Güzel şeyler…

Buralara genelde fizikle ilgili bir şeyler yazmayı pek tercih etmiyorum ama bugün güzel bir şeyler oldu, fizikle de ucundan ilgili. Aşağıdaki resim 2013 yılının sonundan, 20 Aralık 2013, 19. Yoğun Madde Fiziği Ankara Toplantısı‘ndan.

2013-12-20_11-01-33_ymf19
YMF19, Gözde ve bir dolu diğer güzel insan.. (“eski” resim diye izinsiz yayınlıyorum – yine de görünenlerden istemeyen olursa tabii ki hemen kaldırırım)

Fotoğrafta yanımdaki sevgili Gözde – Gözde ile bir aksilik olmaz ise yarın öğlen buluşuyoruz, sonrasında doktorası için TUDelft’e gidiyor!.. 8) Hemen önümüzde Özge, Gökhan, Merve ve sevgili Selma (uzak düştük Selma ile de… hayat!..) arka planda Nizami Hoca yeni geliyor, çaprazda, kendisine yer bakan da Berke olsa gerek (Berke ile Fatih’le de çoktandır haberleşemedik, yarın ilk iş bir mesaj atayım)…

O sene sağolsunlar, beni de konuşmacı olarak davet etmişlerdi de ne kadar mutlu olmuştum. Bu toplantı benim için bir dönüşüme de vesile olmuştu — YMF19’a kadar, katıldığım her konferans bir yükümlülük, sıkıcı bir gereklilik idi, kısacası şu sevimsiz anlamıyla “iş” idi. YMF19’a geldiğimde bir anda bir dolu sevdiğim, ama uzaktan ama yakından tanıdığım bir sürü güzel insanla, çoktandır görüşemediğimiz bir dolu arkadaşla çevrili bulmuştum kendimi. O zamana dek konferansları birbirleriyle nice aradan sonra bir araya gelme vesilesi haline getiren hocaları kıskanırken, fark etmiştim ki, artık ben de onlardan biri olmuştum.

YMF dönüşümlü olarak 5 üniversiteden birinde düzenleniyor: ODTÜ-Bilkent-Hacettepe-Gazi-Ankara. Ben konuşumamı Bilkent’te yapmıştım, ertesi sene Nadire Hacettepe’de sundu çalışmalarını, o esnada yavaştan Hacettepe’li oluyordum ben de…

Neyse, evvelsi gün kötü bir gündü — saydım, akademik hayatım boyunca (2000+), ortamım nedeniye düzenli olarak maruz kaldığım / bu durumdan kaçamadığım gerçek anlamda tatsız 3 (yazıyla: üç) insana rasgelmişim (dün üçüncüsüne tosladım, moralim epey bozuktu). Sonrasında düşününce, ne kadar da şanslı olduğumu fark ettim. Bazılarımızın hesabına her gün bu tür insanlardan 3’er tane daha yazılıyor…

Zaten diyeceğim o değildi… Geçen sene sağolsunlar, YMF’nin düzenleyicileri arasına beni de kattılar, bugün bu seneki YMF için toplandık, bir sürü güzel insan arasında kaldım, öyle mutlu oldum ki! Üyelerin pek çoğunu zaten tanıyordum, yeni tanıştıklarım da çok iyi insanlardı, bütün pillerimi şarj ettim.

Yazının başından beri Polyanna’ya taş çıkarırcasına yazdığımın farkındayım ama öyle işte. 8)

Eki

Geçen gün Bengü ile Eki’yi konuşuyorduk, “küsüştük… o yüzden beni aramıyor” dedim, “seninle küsse küs, beni niye aramıyor ki?” dedi. Böyle yazınca merak uyandırıyor, farkındayım, kurguda olsa açıklama filan olur, bilirsiniz ama gerçek hayatta olmuyor öyle şeyler… özetle, evvelki yaz Ekilere ayıp ettim, hem de çok ayıp ettim (kendi payıma “çarşıdaki hesap eve uymadı”), düzeltemedim de. Belki Eki’nin haberi bile olmadı, belki öyle denk geldi falan filan… neyse, geçelim, kapatalım artık bu konuyu.

Bir keresinde bir arkadaşımla bir tartışma sonrası aramızda soğuk rüzgârlar esmeye başlamıştı (daha önce yine bu minvalde bahsetmiştim diye hatırlıyordum, baktım, bulamadım), ben de o zamanlar epey unutkanım, evdeyim, telefon çaldı, açtım, bu arkadaş, güzel güzel konuşmaya başladık – sonunda dayanamadı, hem teşekkür etti, hem de şaşırdığını söyledi benim bu yüce gönüllülüğüme… yüce gönüllülük ne gezer, basbayağı unutmuşum dargın olduğumuzu! Belki Eki’ye de böyle olmuştur, her neyse, işte geçen gün telefonuma bilmediğim bir numaradan mesaj geldi, pas geçtim, sonra “ben Eki” dedi, nasıl nasıl nasıl sevindim!

Eki ile 93 müydü, 94 müydü tanıştığımızda… o bana sahilde çarpıp “gif!” demiş, ben ona “jpeg!” diye karşılık vermiş, işte öyle, geek’lik üzerinden arkadaşlığımız başlamış. Ertesi sene (ertesi sene yazdıysam, bir önceki tarihin ’94 olması lazım geliyor), yazın sonu, Artur’un boş bir zamanıydı, iki-üç kişi kalmıştık, beni Bengü adında bir arkadaşıyla tanıştırdı, sonra acil bir işi çıktı, Ayvalık’a gitti, biz Bengü ile bir başımıza kaldık, konuştuk, konuştuk, konuştuk (yalan, ben konuştum, o dinledi; sonradan “dinledim zira benim konuşmama hiç fırsat vermedin…” de diyecekti!).

Aslen mimar olup da, geek’liğin çağrısına teslim olan, süper kafa insan… ya ben Eki’yi daha önceden yazmamış mıydım? Bir saniye… yazmışım ya işte beyav..

eki_y_yo_dsc7383
Eki ile yo, 2007

Bir sürü anımız vardır Eki’yle; bunların yarısında ben yerlerde sürünüyorumdur (hem literally, hem figüratif skeyting).

“Gerçek” arkadaşlar

Başlığı “gerçek” diye yazınca insanın aklına hemen işte “zor gün dostu”, iyi, süper, goody two-shoes vs. ya da daha da acıklı olarak “hayali-olmayan arkadaşlar” gelse de, bugün burada toplanmamızın nedeni bu değil (arkadaşlar). Kast ettiğim şey hakikaten de kanlı-canlı, fiziksel olarak aynı ortamda bulunabildiğiniz, birbirinizin yüzüne bakarak sohbet edebildiğiniz arkadaşlar (evet, hakikaten o derecedeyim).

Tabii övünmek belki de ayıp bir şey ama yine de geçmişte de çok kereler tekrarladığım üzere, çok şükür birçok iyi arkadaşım var, onlardan da üç tanesi: Barış, Georgina, Nerea. Ama gel gör ki, hemen her gün iletişim halinde olsak bile, biriyle en son aynı ortamı 4 sene önce, diğeri ile 2 sene önce paylaştık (biriyle nispeten daha yakın zamanda görüştük, o yüzden dramatik etkiyi bozmamak için ikide kestim).

Hacettepe’de sağolsunlar, iki tane arkadaşım var: Eda ile Pınar Hanım. Eda ile tâ pedagojik eğitim (“eğiticilerin eğitimi”) sırasında tanıştık, Pınar Hanım’la da sabahları birlikte servisi bekleye bekleye tanıştık, arkadaş olduk ama işte Hanım ile Bey eklentilerinden bir türlü kurtulamadık, bâki kaldı bu kubbede.

Salı – Cheesecake

Eda ile doğum günlerimiz yakın, tâ ne zamandan birlikte kutlayalım, birimiz (Eda) meşhur cheesecake’inden yapsın, diğerimiz (ben) de elmalı turtasından diye kararlaştırmıştık ama işte doğum günleri ramazana denk gelince (hayır, ramazan efendi doğum günlerimize denk gelince), ben de epey bir oruçlu olduğumdan erteledik, erteleye erteleye geçen hafta salı gününe denk getirdik. O gün Ece de, Pınar Hanım’ın kızı sevgili Ada da benimleydi, kalktık gittik Eda’nın bölüme, bir güzel cheesecake’imizi yedik, çok afiyet oldu. Şapkamı Eda’nın bölümde unutmuşum, akşam sağolsun Eda servise getirdi, o vesileyle Pınar Hanım’la da tanışmış oldular.

Çarşamba – Cordon Bleu

Çarşambaları genelde Nadire geliyor sabahtan, öğleye kadar haftalık çalışmamızı yapıyoruz. İki sene kadar önceydi, ODTÜ’deyken Selçuk ellerindeki bir deneysel problemle gelmişti, simülasyonda problemin kaynağını/çözümünü bulabilir miyiz diye Nadire ile o konuda da çalışmaya başlamıştık, hâlâ da çalışıyoruz. İşte çoktandır görüşmüyorduk, durumu bir güncelleyelim, makaleyi birlikte gözden geçirelim diye Selçuk da bize katıldı, oradan da Beyaz Ev var, Hacettepe’nin güzel bir lokantası, oraya geçeriz demiştik; öğleden sonra da Hande uğrayacaktı, biraz VESTA ile bir şeyler yapacaktık, hep birlikte buluşalım dedik, öğlen işte Hande, Selçuk, ben, Ece, Ece’nin arkadaşı Doruk birlikte toplandık, sonrasında kahve kısmına Eda da katıldı, çok güzel vakit geçirdik.

CUMA – Şeytan Çikolata Giyer

Salı günü Eda cheesecake yapınca, ben de cuma elmalı turta yapayım demiştim, ama Pınar Hanım’ın da bana nicedir Cafe Fernando’nun Şeytan Çikolata Giyer / Devil’s Food Cake sözü vardı, bu vesileyle cuma günü onu yapmayı teklif etti, iyi ki de etmiş zira cuma günü, o en çok sevdiğim saat olan “çay vakti” zamanı bölümde toplandık (Pınar Hanım, Eda, ben, Ece, Ada, sonradan Süheyla Hoca da bize katıldı), o nefis pastayı bir güzel paylaştık, güzel güzel hoşbeşimizi de yaptık. 8)

Burada bitti sanıyorsunuz ama değil, zira:

PAZARTESİ – Elmalı Turta

Pazar günü marketten seçe seçe elmaları aldım, akşam / gece turta yapımına başlandı. Müge ile Rûken’e sözüm vardı, güzelce pişirdim, bölüme getirdim. Pınar Hanım erken çıkacaktı, o yüzden 3 gibi Eda, Pınar Hanım, ben toplandık, 4 gibi de Mügelerle bir sefer daha yapacaktık ama kısmet… o üçteki toplantıda turta bitiverdi (güzeldi de hani şimdi kendim yaptım diye övünüyor olmayayım ama öyleydi işte) – 4’e kalmayınca epey bir mahcubiyet yaşadım ama sağolsun Mügeler de epey olgun davrandılar (sözüm söz, o turta elbet yapılacak!). Yine sohbet, yine sohbet…

Yediklerimiz bizim olsun, ama onlar da gerçekten sohbete bir başka tat kattılar. Diğer arkadaşlarımı da özledim: insan hep sanal ortamlarda iletişime geçe geçe, fiziksel olanın da farkını unutuyor (ve daha bir sürü ağlak cümleler…)  Ne desem boş, elden bu kadar geliyor, imkânlar, eğitim şart… 8(

http://www.gocomics.com/calvinandhobbes/1988/01/19
http://www.gocomics.com/calvinandhobbes/1988/01/19