A ile B

A ile B aynı dizide oynuyorlar. Dizi 20 dakika, çekimleri haftada 3.5 – 4 gün sürse de, A’nın rolü çok fazla olmadığından, A genelde yarım günlüğüne çağrılıyor. B, dizinin başrol oyuncusu, A da onun eski sevgilisi. Senaryo icabı B, A’ya hala aşık ama A artık B’yi sevmiyor. Birlikte oynadıkları bütün sahnelerde B, A’ya yalvarıyor geri dönmesi için, A kabul etmiyor ama bir türlü. Gerçek hayatta A, B’ye delicesine aşık, B’nin haberi yok, zaten haberi olsa da pek umrunda olmazdı. Birlikte oldukları her sahnede A sesli olarak B’ye gitmesini söylerken, içinden kalması, rol icabı bile olsa bir araya gelmeleri için dua ediyor. A’nın dizi dışında pek bir yaşamı yok, hayattaki tek gayesi B ile dizide tekrar birbirlerine aşık olmak. A yakında bir başkasıyla evlenecek, ya da bir kaza geçirecek ya da sözgelimi Japonya’ya gidecek, B çok üzülecek. Terk eden A olacak, giden de o. B’yi aklına bile getirmeyecek hiç.

“A ile B” için 6 yorum

  1. A noktasından B noktasına — Bu denklem beni lisede mi nerde, kısaca eskiden okulda çözdüğümüz A noktasından B noktasına problemlerini anımsattı Emre. Aynı zamanda ilk yorumu yazmanın da heyecanını yaşıyorum. Sabah işe geldiğimde ayılma -afyon patlama, bu afyo patlama deyiminin de hikayesini dinlemiştim eskiye dayanan çok ilginç – sürecinde gazetelere göz atıp, buraya da şöyle bir göz atıyorum yeni birşey var mı diye, işte o yüzden belki ilk okuyan da ben olabilirim.

    Fakat bu dizi neden bilmiyorum tedirgin etti. Belki de eski zamanları anımsattığı için. Dedem, ben daha lisedeyken artık biraz elden ayaktan düşmeye başladığında, o dönemin çok popüler dizilerini izler, sonra da- bunların hepsi gerçek diye bana anlatırdı. Hayatında daha önce hiç dizi görmemiş birinin diziler hakkında gerçek algısının bu olabileceğini anlıyorum şimdi. Öte yandan, hayatlarımız da bazen o dizilerin bazılarıyla benzeşiyor belki de ve ben hangi diziyi yaşamak istererdim diye kendime sorduğumda hep
    Pushing Daisies aklıma geliyor.

    Mutlu sonla biten diziler diliyorum hepimiz için,

  2. Afyon patlamadan! — Merhaba Ayse!

    “Afyon patlamamasi” benim de siklikla (neredeyse herrrr sabah) kullandigim bir deyim. Yataktan kalktiktan (7.30-8.00) sonra 10.00 kadar otomasyon rutinleri calistigindan bir sekilde kendimi olmam gereken yerde, olmam gereken sekilde bulsam da, cogu zaman surec belirsiz. Hikayesini elbette merak ediyorum.

    Sabah keyfi, pazar keyfi vs., onemli seyler bunlar. Defne’yi bilemiyorum ama Ece mutlaka ya beni ya Bengu’yu (coklukla Bengu’yu) sabah erkenden (ve mutlaka) uyandiriyor. Bazen Bengu Ece’yi oyalayip bana oglene kadar uyuma zevkini hediye etse de, bu sefer de o kadar uyumanin getirdigi sucluluk duygusu gunume damgasini vuruyor (kazanmanin imkansiz oldugu bir aktivite: cocuk buyutmek 8P).

    Miranda July’in bir hikayesinde, aralarindaki iletisimi kaybetmis bir cift vardi: degisiklik/son bir gayret olsun diye bir filme figuran olarak yazilirlar. Bir lokanta sahnesinde, arka planda yemek yiyip birbirleriyle konusurlar ama aslinda tabii ki arka planda yemek yer gibi yapip, birbirleriyle konusurmuscasina mimik ve agiz hareketlerine basvurmaktalardir. Hic olmadiklari kadar iyi anlasirlar – ta ki yonetmen “stop!” deyip, sesli olarak konusmalarini serbest kilana kadar. Donup dolasip yine ayni konuya geliyoruz tabii ki: sanalin/taklidin gercekten daha iyi olusuna.

