pazar..

bugün pazar ve ben okuldayım. cuma günü, sevim hanım’ın bilgisayarına yeni sistem yüklemeye başlamıştım, o gün yetiştiremeyince, bugün gelip yarına hazır hale getirmeye uğraşıyorum. aslında iyi ki de okula gelmişim bugün, zira hüseyin’le karşılaştık, o da bugün kore’ye dönüyormuş, gitmeden önce bir kez daha görüşmüş olduk böylece.

bir yandan xp cd’sini yazarken, bir yandan da bu girişi yapıyorum. az evvel baktım, drawing of the three‘yi 13’ünde bitirmişim; dün de wastelands‘i bitirdim. bugün herhalde wizard and glass‘a başlarım. bundan sonrası bilmediğim topraklar..

alakasız olacak ama, BBCPrime’da harika bir program daha keşfettik. geçen hafta grumpy old men’i beklerken takılmış, sonrasında da grumpy old men’i unutmuştuk. program ‘strictly come dancing’, adından da anlaşılacağı üzere, dans yarışması. profesyonel dansçılarla ünlüleri eşleştirmişler, her hafta bir çift eleniyor. bu hafta lesley garret’ı ispanyol dansı yaparken görmek yeterince şaşırtıcı idi, ama haftaya samba yapacaklar! 8)

las meninas / velazquez / picasso

picasso’nun, velazquez’in meninas‘ını tekrar üretimi olmasa, büyük ihtimalle meninas’ın önemi hakkında bilgim olmayacaktı. hala da tam anlamış değilim. hatta bir sanal röprodüksiyonunu bile buldum! (sanal olarak çözümlemesi için “Is Velazquez’ Las Meninas a Virtual Room?” başlıklı makaleye, doğrudan bilgisayarla yorumlama projesi için de “virtual velàzquez” sayfasına bakılabilir).

velazquez/meninas
velàzquez – las meninas (1656)

picasso/meninas
picasso – las meninas (1957)

güzel insanlar..

hemen ardından “bana sonunda bunu da yaptırdınız!” demek geldi (Oğuz Atay, w/ “canım” replaced with “güzel”) ama “konumuz o değil”. bir süredir bu yazıyı yazmak aklımda, kısmet bugüneymiş.

insan 30 yaşına gelince, malum, belirli bir çevresi, düzenli ya da düzensiz görüştüğü arkadaşları oluyor ve bunlara yenilerini eklemek nedense daha bir zor oluyor. etraftaki arkadaşların hepsinin de sağolsunlar, güzel insanlar olması, onların dışında da güzel insanların mevcudiyetini kanıksamıyor. işte bu noktada, çok ilginç bir olgu ile -en azından ben- karşılaşıyorum.

çeşitli vesilelerle aynı ortamlarda bulunduğunuz, başka insanlarla ilişki kurarken gördüğünüz, belki ismini bildiğiniz (ki bunu da, tanımadığınız bir başka kişi, tanımadığınız bu kişiye seslenirken duymuştunuz zaten) kişinin, aslında gerçekten de “güzel bir insan” olduğunu düşünüyorsunuz. eskiden olsa, belki tanışmanın yollarını arardınız: ortak müzik, ortak kitap, “hava ne güzel bugün!”.. ama sanırım, yaşla ilgili bir şey olarak, böyle söylemek ne derece doğru bilemem ama “doymuşlukla” ilgili bir şey olarak, bir girişimde bulunmuyorsunuz, ilgili kişinin güzel bir insan olduğunu bilmenin verdiği huzur/mutlulukla yetiniyorsunuz. hatta bir kolleksiyoncu mantığıyla, bir oyun olarak, onunla ilgili rasgele edindiğiniz bilgileri bir yerlere kaydetmeye başlıyorsunuz (bu noktada bir açıklama gerekiyor sanırım: bir yerlere kaydetmek‘le kast ettiğim nen, somuttan ziyade, sanal bir kayıt). neyse, konuyu daha fazla dağıtmadan michel butor (dönüşüm) modumuza geri dönelim:

sonra, bir gün, güzel insan olarak mimlediğiniz bu kişileri aynı gruptaki başka güzel insanlar(ınızla) iletişim kurarken görüyorsunuz. aslında bu çok normal bir şey çünkü dünya küçük, -diyelim ki- okul küçük, nasıl sizin etrafınızdaki, tanıdığınız güzel insanların ortak noktaları varsa ve bu sayede vaktiyle çeşitli arkadaşlıklar kurulabilmişse, onların da vaktiyle aynı nedenlerden ötürü arkadaşlık kurmuş olmaları çok yüksek bir ihtimal. ve yollar kesişiyor. burada mekan faktörü devreye giriyor: eğer o güzel insan’la -farzedelim ki- aynı bölümde olsa idim, çok büyük bir ihtimalle, ben de arkadaş olacaktım. halbuki, şimdi sadece -mesela- akşamları aynı servisteyiz, ya da sadece bilgisayarlarla ilgili bir toplantı vesaire olduğunda bir araya geliyoruz. yani iki taraftan biri özel bir çaba sarf etmedikçe, düzenli olarak görüşme imkanı yok.

bilemiyorum, bu bana garip ve bir o kadar da şaşırtıcı, büyüleyici geliyor. zaman ve mekanın böylesi bir tahakkümü!

güzel insanlara en anlaşılabilir örnek olarak, çok sevdiğiniz bir dostunuzun çok sevdiği bir dostu verilebilir. bir akşam dışarıda buluşmuşsunuzdur ve o da “o” arkadaşını da getirmiştir çünkü ne zamandır onunla buluşamamıştır ve onun da tam o akşam buluşacağınız yerin yakınlarında bir işi vardır zaten.. bu durumda devreye tanıştırma ve “merhaba faslı” girebilir mesela:

– merhaba, bu arkadaşım X, bu da Y.
– merhaba
– merhaba

ne kadar umut verici bir kelimedir “merhaba” aslında. ama iki taraf da bilir ki, bir daha görüşmeleri çooook düşük bir ihtimaldir. iki taraf da hafıza defterlerini açar, “güzel bir insan” diye not alırlar karşılarındakinin en fazla bir hafta sonra unutacakları simalarının yanına..

uykum varrrrzzzz..

okuldayım, uykum var. dün biraz -ama sadece biraz- geç yattım, herhalde ondandır. akşam blogger’ın kodunu düzelttim, javascript’lerde ie ve netscape arasında uyumsuzluklar oluyordu, zaten bu mesajı da olay hallolmuş diye kontrol amacıyla firefox’dan yazıyorum.. bakalım. kalın. italik.

dikkat
link olmuş gibi. bir de resim ekleyelim sona:

15 Eylül 2005 Tömbeki Zirvesi
çete : sururi – murat – cesim – turan – serkan

cumoooo!

dönüşümümü tamamlayıp, tam bir memur mu oluyorum bilmem ama bugün günlerden cumo!!!

utku dün arabistan’dan geldi, bir sürü korkunç, iç sıkıcı şey anlattı oralarla ilgili, allah sabır versin.. 5 ekim’de tekrar dönecek.. çok özlemişim ya kayınbiraderi..

bu aralar hala çark algoritmasının makalesi ile uğraşıyorum, bir yerlerde tıkandım gibi ama halledilmeyecek şey yok.. merhaba, ben polyanna’nın ruh ikizi emrenne poffff!