Fermi Paradox

Fermi Paradoksu’nun (yani neden ileri bir medeniyetin bizlerle halen bağlantı kurmamış olduğunun) yanıtını az evvel buldum. İlla ki sanal aleme yenik düşme. Yani bir medeniyet yükselip de uzayda mesaj gönderebilecek seviyeye (ama biyolojik ama teknolojik ama sanatsal, sonuncusunda dalga geçiyorum, pun var, atlamayınız keh keh 8) geldikten az sonra (siz deyin 50 ben diyeyim 150 yıl bizim standartlarımızda), sanallaştırmayı efektif bir biçimde başarıyor (yani gerçek hayattan ayırt edilemeyecek şekilde), “eh bu kadar kastım, biraz daha kasayım, enerji sorunumu da çözeyim, zaten minimal gereksinimde olacağım” deyip, enerjiyi de kendine yeter / kendini çekip çevirebilir, yenilenebilir (sustainable) hale getirdikten sonra, giriyor sanallaştırma kabinlerine, düdülerine artık her neyse, işte ona, ister kendini galaksinin hakimi ilan ediyor, ister bütün önceki bilgisini formatlayıp yeni bir şeylere başlıyor, işte orada GOSUB WITHOUT RETURN modu başlıyor. Kendilerini de sağlama almak için mümkün mertebe görünmez/bulunmaz kılıyorlar (iç mihrak/dış mihrak), ondan sonra da vur patlasın, çal oynasın, kim kime dum duma. Budur arkadaşlar, sağ olun, var olun.

Darısı başımıza.

Hamiş: Enerji kadar gerekli olmasa da, yine de üremenin yani soyunu devam ettirebilmenin de sustainable olması iyi olacaktır, sonra demedi demeyin. Bir de tabii orada galaksilere hükmederken, burada aslanlar ya da fareler (kulağınızı yerken tükürüklerindeki bir salgıyla uyuşturuyorlarmış, hiç uyanmıyormuşsunuz bile) tarafından yenmek de var kaderde ama enerjiyi halleden kişi elbet bir sinkov, askov, farkov da icat edecektir, etmelidir, etmemişse bir bakıma hak etmiştir zaten.

Bir de beyin overdrive mevhumu var ki ona da sonra (yalan) değineceğim. Bir programı çalıştırdığınızda kendi başına işlem yapması 10 dakika sürüyorsa, siz ona düzenli olarak ekrana rapor verme rutinleri ekleyin de görün bakın nasıl artık 1 saatte ancak yapabildiğini az evvelki 10 dakikalık işi. İşte, düşüncem odur ki, siz duyuları atlayıp, beyne doğrudan I/O (giriş/çıkış) çalışabilmeyi başarabilirseniz, o da size mesela şimdi 1000 yılda yaşadığınız hadiseleri duvar saati ile 10 saniyede yaşamanızı sağlayabilir. Böylelikle bir nevi ölümsüzlük ya da yeniden doldurulabilir piller / hard diskler gibi olursunuz (yeniden doldurulabilir pillerin genelde 1000 dolumluk mu ne ömürleri var, keza hard disklere de ancak belirli bir sayıda yazılabiliyor ama piller bu kotayı doldurana kadar kayboluyorlar, hard diskler de o limite ulaşana kadar kapasite açısından pek güdük kalıyorlar, sonuçta dibini göremiyorsunuz).
Eh onu da becerince, hangi ırk, hangi medeniyet olursa olsun, bizde iki nesil geçene kadar kırk kere ascension’a geçerler.

Özetle, buyrun size Sururi önermesi:
Bir medeniyetin enerjinin sürdürülebilirliğini ve algı açısından gerçekle eşdeğer sanallaştırma teknolojisini bulması, onun kısa zamanda dışındaki olaylara ilgisini tamamıyla kaybetmesine yol açacaktır (nokta)

Jacob Holdt ve Vanessa Winship

Rotterdam Kunsthal’da, Hopper ve çağdaşlarının sergisinden başka, birkaç etkinlik daha vardı. Bu etkinliklerden Jacob Holdt’un “United States 1970-75″i kendisinin (ki Danimarkalı bir kendi olur kendisi) işte başlıktaki 5 yıl boyunca Amerika’yı gezmesi ve özellikle ırkçılık ve dağılımdaki eşitsizlikleri belgelediği binlerce resmin içinden seçilen resimlerden mürekkepti. Çarpıcı ve çarpıcıydı. Fotoğrafçı sanat amacı gütmeden (ya da bu güdüyü çok arka plana atarak diyelim) fotoğraf çektiğinde ne kadar çarpıcı olabiliyorsa o kadar etkileyiciydi. Gördüğüm fotoğraflar arasından not aldıklarım şunlar:

Nadat Alphonso
Nadat Alphonso

Set in Brooklyn
Set in Brooklyn

Arizona
Arizona

Fear and Guns
Fear and Guns

Bar in Florida
Bar in Florida

Rich Girl with Cuban Maid
Rich Girl with Cuban Maid

Charles Smith
Charles Smith

Adını bilemedim bunun.
Adını bilemedim bunun.

İki resim daha vardı, onları da internette bulamadım – birinin adı “Famillie in de buurt van Elizabethtown” olarak geçiyor, diğeri de “Klanmanen kleden zich voor een rally” ki ikisi de İngilizce’ye, oradan da Türkçe’ye kolaylıkla çevrilebilir ama ben yapmayacağım..

“Bar in Florida” ile şu sizin görmediğiniz Elizabethtown’daki aile beni benden alan iki resim oldu (bir de hikayesi ile Charles Smith var). Harcanan zeki insanlar her zaman yıkıcı bir şey ama -benim için- bu insanlar hele de karşı cins ise, yıkımın gücü iki, üç, dört, çok katına çıkıyor… Dediğim gibi, resimlerin hiçbiri kurmaca değil, hepsinin hikayesi var, sayfasının girişinden başlayıp takip etmenizi öneririm buradaki örneklerden etkilendiyseniz şayet.

Vanessa Winship’i de yarın burayı editleyip yazayım, tamam mı?

(Sonradan edit: beklemedim yarını – hemen bir iki cümle yazayım, bağlantıları vereyim, içim rahat uyuyayım 8)

Vanessa Winship, 2003-2007 yılları arasında Türkiye’de yaşamış bir İngiliz fotoğrafçı. Türkiye’nin doğu sınırlarındaki okulları dolaşıp, oradaki kız öğrencileri görüntülemiş. Umut dolu ve bu yüzden de insanın içini burkan ışıl ışıl fotoğraflar. Özellikle sınır bölgesinde çalışmasının sebebini, böylelikle halkların geçiş noktalarında durarak farklılıkların aslında ne kadar da benzer olduğunu (da) göstermeye çalışmış “Sweet Nothings” adlı sergisinde (ve inanmayacaksınız ama vıcık vıcık katalog ağzı kokan bu paragrafı bir yerden kopyalayıp/yapıştırmadan, bizzat kendim yazdım, ben bile şaşkınlıktayım).

Resimlerin büyük çoğunluğuna (hepsine?)  fotoğrafçının sayfasından ulaşabilirsiniz.

Vanessa Williams - Sweet Nothings


Vanessa Williams – Sweet Nothings / Türkiye 2003-2007

Bir şey daha söyleyecektim, unutmuşum, tekrar geri geldim – Allah, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden de, Kardelenler Projesi’nden de, Baba Beni Okula Gönder Kampanyası’ndan da, bilemediğim fakat öyle ya da böyle bir şekilde normalde evde/tarlada kalacak kızların okula gitmelerine katkıda bulunan herkesten razı olsun. Denizde bir kum tanesi dahi olsa ne büyük bir farktır o.

İyi ile kötünün bahçesinde geceyarısı.

The Sea, The Sea’yi 10 yıldan sonra, ikinci kez bitirdim. Yine çok etkileyici ama daha evvel buralarda bir yerlerde belirttiğim üzere, o seferki okuyuşumda nasıl sağ kaldığıma şaşmadım değil.

Çoktandır yazmak istediğim bir konu vardı: İyi, kötü, vesaire.. Iris Murdoch gazıyla yazdığım düşünülebilir, hem belki gerçekten de öyledir.

Öncelikle bir disclaimer atalım ahkamlarımıza başlamadan evvel: bu söyleyeceklerim tabii ki benim nacizane düşüncelerimdir, ne sandıydınız ya?

İyi ile kötü diye şeyler var. Doğru ile yanlış olan şeyler de. (Bu gidişattan da tahmin edebileceğiniz üzere) bunlar (iyi:doğru ; kötü:yanlış) aynı şeyler değil. Fizikte simetri diye önemli bir kavram var: bir değerin/anlamın, belli bir değişim operatörü altında aynı kalması şeklinde tanımlanıyor. Detaya girmeyeceğim. Doğru ile yanlışı çoğunlukla böyle ayırt ediyorum — bir eylem/edim/olgu/nasıl adlandırırsanız, zamandan, mekandan, kişiden ve diğer etkenlerden ne kadar bağımsızsa o kadar doğru benim için. Mutlak doğru var mı? Yine benim tanımıma uyacak olursak herhalde bu sadece ideal bir küre olurdu 8). Gene fizikten anolojiye devam edecek olursak, yüksek simetriye sahip nesneler düşük simetriye sahip benzerlerine göre çok daha fazla özellik ihtiva ederler, onları kapsarlar ama daha fazlasını da sunarlar. Genel olarak erişmesi daha zordur (“Doğru olan şeyler genellikle yapması daha zor olan şeylerdir.”). Bir örnek vermek gerekirse, yanlış bir nesneden gelebilecek doğru bir eylem onu doğru bir nesne yapmasa da, doğru bir nesneden gelebilecek yanlış bir eylem onun doğruluğunu yitirmesine sebep olacaktır (Doğru/yanlış ile iyi/kötü arasında sanırım buradan çıkarak bir bağlantı kurulabilir).

Hazır lafını etmişken, gelelim iyi ile kötü kavramlarına. Bakın, insanların yüzlerce yıl üzerinde tartışageldikleri bu kavramları nasıl da çatır çatır çözümleyip huzura kavuşturuyorum karmaşık bünyeleri! -Hatırlatayım: Gene benim için- iyi ile kötü, bencillikle (~empati yoksunluğuyla) ve onun dereceleriyle ayırt edilir. Bencilin karşıtı nedir? Verici mi?.. Sadece bencil olmak kötü olmaya yeter-şart mı? Evet ama daha kötüsü de var, bile bile, farkında olarak bencil olmak. Burada duralım aslında, hangisinin daha kötü olduğunu düşünmek istedim: farkında olarak bencillik yapmak mı daha kötü, yoksa farkında olmadan, doğal olarak bencil olmak mı? Az evvel söylediklerimi geri alıyorum, düşününce farkında olmadan bencilliğin olabilecek en kötü şey olduğuna karar verdim. Çok, çok basit bir sebeple:

– Kötülük yaptığının farkında olmayan bir insanı hakkıyla cezalandıramazsınız, farkına vardıramazsınız.

Ne kadar korkunç bir çıkarım, değil mi? Kabul ediyorum. Aslında bu da -her şey gibi- göreceli. Eğer bencilliğinin farkında değilse, ve bir şekilde yaptığının kötü bir şey olduğunun farkına varınca yapmayı bırakıyor ve dahası pişman oluyorsa, bu durum yaptığının kötü bir şey olduğunun farkına vardığı halde pişman olmayıp o andan sonra bilinçli olarak yapmaya devam ettiği duruma yeğ olmakta. O zaman durum değişiyor gibi, çünkü artık bile bile yapmanın ağırlığı var. Ama, şu laf karışıklığı yapıp, oradan kafa karışıklığını amaçlayan bilmeceler gibi (“3 kişi bir lokantaya giderek yemek yiyorlar. Yemek yedikten sonra garsonu çağırıp hesabı istiyorlar. Garson hesabın 30 lira olduğunu söylüyor. 3 kişi 10’ar Lira vererek 30 lira hesabı ödüyorlar. Tam masadan kalkarken garson tekrar geliyor ve bir yanlışlık olduğunu, hesabın toplam 25 lira olduğunu söylüyor ve 5 liralarını geri veriyor. Bu 5 lirayı nasıl paylaşacaklarını düşünüyorlar ve 3 kişi bu 5 liranın 1’er lirasını geri alıyor 5 liradan geri kalan 2 lirayı da garsona başiş olarak veriyorlar. Daha sonra lokantadan çıktıktan sonra kafalarına takılıyor ve hesap yapıyorlar. Kişi başı 10 lira verip 1 lirasını geri aldık yani kişi başı 9 lira verdik 3 kişi 9 liradan 27 lira yapar 2 lira da garsona başiş verdiğimize göre toplam 29 lira yapar peki 1 lira nereye kayboldu”) ben de bir ihtimali atladım parmak çabukluğu ile: bencillik yapan kişi uyarılsa bile yaptığındaki kötülüğü -samimi olarak- göremiyor. İşte en kötüsü bu. Yani, özetle, altın gümüş ve bronz madalyaları açıklayacak olursak, işte en kötüler:

Altın – Yaptığı bencilliği uyarılsa bile kötülük olarak algılamayanlar
Gümüş – Yaptığı bencilliğin kötülük olduğunu bile bile yapmaya devam edenler
Bronz – Yaptığı bencilliğin kötülük olduğunu uyarılınca anlayıp yapmayı bırakanlar.
Mansiyon (ve aynı zamanda altın yine, çünkü potansiyel kurtuluş olsa da, efektif olarak eşdeğer) – Yaptığı bencilliğin kötülük olduğunu bilmeyenler ve asla uyarılmayanlar.

Burada doğa, bencillerden (nam-ı diğer, kötülerden) yana. Çünkü daha evvelki yanlışın doğruluk yapmasının onu doğru yapmayacağı ve fakat doğrunun kötülük yapması halinde kötü olacağı köprüsünden yola çıkarak, kötülüğe kötülükle karşılık vermek, -eğer önceden iyiyseniz bile- sizi de kötü yapacaktır (ayrıca, asla kısasa kısas yapamazsınız ne yazık ki. Neden?

1. Kötülük yaptığı sırada kötülük yaptığının farkında değilse, bir nevi masum bir insanı cezalandırıyor olacaksınız (George Orwel, pazarı dağıtan fil üzerine);

2. Kötülük yaptığı sırada kötülük yaptığının farkında ise ve bu yaptığından ötürü üzüntü duyuyor fakat kendini yapmak zorunda hissediyorsa (mesela sevdiği bir şeyin “iyiliği” için daha az sevdiği bir başka şeye o daha az sevdiği bir başka şeyin istemediği bir edimde bulunmak) zaten bunun acısını çekiyordur ve dahası, siz ne yapacaksınız karşılık olarak? Onun sevdiği şeye mi zarar vereceksiniz? Buna hakkımız yok ki (güzelim);

3. Kötülük yaptığı sırada kötülük yaptığının farkında ise ve bunu da üzüntü duymadan yapıyorsa (diyelim ki şu filmlerde göregeldiğimiz Doğu Avrupa mafyaları), zaten değer verdiği bir şey yok, gene ceza opsiyonlarınızda hayli sınırlısınız. Adam kaçırıp fidye istiyorlar diyelim, ne yapabilirsiniz buna karşı? Hapse mi atacaksınız? Kaçırdıkları adam eğer iyi bir insansa (müşfik aile babası, fakirlerin dostu) o insanla bu sizin mafya adamınızın değeri bir olmaz ki. Hem zaten, insanların hapsedilmesinin arkasındaki mantık toplumdan izolasyona sağlanması değil (öyle olsa idam edilirlerdi), yaptığı hatayı anlayıp, pişman olması ve topluma kazandırılması (asmayıp beslemek). Ama öyle olmuyor, hapise girip de düzelen kaç kötü insan tanıyorsunuz? (Bu cümleden a: hapse giren insanlar kötüdür ve/ya b: hapse giren insan düzelmez anlamlarını çıkartanlara ayrıca teessüf ederim.)

Adil ceza yok yani, kısaca). Peki ne yapabiliriz? Yanlarına mı kalacak yaptıkları kötülükler? Bu noktada devreye, tahmin edeceğiniz üzere, ilahi adalet girmekte. Havale ediyoruz (ben öyle yapıyorum en azından). Hemen soralım: diyelim ki mahşer/ahret günleri ve haftaları geldi çattı, bana da fikrim soruldu: “bu senin canını sıkan kötü insanları bir anda yok mu edelim, yoksa cehenneme atıp, orada işkence mi edelim?” benim cevabım belli ama orada öyle söylenmez tabii pat diye, “trick question” diye bir şey var. E güzelim ne oldum ben şimdi bu “güzel” dileklerimle? (Soru: “iyileri koruyan bir süper kahraman mı olmayı seçerdiniz, yoksa kötüleri cezalandıran bir süper kahraman olmayı mı?..”) Peki ilahi adalete inanmayanlar ne yapmalı? Bence karamsar olmalılar, ben öyle olurdum, ama gördüğünüz üzere, inansak bile o konuda pek ümit verici açılımlar olamıyor (ben elimi kirletmeyeyim, ilahi adalet benim yerime eziyet etsin.. peki onlar yaptıklarından pişman olunca ne olacak? işkence altında itiraf gibi bir şey olmayacak mı? buna da ilahi çözüm -bana soracak olursanız, ki çok bilirim bu konuları, 15 kitabım var konu üzerine, 3’ü doktora tezi- olarak, empati aşısı (şurup şeklinde de alınabilir) yapıp, yaptıklarını gözden geçirmesi olacak ama işte o zaman da o insan o insan olmayı bırakmış, başka bir insan olmuş bir insan olmakta). Futurama’da, Bender’s Big Score’un hemen başında var bu muhabbetler. Prof. Farnsworth, programı iptal eden Fox’taki sorumluların kovulduğunu söyler, herkes sevinir; ardından fena halde dövüldüklerini ekler; en son da bir kısmının darpa dayanamayıp öldüğünü ve tozlarından pudra yapıldığını..

Kötüleri hiç mi savunmayacağım? Savunacağım tabii ki, bizzat denedim, herkes kötü olamıyormuş. Kaba bir insan olamam mesela. Garson yemeği 2 saat rötarla getirse bile ters bir şey söylemem, aldığım alet çok bozuk çıksa, ben de onu değiştirmeye gitsem ezilir büzülürüm, sadece rengi kutusunda yazandan farklı çıktı diye çalışanları küfürle ezen bir zorbaya korkudan nasıl koştura koştura hizmet edeceklerini bilmeyen servis elemanlarına acırım ben. İstesem de yapamam. Sınırlarım var mı? Vardır elbet ama bilmiyorum, şimdiye kadar başıma gelen şeylerde aşılmadılar. Kötü olmayı deneyin, diğer insanları ezmeye çalışın, karıncaları bile bile ezin (literally), kolay değil, kötülerin hakkını teslim etmek lazım. Ben kimseyi dolandıramam, soyamam, kaçıramam, kimseye tacizde bulunamam. Yapana saygı duymuyorum ama iyi olduğumu düşünmem, kötülük yapmadığım için değil, kötülük yapamıyorum zaten, yani benim için bir seçenek değil iyilik ya da kötülük. Seçim olmaktan çıkınca da argümanı devam ettirmenin bir anlamı kalmıyor.

İyilik ve kötülük kendimiz dışındaki şeylere yönelttiğimiz edimler sonucu tanımlanan olgular. Bu yüzden bencillik hayli başarılı bir kıstas olmakta. Eğer başka bir insana rahatsızlık veriyorsanız, kötülük yapıyorsunuz. Niye başka bir insana rahatsızlık verirsiniz? Kendi istediğiniz bir şey için (yaptınız çünkü yapmak istediniz). Bu noktada da, biliyorum, hemen diyeceksiniz ki, A kişisinin B kişisine yaptığı şey B’yi rahatsız etmezken, C’ye aynı şeyi yapınca C rahatsız oldu, n’aber? N’aber’i yok, cevabım net ve basit: A kişisi C kişisine kötülük yaptı, B kişisine değil (dikkatlice okumuyorsunuz galiba yazıyı – İyilik ve kötülük kendimiz dışındaki şeylere yönelttiğimiz edimler sonucu tanımlanan olgular. — peki bencillik nerede kaldı o zaman? Bencillik diğer kişilerden bağımsız olarak var olan bir şey olmalı, değil mi? Evet, haklısınız. Düşünüyorum… (epey düşündüm ve tıkandım)… —–

Gelelim güzel haberlere ve bu yazının fütüroloji kısmına: Efendim, hayalim ve inancım odur ki, bu dünyanın bir simülasyondan ibaret olduğunun bir şekilde ayırdına varıp, nimetlerinden faydalanmaya başlayınca veyahut da bizzat kendimiz sanal dünyalarda yaşayabilmemizi sağlayacak teknolojiye erişince bu dertler bitecek. (Şu anda (an=zaman)) kullanmakta olduğunuz mesajlaşma programını (Jabber, Facebook, MSN, vs..) düşünün.. Tanımadığınız biri sizi sürekli taciz ediyor (hoşunuza gitmiyor, demek ki bu kişi kötü (ama bencil mi?). Ne yapıyorsunuz? “Do not feed the troll!” kanunu uyarınca, kendisini blokluyorsunuz ve oluyor da bitiyor maşallah. Bana gelince, bundan 40 yıl sonra, sadece “şu-şu-şu filmleri/müzikleri/kitapları/zopikleri okumuş, şu blogtaki şu entry’yi yazmış, şunu şunu yapmış” insanları gördüğüm (visible) bir dünyada yaşıyor olacağım, çok mu hijyenik geldi? o zaman şöyle yapalım, bu dünyadaki herkesi dahil edelim, ben insanları tanıdıkça çıkartayım dünyamdan (- Eller yukarı Emre, sökül paraları! – Sen yoksun ki (karşıdaki kişi -benim için- yok olur. Onu kara listeme eklerim, tanıdıklarım da isterlerse çıkartırlar böyle de faşizan bir cennette yaşarız kimseye yük olmadan). Ya da gazetede haber: “Alkollü sürücü / babası zengin olup milyorluk arabasıyla aşırı hız yapan oğlan kaza yaptı”, güle güle o insan benim dünyamdan.)).

Kötülük ve kötüler şu anki dünyamızda avantajdalar. Prestij sahibiler öncelikle. İstedikleri oluyor, istediklerini yapabiliyorlar. Etraflarındaki insanlar bir gün onlar gibi olmak istedikleri için / ya da yakınlarında olmanın nimetlerinden faydalanabildikleri için, onlara hizmet ediyorlar. Ama olası zayıf noktaları da bu gibi. Etraflarındaki insanlar da büyük ihtimalle kendileri gibi benciller ve belli bir sadakatlari yok. Arkadan vurabilirler ya da kolaylıkla çekip gidebilirler. Onlardan kurban olarak faydalanamazsınız çünkü ihanet ve terk etme ihtimalini arttırır, o yüzden kurbanlarınız sizin gibi olmayan insanlar olmalı, tebaanızın dışında ve bu da garip bir şekilde kötüleri kurbanlarına bağımlı yapıyor. Şimdi çözüm geliyor, kurtuluş geliyor: Size kötülük yapan insanları, başkalarına kötülük yaptığını düşündüğünüz insanları yoksayabildiğinizi (ignore) düşünün, kötü insanların toplumun dışına itildiğini ve bunun tümüyle bireysel bir hareket olduğunu (yani ben istemiyorum kendisiyle görüşmeyi ama sen istiyorsan görüş kardeşim ya da (“z” ile mutlaka)herkez bana visibl ben sana). imagine there is no heaven, above is only sky.. sen sağ ben selamet.

Haydi bakalım. Insert coin to continue..

Hamiş: Matrix değil çok merak ediyorsanız, yani belki o da vardır ama hakikaten çok az… Stanislaw Lem, Gelecekbilim Kongresi. 10 kere, 1000 kere. Yaz tatiline filan gidiyorsanız, ideal kitap. Gitmiyorsanız da ideal, sizi kandırmak için öyle demiştim, her halikarda okunabilirliği çok yüksek, üstüne üstlük komik.

Hamiş 2: Çok merak ediyorsunuz diye söyleyeyim dedim: “Nasıl biliyorsan, sen kendine öyle yap arkadaşım, bana karışma, ben sana karışmıyorum zaten, kimseye de karışma.” hayat felsefem (bir nevi live and let live revisited yayınları).

Şeytanın SQL Query’leri

Bunu yazmayı unutup duruyorum ama asıl olanı tam da bu:

DELETE FROM insanlar WHERE empati<0

(yedeğini de silmek lazım gelir bunların).

İyi bir insan olsa şunu çalıştırırdı herhalde ama ben almayayım:

UPDATE insanlar SET empati=-empati WHERE empati<0

Neyse, bu kadar geek talk yeter. Yakında kalçırıl girişlerde buluşmak dileğiyle, esen kalın.