    Dizide yasamak fikri ne kadar da muthis bir fikir! Benim aklima hemen Pleasantville geldi – film olarak o kadar iyi hatirlamasam da, konu iyiydi tabii ki. Bengu’yle konustuk, hangi dizi isterdik diye, o da Pushing Daisies dedi, ben karar veremedim, Northern Exposure bana en uygunu olurdu sanirim, o olmadi Black Books’da da epey iyi vakit gecirirdim, ne de olsa oranin Fran’isi 1 tanedir butun bu alemlerde, bernard ve manny ve okeye 4. olurdum, fosur fosur tutturur, avamin (nami diger bizim disimizdaki her sey) dedikodusunu yapardik, oyy oy!

  3. Ordan, burdan ve şurdan — Afyon patlama mevzuunda bilahere fikir beyanına devam edeceğim sevgili Emre. Ancak sadede gelir isek, ses geldiğine sevindim, zira mesajdan ve aradan sonra endişe etmeye başlamıştım.
    Sanırım bütün çocuklar erkenden uyanmayı çok seviyor ama biz biraz deneyimli olarak – sanırım birkaç yıl Defne 2004’lü- bu yıl artık kendi uyanıp bizi uyandırmadan kendi çizgi film izlemeye başladı. Kısa bir süre sonra siz de – Bengü daha çok galiba- rahat edebilir. Pleasantville’i hatırlayamadım nedense fakat Northern Exposure benim de çok sevdiğim diziydi, bir de Life Goes on’un jenerik müziği unutulmazlar arasında benim için, dizi çok aklımda olmasa da. ( Laf aralarına sıkışan ve aynı anda ıslıkla jenerik müziği icra edilen dizi life goes on)

    Eski diziler, yeni diziler, yenilen ve kimi zaman zamana yenilen diziler, daha neler neler…Cuma neşesi satırlara yansıyor olmalı, aman ne güzel! bu arada sanırım Nickelodeon’du Defne’nin izlediği çizgi filmden sonra başlayan bir gençlik brezilya dizisi başlayınca farkettim, Brezilya dizileri yirmi yılda hiç değişmemiş, oyunculuk aynı, konular aynı, sadece oyuncular değişen, bunu da tahlil etmek lazım, zira o kadar çok değişim geçirdi ki yorgun dünyamız ve insanoğlu, o dizilerin sanki zaman durmuş gibi aynı tonda, aynı fonda devam ediyor olması ilginç değil de nedir?

    Dizilerden çağrışım yapan dizi kıvamında filmler var bir de, ilki tutunca suyunu çıkarıp ve filmin adına 2-3-4 ekleme davranışına isim düşünüyorum. Acaba en çok devamı çekilen film hangisidir, en dizi film yani?

    Eski diziler bulunur mu acaba biryerlerden, şurdan burdan, ordan…Araştırmalı.

    Sevgiyle ve sağlıcakla kalın, mutlu kalın.

  4. Tossed salads and scrambled eggs — Yazıyı bitirip kaydete bastığım an geldi aklıma, Frasier, Frasier. Muhteşem radyocu Frasier Crane, baba Martin Crane, vazgeçilmez koltuk, köpekleri, ilginç kardeş Dr. Niles Crane, Daphne Moon( Defne’den öncetdi de belki etkisi olmuş mudur bilemiyorum ingiliz aksanına bayıldığım Daphne karakterinin) Bazı bölümlerde oyunculuğun doruğa çıktığı, tiyatro izliyormuş keyfini yaşatan çok güzel, çok güzel bir diziydi sanki. Jenerik müziği sonra.

    Kelsey Grammer, Simpsons’larda zaman zaman Sideshow Bob’la kendini hatırlatsa da, Frasier etkisi farklıydı sanırım.
    Ve fakat( yine ve fakat) David Hyde Pierce’ı birkaç filmde hatırlıyorum yine aynı oyunculuk başarısıyla.

