daha iyi bir ben ve dahi iki mektup

 Eleştiriye cevap vermemenin 42 yöntemi / 80ler ve punk / kendime yeni bir ben lazım

"bir mektup göndersen de ben açıp okumasam"
(H. Ergülen, ezberden yazdım, bir dakika kaynak bulayım…. "Eski Ormanlara Mektup" imiş, "ben" kelimesi de benim eklememmiş)

Buraya iki sene önce ilk geldiğimde, bir süre üniversitenin misafirhanesi görevi de gören bir otelde 17 günlük bir maceram vardır. O sıralar bir yandan yeni işime, yeni dile, yeni ülkeye alışmaya çalışıyordum, bir yandan da noel tatili gelmeden evvel ev bulma koşturmacası içindeydim (böylelikle Bengü ve Ece’ye en kısa sürede kavuşabilecektim). İşte o günlerde canım fahri kan kardeşim Doğan’a bir mektup yazmaya başlamıştım.

Sonrasında o mektubu unuttum. Sonrasında o mektubu hatırladım ama bulamadım; bulamadığımdan, gönderdim mi, göndermedim mi emin olamadım. Ne yazdığımı zaten hiç hatırlamadım.

Bu blog vesilesiyle tanıştığımız sevgili Canan’a da bir mektup yazıp gönderdiydim (pek bir mektup yazıp gönderici bir kişiliğim vardır). Sonra o mektup Canan’ın eline geçmedi, sonra ben yine şüpheye düştüm, önce acaba o mektubu göndermiş mi idim, ardından, öyle bir mektup acaba aslında hiç varoldu mu, diye.

Bugün ofisin kapısı açıldı, varlığından şüphe eder olduğum işte o mektup, üzerinde yavru ağzı bir iade çıkartma ("RETOUR : İADE — Déménagé / Buradan ayrılmıştır", PTTnin beynelmilel lisanı anlaşılan hala frankofon milletlerine ayarlı, olsun, öylesi daha hoşuma gidiyor zira bir istimpunk havası taşıyor resmiyette Fransızca kullanımı). Sağolsunlar, işte sağ salim geri getirdiler mektubu. Mektup, yumuşak-nazik bir şekilde açılmış, içindeki bunalım-sıkıntı yüklü hava bir ihtimal ciğerlere çekildikten sonra, ülke sınırları içinde bulunması sakıncalı addedildiğinden olacak, İspanik ellere geri uğurlanmış. Ne yazmış olduğumu bilmiyorum, oldum olası yazdığım mektupları bir kez daha okuyamam – gerek göndermeden evvel, gerekse, yazma sürecine uzun bir sekte girdiyse, nerede kaldım, neler yazmışım bir bakayım diyerekten (Woody Allen da bir kez kurgu masasından kalktıktan sonra hiçbir filmini izlememiş olduğunu belirtmişti, kem küm gak guk…).

Geçen ay, önemli bir belgeyi arıyordum, coştum, bir bahar temizliğinde evrakı, makaleleri sıraladım dizdim, aralarından başta belirttiğim Doğan’ın mektubu da çıktı. Elbet sırası geldiğinde gönderilecektir bir gün.

Sırt üstü yatmak anlamındaki de ayrı yazılır.com*

And now for something completely different: Bu sene kendimi geliştirmeye karar verdim: işe sırt üstü yatıp uyuma talimleriyle ve "de" bağlacının yanlış kullanımından ve yazımından rahatsız olmamaya çalışmakla başladım. Açıklayayım efendim:  Kendimi bildim bileli yüzükoyun uyurum, ilkokul 2’den beri de yastıksız. Geçtiğimiz yaz, baktım epey toplamışım (kilo bazında), "dur bir perhize gireyim" dedim: abur cuburdan, kırmızı etten, pattestava vesairden uzaklaşıp, baklagil-sebze-meyve üçgenine yanaştım. Hızlıca sonuç almaya başlayınca, bu sefer de "bu gidişatı sporla destekleyeyim bari" diye düşünüp, akşamları birtakım ilginç hareketler yapmaya başladım. İşte, artık her yanımdan sağlık fışkırınca, son hamleyi de uyuma şeklimi değiştirerek gerçekleştireyim dedim, olay bundan ibaret (bu kadar sıkıcı ve gereksiz). Gelelim şu "de" bağlacının meselesine – eskiden yılmaz savunucusuydum, kimsenin yüzüne vurmasam da, bana gelen e-maillerde mesela, çaktırmadan alıntı kısmında düzeltirim, kimsenin de ruhu duymaz. Sonra, geçtiğimiz ay Necdet Yücel, blogunda "Eleştiriye cevap vermemenin 42 yöntemi" başlıklı bir yazı yazdı, ben de okudum, onun daha ilk maddesinde bu konuya (biraz da ters istikametten) değiniliyordu, ben de "ne diye canımı sıkıyorum, derdimiz ‘de, da’ hataları olsun" dedim (ya da Gürer Beyciğimin deyişiyle "öeh!"). Sırtüstü uyuyabilmeyi becerebilirsem bunu haydi haydi becerebilirim, sıkayım dişimi (¡A por ellos!). Geçen gün xkcd’de şu çıktı, manyaklık bir değil, iki değil, nereye kadar (n sonsuza gider):

http://xkcd.com/1015/

Punks not dead (in the heat of the night)
Yılbaşı tatilinde, bildiğiniz üzere Barışlarda, Belçika’da toplandık, bir günlüğüne de Hollanda sınırını geçip, Delftceğimizi ziyaret ettik. İşte, Delft’te akşam vakti arkadaşlarda -biraz da yorgun- otururken, ev sahibi Remko, bana ne tür müzik dinlediğimi sordu da, adımı söylüyormuşçasına, hiç düşünmeden, "80ler ve punk" dedim. Gerçi sonrasında Remko gayet anlamışçasına bir "hımmm…" deyip klasik müzik çaldı ama olsun, caz da çalabilirdi nitekim. İşte "80ler ve punk" deyişim, hayatımda yeni bir dönem açtı (/onun gibi bir şey), böylesi ucube bir şeyin bu kadar benimsenmiş ve doğal bir şekilde kendinden ibrazı kendime saygımı arttırdı (paradoksal olsa da), şimdi burada biraz deneyip de akabinde beceremediğimi anladığım bir şekilde, yani tarifi pek mümkün olmayan bir şekilde, mutlu ve huzurlu oldum (bunu yazınca da "hani diyelim ki çirkin bir kız arkadaşınız vardır, arkadaşlarınızın görmesini istemiyorsunuzdur fakat onunla da çok iyi vakit geçiriyorsunuzdur, sonra bir gün yeterbea! çekip bütün dünyaya açıklarsınız da rahatlarsınız, film de mutlu sonla biter" örneği aklıma geldi ama bu teşbihle de açıkçası pek tatmin olduğumu söyleyemeyeceğim). Neyse, yarın öbürsü gün, anneniz-babanız olur, öğretmeniniz olur, işte soracak olurlarsa "sururi ne tür müzik dinliyor kuzum?" diye, çekinmeden bildirebilirsiniz: 80ler ve punk. (bkz. Klozetten çıkan adam)

Bobby‘nin ellere dikkat! Böyle el paletleri vardı bir de benim çocukluğumda

olan bitenler…
İşte siz uyurken olan bitenlerin bir kısmı bunlar. blogda okumadığınız eski tarihli girişler olabilir – onları yazmaya başladığım tarihli oluyorlar, yayınlayınca da arkalarda çıkıveriyorlar, ya da ben bir müddet geçtikten sonra yayına alıyorum, her şey olabiliyor. Neyse, en azından yılın listeleri bitti, artık yorumlara yorum yazmaya başlayabilrim.

(Sevgili Bilge,
Bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de.
OA – TO)

“daha iyi bir ben ve dahi iki mektup” için 9 yorum

  1. argh! — Evek, efendim, bir de kesme isaretiyle bitistirdigime gore (“Turkiye’de”), bilincaltim benden atik davranmis demektir. Argh ya! (benim yeni yil rezolusyonum daha cok, asiri zengin birinin “artik zavalli fakirciklerin fakirliklerini yuzlerine vurmayacagim, ayni odada olmasa bile, ayni binada bulunabiliriz, unutmayayim da nobetcilere soyleyeyim” demesi gibiydi… Yoksa karsilasinca gozlerim acimiyor mu, aciyor, hele bir de ben yapmissam gozlerim yuvalarindan firliyor mu, kizariyor muyum, sí! (bkz. “evetanlamindasiaksanlayazilir.com” 8)

    (istatistiksel olarak, yazdigim her 3 kelimeden/harf obeginden biri “de” baglaci oldugundan, 29 taktilolu maymun hesabi, hesap bazen sasabiliyor kem kum..)

    Sagolun kralicem uyariniz icin, hic gocunmadim, hemen de gidip duzelttim (aka ne hatasindan bahsediyorsunuz, hani nerede?).

  2. tam yeri tam zamani — Argh! 8) Bugun ben suna ve suna bakiyordum ki, Hande’den bu geldi (anlamam icin onun anlatmasi gerekti ustune ama birkac gunluk yorgunluk ve uykusuzluk var, ona veriniz), simde de sen yukaridakini gonderince, kare oldu. 8)

  3. ibrettt — karikaturlerin her biri kendi basina ibretlik (ben bir de bir fotograf gormustum, “egitim cocugu sevmekle baslar” vecizesinin onunde, nese icinde ogrencisinin kulagini ceken bir ogrenci ile kulagi cekilen nese icinde bir ogrenci var idi 8). bense lise cografyasinda/tarihinde/felsefesinde giden omrumu geri istiyorum. hepsi yalan, hepsi yalan!

    neden din hocalari oyle, beden hocalari boyle olur bir de? (neden bu kadar gozyasi doker, ve yine de sevinclidir boyle bulutlar? (p.neruda, sorular kitabi))

  4. eşek & su — 🙂 o karikatür, eşek sudan gelinceye kadar dövmek deyimine bir alternatif gibi geldi bana.

    Mesleğimin ilk yılında çekilmişti o fotoğraf. İlk sınıfımda 63 öğrenci vardı. 63 çocuğun öğretmeni olmak pek kolay değildi. Yüzme dalgalı denizde öğrenilir derler, ben o yıl öğrendim sayılır yüzmeyi. Ondan sonraki yıllarda da artistik hareketler ekledim. Boğulmayacak kadar yüzüyoruz işte.

    O dersler yalan olabilir evet ama ya lise psikolojisi, o da mı yalan?

    Ağla ağla açılırsın, derler. Bulutlar da ağladıkça açılıyor (neşeleniyor) olabilirler. 😀

  5. Başlıksız — “J’attandrai le jour et la nuit” diye başlayan bir dalida şarkısı olacaktı (plus rien ne vient)

Emre Sururi için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir