasında yılan filan görüyordu ve bu şeyhle irtibata geçmesi yolunda telkinlerde bulunuluyordu (ilgili makaleyi netten bulur muyum diye arattıysam da ulaşamadım. Bir ihtimal akşam evde ders notlarımı bulurum yıllardan sonra hala duruyorsa ama %90 Süreya Faroqhi’nindi — sonradan not: buldum, çok ilgiliyseniz bkz. dipnot). Şimdi bunları yazma sebebime gelince, derste teyzenin rüyalarında gördüğü imgeleri Freudvari bir yaklaşımla çözümlemeye kalktığımızda, teyzenin epey bir özeline girmiştik (bir şeyi Freudyen inceleyip de işin içinde cinsellik görmemek zaten imkansız! 8). Yani ne yazdığınıza dikkat edin, 300 yıl sonra, bambaşka çözümlemeler yapılabilir! Hal böyle olunca sanal alemde kapı komşum, gerçek alemde can dostlarımdan biri olan Hande’yle günde 5-6 ortalama ile gerçekleştirdiğimiz e-posta diyaloglarımızı çözümlemeye kalkacak olanın vay haline, zira aralarinda pek cok sürreal tarzda yazılmış olanlar barınmakta 8)

Yine çenem açıldı, iki çift laf söyleyeceğim, ona giriş olsun diye yazdıklarım o iki çift lafın önüne geçti. Neyse, geçenlerde Hande ile gündemimizde Mr. Harry Potter’ın akıbeti üzerine spekülasyonlar vardı, tabii bir de Hande’nin ve benim vaktiyle konuya ilişkin girişlerimiz de var, hazır kitap çıkmadan benimkileri bir özetleyeyim dedim. Bunu da Oscar tahminleri için ünlülere sorulan metodla yapacağım:

Soru: Sizce Harry Potter serisi nasıl bitecek?
Cevap: Öncelikle bana bu imkanı verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Bence Rowling, Bay Potter’a kıyamayacak ama o “gökteki quidditch maçına” fakir oğlan (adını vermeyeyim) yollanacak. Draco Malfoy 6. kitapta işaretini verdiği üzere son dakikada iyilerin tarafına geçecek ve hayatını Harry için (ya da daha mantıklı olarak en nefret ettiği kişilerden biri olan Hermione için) feda edecek. Harry büyü yeteneğini kaybedecek (serinin son kitabı olması şerefine). Sirius Black’in kardeşi olan ve 6. kitapta baş harflerini gördüğümüz Regulus Black (R.A.B.) Harry’yi sahiplenecek, Hollanda’da nikah kıyıp, bir ömür boyu mutlu yaşayacaklar.. Ha, bir de yazmama gerek yok ama yazayım yine de, Snape hep iyilerin tarafındaydı, hala onların tarafında (ne şaşırtmaca ama! 8P )

Soru: Peki siz serinin nasıl bitmesini istersiniz?
Cevap : Çok güzel bir soru, akıllıca… Efendim, ben Neville’in asıl oğlan olduğunun ortaya çıkmasını, Snape’in, Yüzüklerin Efendisi’nin sonunda Frodo’nun yüzüğü atmaya yanaşmaması gibi, 6. kitabın sonunda “Başlarım böyle işe! Para mı veriyorlar kal diye ülen!” haykırışıyla bu sefer hakikaten kötülerin yanına geçmiş olmasını, Harry’nin kitabın 30. sayfasında öldürülmesini ve buna rağmen kitabın oylumunun 700 sayfa civarında olmasını, Hermione’nin Ron’dan hamile kalıp (malumunuz, İngiltere istatistiki olarak en genç yaşta doğum yapılan ülke) aksiyondan bu nedenle mahrum kalmasını ve Sirius Black’in mezardan, öte dünyadan oradan buradan şuradan bir yerden çıkıp, kick ass yapmasını, … isterdim.

Cevaplarınız ve yorumlarınız için çok teşekkür ederiz.
Asıl ben teşekkür ederim efendim. Son yıllarda yaptığım en seviyeli söyleşiydi.

Son olarak okuyucularımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı? Mesela bu söyleşinin formatını aslında hastası olduğunuz Dan Tobin’in bugünkü girişinden esinlendiğiniz hakkında?
Kem küm.. Ben zaten inecektim. [Arkasına bakmadan kaçarak uzaklaşır]


Robot Chicken’da Harry Potter’ın Quidditch Süpürgesi ile geçirdiği bir kaza sahnesi vardır, internetten bulamadım, akşam (bunu da) unutmazsam capture eder koyarım. Onun yerine az bilinen, piyasadan toplatılmış HP kitabı olan “Harry Potter and the Half-Horse Prince”in kapağını koyayım Peter Shaffer‘den özürlerimle.

DR - Equus


Dipnot
Öncelikle: isim Rabia değil, Asiye Hatun imiş, kaynak da Süreya Faroqhi değil, Cemal Kafadar çıktı.

[…]İşte bu şehirde, 1630’lu yılların sonlarında, Kadri Efendi’nin kızı Asiye Hatun, Veli Dede adlı bir şeyhe bağlanmış ve iki seneden kısa bir sürede birer birer ilerleyerek esma-yı seb’ayı (Allah’ın yedi ismini) zikretmeye icazet alacak kadar mesafe katetmişken, şeyhinden soğur. Tasavvufi bir yola girerken beklediği şekilde “kalbi [nin] gözü tam bir mikdâr açılmağa başlamışken” ruhî gelişmesi duraklar, nefsiyle giriştiği mücadelede gerilemeğe başlar. Sebebini kendisi de bilmez ama şeyhe bir suç atfetmekten çekinir, kabahatin kendinde olduğunu düşünür. Hatun böyle “gamkîn ve mahzûn” iken bir başka şehirde,,Uziçe’de bir Halvetî dergahında postnişîn olan Muslihüddin adlı bir şeyhin ünü ver herhalde çeşitli kerametleri kulağına gelir. Belki de karizma denilen kavrama her zaman bir nebze katılması gereken bir diğer yanı duyulmuştur şeyhin, yakışıklılığı. Cezbe ile cazibenin örtüştüğü alanı kestirmek zor ama tasavvuf tarihini cinslilendirmek istiyorsak bu alan üzerinde düşünmemiz şart sanırım. (Zaten Asiye Hatun’un rüyalarında, kıyafet/fizyonomi bilimi geleneğinde görüldüğü gibi, iyi insanlar hep güzeldir, kötüler de çirkin.) Konuyu babasına açıp Muslihüddin Efendi’ye “bazı bahane ile” bir adam gönderir ve bu şekilde aşinalık kesbettikten sonra “muhabbet gönül tahtında karâr eyler”. Bu yeni “muhabbet kemendi boynuna” bağlanmakla, dertli hatun eski ruhî gelişme çizgisine kavuşur gibi olduğunu hisseder. Hisseder ama pusulasız ve kılavuzsuz olarak yön değiştirmiş olduğu için yaptığı işin doğruluğundan emin değildir. Hiç olmazsa meşrulaştırmak gerekliği duyduğu tahmin edilebilir.

[…]

Asiye Hatun, rüyalarını yazıya döktüğü sıralarda evli değildir anlaşılan. Yaşını bilmiyoruz, ama kendini evlilik çağını geçkin olarak görmediği tahmin edilebilir. Bir düşünde kör ve çirkin bir yaşlı kadın olarak beliren, “velîler aldayıcı, sükker gösterip zehir içirici” dğnyaya kardeşlerinin nikah (daha doğrusu, “kâbîn”) kıyıp sonra talâk verdiklerinden ama kendisinin hiç kıymadığından söz eder. Acaba kardeşleri evlenmiş (ve boşanmış) da kendisi evlenmemiş midir? Kesin bir şey söylemek zor. Ancak evlilik motifi rüyalarda sık sık boy gösterir. Elimizdeki ilk rüyasında Muslihüddin Efendi’yle evlendirildiğini görür. Yine bir suçluluk duygusuyla, sadece ve sadece ruhların birleşmesi anlamında yorumlar bu rüyayı; cinsel yakınlaşma içeren, dünyalık bir evlilik olarak anlaşılması ihtimalinden belli ki rahatsız olur. Ancak, bu düş evliliklerin nasıl anlaşılması gerektiğini belirledikten sonra, birkaç kere daha kendini şeyhinin ya da Hazreti Muhammed’in nikâhlısı olarak görür ve kâh “safâ ile” kâh “sürûr ile” uyanır.

Şeyhinin bir kere kendisini kucaklayıp sıktığını görür, ama bu “Hazret-i Ömer İslâm’a geldikde Hazret’i Resûl (s.a.s.) Ömer’i böyle koçup” sıkması gibidir. Bir başka kez, birisi görünür ve nikahtan sonra şeyhiyle aralarında “mahremîyet olup mübârek eliyle cismine” dokunacağını ve hatunun tüm beden marazlarının iyileşeceğini müjdeler; hatuna önce hicâb gelir ama utanıp sıkılmasına gerek yoktur, çünkü “ol azîzde beşerîyet yokdur… rûh-ı sırfdır”. Görüldüğü gibi, bu düşleri yazarken, hatta görürken, yanlış anlaşılabileceği konusunda kaygılanır ve bunu açıkça ifade eder. Ama 20. yüzyılda kendisini okuyanların rüyalarda boy gösteren bazı motiflere bambaşka kulplar takabileceğinden elbette habersizdir: bir rüyasında ot bürümüş bir bahçede yılanlar görüp kaza ile sokmalarından korktuğunu, bir diğerinde şeyhin oturduğu sakfı tutan “direğe dayanmış, bir mertebe hicâble… azîze katı yakın” durduğunu, yorumsuz iletir. [Burada amacımız birtakım motiflerin anlaşılmasında zaman içinde ortaya çıkan kültürel değişikliklere değinmek, yoksa Freud’çu ruhbilimsel çözümleme ayrı bir eğitim gerektirir; aksi takdirde sık sık yapılan vülger Freud’çuluk hatasına düşmek kolaydır. Öte yandan, rüyaların yorumlanmasında uzun ve sivri nesnelerin erkeklik uzvunu simgelediği görüşünün modern insana has bir görüş olduğunu ve birdenbire Freud’la başladığını düşünmek yanlış olur. İkinci Bayezid devrinde, çeşitli tabir kitaplarından derlenerek oluşturulan Kâmilü’t-ta’bir adlı eserde, İbn Sîrîn zikredilerek şu görüş belirtilir: “bıçak te’vîlde oğlan ola ve bıçak kını’avret ola”.]

Mütereddit Bir Mutasavvıf: Üsküp’lü Asiye Hatun’un Rüya Defteri 1641-43 – Cemal Kafadar, Dr., Harvard Üniversitesi Tarih Bölümü
Topkapı Sarayı Müzesi Yıllığı 5 (1992)

Asiye Hatun’un kendi yazdıklarından ilgili bir kısmı da aşağıya taradım. Elle yazayım dedim ama aksanlar beni benden aldılar.

Cemal Kafadar Asiye Hatun Rüya Defteri Topkapı Sarayı Müzesi Yıllığı 5 1992

KarWaiWong

Fallen Angels - http://www.sensesofcinema.com/contents/01/13/wong-symposium.htmlBugün blog yazma günüm. Bir önceki mesajda da belirttiğim üzere, akşamları pek de öyle Bir film koyayım da, seyre dalalım seçeneği açık olmuyor (Inactive). Hal böyle olunca da, şöyle güzel bir çözüm buldum: sevdiğim filmlerden birini koyuyorum, o arka planda oynarken ben arada ona takılıyorum, sonra yine işimin başına dönüyorum, film kendi yolunda, ben kendi yolumda seyrediyoruz, bir 10 dakika sonra yine yollar kesişiyor, vs.. Mesela geçen hafta çoktandır izlemediğim My Sassy Girl’ü (Hırçın Sevgilim / Yeopgijeogin geunyeo) (2001) taktım, ilaç gibi geldi (başta yazdıklarımla çelişecek olsa da, dürüstlükten şaşmamak lazım: My Sassy Girl’ü aslında öncülü (prequel) mantığıyla çekilmiş ve gerçekten çok çok kötü bir film olan Windstruck’ın (Nae yeojachingureul sogae habnida) (2004) bıraktığı kötü tadı silmek için tekrardan izlemiştim – yani öyle zaman yok filan diyoruz ama işin içine Ji-hyun Jun girince de vakit bulunuyor. 8)

Faye Wong - http://www.milinkito.com/cine100/?id=59Evvelsi akşam Ece’yi yatırmıştık, biz de biraz öyle böyle uyukluyor gibiyken, aklıma Chungking Express (Chung Hing sam lam) (1994) ama özellikle Faye Wong geldi, hemen soundtrack’ini başlattım ama müzik tek başına yeterli gelmedi, filmi de peşisıra başlattım böylelikle. Filmin ilk bölümünden çok az şey aklımda kalmış ilginç oldu. Çok çok güzel.

Chungking Express - http://www.lovehkfilm.com/reviews_2/chungking_express.htmAkabinde, doğal olarak Kar Wai Wong’um “geldi”. Yani, Kar Wai Wong deyince tabii ki In The Mood for Love (Fe yeung nin wa) (2000), yok efendim 2046 (2004), ama benim favorilerim daha vahşi, daha çiğ, ham filmleri mesela Fallen Angels (Duo luo tian shi) (1995), hele de jilet gibi Happy Together (Chun gwong cha sit) (1997) – bu filmde daha hemen başında çaktırmadan, bilinç altına usulca sızdırılan Caetano Veloso’nun Cucurrucucu Paloma‘sı, sonra filmin sonlarına doğru oğlanın Tony Leung’un ses kaydını dinlediği sahne.. bu filmden nasıl sağ kalarak çıktım, bilemem.

Fallen Angels - http://www.unizh.ch/ostasien/braunwald/urban.php?topic=Hong%20Kong%20CinemaHappy Together - http://www.wpcmath.com/films/happytogether/happytogether2.html
Happy Together - http://www.wpcmath.com/films/happytogether/happytogether2.html


Haftaya Löker’le 3 Kar Wai Wong bir arada günü yapmayı planlıyoruz. Ve evet, yukarıdaki filmler..

Filmleri seyretmiş olan şanslı kesim olur a, bir gün bu girişe denk gelirler diye, vaktiyle vardıkları o tadı biraz hatırlatsın diye, aşağıya filmlerin soundtrack’lerinden seçtiğim 3-5 şarkıyı koyuyorum. Yine çok düşük kaliteye (64KBPS) sıkıştırdım, kusura bakmayacaksınız artık.

Chungking Express

Fallen Angels

Eskiden (biz lisedeyken, üniversitedeyken) şimdinin (daha doğrusu geçen senenin) Faithless’ı neyse, işte o zamanın da Tricky’si vardı. Bu amca 1995’te Whale diye çok çok çok iyi bir grubun (ki tutunamadılar) We Care albümüne yardım etmişti (ilk CD’lerimden biridir). Fallen Angels’ın soundtrack’i bana fena halde o albümden Tryzasnice’ı hatırlatmıştı. Bir de, hep söylerim, Fallen Angels’ı uykusuz bir gecede seyretmiştim ve filmle frekansımız tam tutmuştu (Böylesi bir durum bir kere de Richard Linklater’ın Waking Life (2001)‘ında gerçekleşmişti).

Happy Together

Ne söylenebilir ki… O zaman 1!2!3!4!

Happy Together (orig. by Nylons)

Imagine me and you, i do
I think about you day and night, its only right
To think about the girl you love
and hold her tight
So happy together

If i should call you up, invest a dime
and you say you belong to me, I’d lose my mind
Imagine how the world could be so very fine
So happy together

I can’t see me lovin’ nobody but you
For all my life
When you’re with me, baby the skies will be blue
For all my life

Me and you and you and me
no matter how they toss the dice, it had to be
The only one for me is you and you for me
So happy together
(3 more times)

So happy together (8 times)

Sonradan aklıma gelen gereksiz bilgi: Kar Wai Wong’un görüntü yönetmeni Christopher Doyle’u çok severim ben, müthiş Paris Je T’aime (2006)‘deki en anlamadığım segment’i o çekmiş olsa da! 😉

Faye Wong