    Final olarak,tossed salads and scrambled eggs…
    http://www.youtube.com/watch?v=7BUH3Gd9qAA

  5. dizi. — simdi burada sabahin 2.30’u, bugun (dun) Ispanyolca’dan ilk sinavima girdim (sozlu), yarin (sali) yazili var, carsamba da gramer. Az-biraz da olsa Ispanyolca konusabildigimin ayirdina her vardigimda kendimi sasirtiyorum (hala!).

    Seninle dizi zevkimiz ileri kertede ortusuyor: Hard-diskte vakit buldukca bastan baslatip ilerlettigim bir Frasier (ve sezonlari, Inc.) klasorum var, hatta daha gecen gun bir dizide (Bored to Death, bu arada o bahsi gecen “bir dizi”), 25 saniye birini gorduk, “kimdi bu kimdi?” dedik, ben (simdi hatirlayamadigim) alakasiz bir tahminde bulundum, Bengu noktayi koydu tabii – Frasier’in Lilith’i! Frasier bu arada o kadar entel dantel tonuna ragmen gelmis gecmis en cok izlenen, rekor kiran dizilerden biri bu arada, onu da anlamam (ingiltere’de durum kolay – bu tur durumlarda Fawlty Towers banko dogru cevap oluyor). Bir de boyle eskilerden tutup tutup seyrettigimiz Scrubs var tabii ki!

    Life Goes On! yahu! Pazarlari StarTV’de olurdu, yuvarlak kemik gozlu bir kiz vardi (ilkokul askim Tulin S.’yi hatirlatirdi bana o zamanlar, simdi 10binlerce yildan sonra yine hatirlatti bu vesile ile, hayat hakikaten garip), obladi – oblada idi jenerik muzigi de, degil mi, bir tane down sendromlu kardesi vardi.

    David Hyde Pierce = Hellboy’un, Abe’i.

    Daphne Moon’un serseri agabeyi (anthony lapaglia), without a trace’in basrolunde karizma oldu sonradan.

    Frasier’in bir bolumunde (ki iki bolume yayilmistir aslinda), sevdigi zengin bir kadinla tropik bir yere giderler, orada Lilith ile karsilasir ve cosar (en komik bolumlerden biridir bence), iste o ikinci bolumun en sonunda Shelly Long cikiverir, ki ne cok severim Shelly Long’u (Martin Shortun komiklikte ablasi). Onu da (Shelly Long) en son Modern Family’de gorduk. Benim icin Olivia Newton’in royal sulaleden gelmeyenidir (Olivia Newton John’da -tabii ki Grease’in ve Emel Sayin’in etkisi olsa gerek- niyeyse hep boyle bir asalet hissi vardir).

    Yatsam uyku tutar mi, yatmaliyim ama yoksa yarin (bugun) surunurum ama kalkis sebebim aklima yazilmayi bekleyen kisa film fikrim idi, oraya da Ispanyolca kursunu almaktayken birakan bir arkadastan gecmis idim (karakterlerden biri olarak onun ne kadar da uygun olabilecegini dusunmekteydim).

    Neyse, bu noktada iyi geceler dileyeyim de, bakarim sonrasina… Iyi geceler, ¡buenas noches!

  6. Frasier yine — Evet, evet, o bölümü nasıl unuturum! Hatta yan yana odalarda kalıyorlardı hatırladığım kadarıyla. İşte orda tam bir durum komedisi yaşanıyordu. İşte tam bundan bahsediyorum. Diziden alınan teatral keyif. Frasier’la ilgili daha çok yazabilirim aslında, örneğin Daphne favorimdir ve hazızam bana ihanet etmiyorsa Niles’la aralarındaki platonik ilişki, ilerleyen bölümlerde evliliğe kadar gitmişti. Jane Leeves’i Altın Kızlar tadını yakalayamaya çalışan Hot in Clevelend’da gördün sanırım en son.
    Bir dizi daha vardı onu bir türlü çıkaramıyorum. Başroldeki kız- sanırım benim yaşlarımda olmalı- daha sonra sinemada çok başarılı olamadı, büyükbaba Goose diye birini hatırlıyorum, ama ne yazık ki dizinin adını hatırlayamadığım için bulamadım.

    SOnuç olarak life goes on, bize de onu yakalamak düşüyor sanırım.

    Buenos dias diyelim şimdilik o halde

    Sağlıcakla,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir