İki film birden kuşağı..

Geçen aylarda, “şimdi ne okusam?” derdi beni benden almıştı, bu aralar da “akşama ne pişirsem?” ile “şimdi ne izlesem?” arasında gidip geliyordum ki, Levent sayesinde, en azından ikinci sorduğum soruyu bir müddet sormam gerekmeyecek. Sonunda merakla beklediğim Dagur Kári’nin Voksne Mennesker ‘i (2005) (bizde Tutunamayanlar adı ile oynadı) elime geçti. Yönetmenin bir önceki filmi Nói Albínói‘u (2003) (bu da yanlış hatırlamıyorsam Buzdan Hayaller adıyla gösterime girmişti) çok sevmiştim. Voksne Mennesker (ki, Dark Horse olarak İngilizce’ye çevrilmiş), İstanbul’da gösterime girdiğinde çok heyecanlanmıştım – Ankara’da Batı sineması oynatacağını duyurdu ama bir daha bu konuda kendilerinden haber alınamadı. Neyse, artık elimin altında.

İkinci filme geçmeden önce, bir başka filme değinmek gerekir: Luc Besson’un 1985 tarihli, ilk dönem filmlerinden biri olan Subway’i ortada benim için bir Luc Besson yokken izlemiştim. Şimdi düşünüyorum da, çok büyük ihtimalle 1994’ten, yani Léon’dan sonra izlemişimdir ama izlerken onun Luc Besson’un filmi olduğunu bilmiyordum. Film beni benden almıştı. Christopher Lambert (zaten bir bu adam, bir de Rutger Hauer kısmetsiz yavrularım benim*..) hiç olmadığı ve olamayacağı kadar başarılı bir portre çiziyordu, normalde benden uzak olsun dediğim Isabelle Adjani bile katlanılır bir oyunculuk sergiliyordu. Film, Sting’in The Police’inin genelde yapmış olduğu şeyi bir şekilde sinemada gerçekleştiriyordu — şimdi “Sevecen, Sevimli Punk” diye tasvir edeceğim bu olguyu, iyice garip kaçacak.. Neyse, zaten Subway’i seyretmiş olanlar ne demek istediğimi anlamışlardır. Artık ikinci filme geçebiliriz… Birkaç sene evvel, bir şekilde Jean-Jacques Beineix’nin -ki kendisini daha büyük ihtimalle Betty Blue’dan ya da Mortal Transert’den tanıyorsunuzdur- 1981 tarihli Diva’sından haberim oldu. Edindiğim izlenim, Subway’le aynı havayı soluduklarına dairdi. Öyle çok derin derin aramadım gerçi, ama hep aklımın bir köşesinde durmuş ki, geçen gün birçok filmin arasında onu bulunca kafamda bir ışık parladı (biliyorum, çok gereksiz ama bu noktada Alfred Bester’in Kaplan! Kaplan!ında, Kaplan’ın yakalandığı sahne geldi aklıma). Artık seyretmeyi istediğim bir film daha vardı elimin altında 8)

Hamiş: Bu aralar mütemadiyen Bengü’yle Northern Exposure, Scrubs ve House arasında gidip geliyoruz. Geçen gün Organize İşler’i seyrettik – etraftan bu film hakkında o kadar çok olumsuz eleştiri işitmiştik ki, beklentimizi az tutup, bu sayede filmden epey zevk aldık. Baştaki sahne seyrettiğimden beridir aklımdan gitmiyor, hatırlayıp hatırlayıp gülüyorum fakat, bugün ilgili sahneyi Gürer Hala’ya izlettirdiğimde, ancak benim gibi bir insanın böyle bir sahnede gülebileceğine dair bir eleştiride bulundu, bu da böyle biline.

* Christopher Lambert zaten bariz ama Rutger Hauer’e dikkatimi Sinema dergisi çekmişti, Otostopçu’nun DVD’sini tanıttığı bir yazıda.

Noi Albinoi - Voksne Mennesker - Subway - Diva

“İki film birden kuşağı..” için 2 yorum

  1. iç kararmasını sevenler… — buzdan hayalleri ben de çok sevmiştim, ama bunda bir tuhaflık olduğunu da düşünüyordum, senin de sevdiğini görünce emin oldum. manyak olmaktan kaynaklı bir sempati… o kadar iç karartıcı bir filmi beğenmek için deli olmak lazım, tamam o zaman sevebiliriz 🙂

    bu arada kaderin komik bir cilvesi eseri, filmi rahat izlemek için o an yaratabildiğimiz tek çözüm, televizyonu bir kızağın üstüne koymaktı…

  2. noi albino — Filmin o kadar iç karartıcı olmasına rağmen, nasıl sömürgen olmamayı becerebildiğini ben de vaktiyle düşünmüştüm. Aki Kaurismaki (Finlandiya) filmlerinde de durum böyledir. Şöyle bir şey buldum: karakterler yeterince zekiler, başlarına bir iş açıldığı zaman iki saat “Ben şimdi ne yapacağım?” diye ağlamayıp, durumu kabulleniyor ve ona göre yaşıyorlar. Bize de “E bu adam kendine acımıyorsa, ben niye acıyayım” deyip, seyre devam etmek kalıyor.. Bu arada sevgili Löker’im, Gedo Senki’nin özetini okudun mu? Ursula Teyze sitesinde yayınlamış. Belki de mecburdular ama ben çorba yapmalarından o kadar haz etmedim açıkçası. Ursula Teyze de “filmi görmeden eleştiride bulunmayacağım” demiş ama bence patlayacak filmden sonra. Bir de, dedikodu odur ki, Miyazaki Usta yıllar boyu kapısını aşındırmış teyzenin de en sonunda teyze dayanamamış, hem yıllar boyu Ghibli filmlerini de seyretmiş falan filan. E madem bu kadar seçici davranıyor, ne diye gitti miniseriye izin verdi? 8P

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir