Seksen Günde Devri Alem

Ana Sayfa || giriÅŸ

Ankara
10 Haziran 2014 Salı, 16:27



Åžu ana kadar burada yazdıklarımdan anlamadıysanız bir kere de ben söyleyeyim: Ben sıkıcı bir insanım. Ankara'yı sev(ebil)memin sebebi de bu olsa gerek. Malum, Ankara'da kentin simgesi olabilecek çok fazla ÅŸey yoktur; en azından referans noktası olara Ä°stanbul'u, ya da New York'u filan alırsanız alabildiÄŸine boÅŸ, önemsiz bir ÅŸehirdir Ankara. Ama yukarıdaki hikayenin (Bizim Büyük ÇaresizliÄŸimiz) kahramanlarından birinin de yaptığı gibi hayatımın on yedi yılını orada geçirdikten sonra aslında bir sürü ara/arka sokaÄŸa, mahalle aralarında kaybolmuÅŸ üç beÅŸ ufak parka, ya da Ezginin GünlüÄŸü'nün ÅŸarkısındaki gibi (çirkin) bir dolmuÅŸ sırasına bol bol anı ve melankoli yüklemiÅŸim; ve bir ÅŸekilde birÅŸeylere özlem duyacak olduÄŸum zaman her ÅŸeyden çok Ankara'nın bu sıradan ayrıntılarını özlüyorum.

"Güzel olan sen deÄŸil o günlerdi" bile demem pek mümkün deÄŸil galiba sevgili ÅŸehrime, ona raÄŸmen durum bu. O yüzden pek bilmiyorum neden böyle yaptığımı. Belki de sadece elimdekinden daha güzel/iyi/rahat/tatlı bir hayat olabileceÄŸine inandırmaya çalışıyorum kendimi.

EÄŸer yumurtacıya bugün ne olduÄŸunu merak ederseniz, sanırım artık onun yerinde tıp malzemeleri satan ufak bir dükkan var. Bu kitap yazıldığında büyük ihtimalle tenha bir köÅŸe olan o kavÅŸak artık yanında büyüyen hastanenin gideni-geleni yüzünden alabildiÄŸine kalabalık. Eski çamlar bardak oldu, Turan da sözüm ona büyüdü.

[Hayat/Sürünme Tecrübeleri] [Sanat/Manat/Edebiyat] | Gönderen: tassadar |  Yorumlar (0)

Ataraksiyaya devam
24 Mayıs 2014 Cumartesi, 20:01


Bunu iki önceki giriÅŸte söylemek lazımdı ama sonradan geldi aklıma: Efendim marifet, hayat sizi bi' ayağınızdan baÅŸaÅŸağı astığında bile gülümseyip, boÅŸtaki bacağınızla bacak bacak üstüne atabilmekmiÅŸ. Öyle diyorlar. 

[Genel/Geyik] [Felsefe/Dünyayı Kurtarma Stratejileri] [Sanat/Manat/Edebiyat] | Gönderen: tassadar |  Yorumlar (2)

Işık yılları geçerken...
17 Mayıs 2014 Cumartesi, 22:19

Joan Baez, en meÅŸhur ÅŸarkılarından birinde ÅŸöyle der: 

...Hearing a voice I'd known
A couple of light years ago...

ve bu ÅŸarkıyı dinleyen insanların bir kısmı tam da burasında küçük bir spazm geçirirler. Hani fiziksel olarak olmasa da, yeterince inek olan her insanın içinde birÅŸeyler kasılıp kalır, birÅŸeyler yırtılıverir birisinin ışık yılını zaman birimi olarak kullandığını her gördüÄŸünde.

Åžebnem Ferah geçen sene yeni albüm yapmış; ama sanırım tam da Gezi Hadisesi'ne denk geldiÄŸi için kaynayıp gitmiÅŸ. Ben farkedeli bir iki ay oldu, pek de sevmedim. Ama ordaki ÅŸarkılardan birinde de bu ışıkyılı hadisesi geçiyordu da, ondan yazayım dedim: 

...Işık yılları geçerken
Yolculuk salıncaktayken...

Ya bu hatunun sözleri gittikçe manasızlaşıyor ya da dedikleri gibi aslında ergenlere hitap ediyor ve de ben 30 yaşında sonunda ergenlikten çıkmayı becerebildim.

[Genel/Geyik] [Sanat/Manat/Edebiyat] | Gönderen: tassadar |  Yorumlar (0)

Ataraksiyon
4 Mayıs 2014 Pazar, 16:20

   Gelenek oldu, neden artık yazmadığımı analiz ederek baÅŸlayalım: Bir ben deÄŸilim aslında bu bloga artık eskisi kadar yazmayan - ÅŸöyle bir komÅŸularıma baktım da, yavaÅŸ yavaÅŸ herkesin yazma sıklığı azalıyor sanki. Facebook duvarı en azından benim için buranın yerini almış biraz geçen yıllar içinde, boÅŸ geyiklerimi orada sürdürüyorum. Buraya da binde bir yazacak daha uzun bir ÅŸey olunca dönüyorum.

   Neyse efendim, günümüzün konusu ataraksiya kavramı. Kendileri Yunanca'dan geliyorlar, Türkçe'de en yakın karşılıkları ise 'dinginlik'. Bizim zevk-sefa düÅŸkünü bildiÄŸimiz Epikür'ün peÅŸinden koÅŸtuÄŸu his aslında buymuÅŸ. (Bu arada Epikür bana manikür-pedikür gibi bir ÅŸeyi çaÄŸrıştırdı bir an, rezil bir espri ama yapmadan geçecemedim.) EndiÅŸeden, kaygıdan uzak bir ruh halini anlatıyor bu kelime. NeÅŸe ya da zevk içermek zorunda deÄŸil, zurnanın zırt dediÄŸi yer de bu sanırım; yani pek o kadar 'aktif' bir his deÄŸil ataraksiya, daha çok oturup sessizce hissedilen bir ÅŸey. (Bu açıdan biraz 'keyif'e benziyor denilebilir ama çok alakalı deÄŸil.)

   'Eskiler' arasında ataraksiya durumuna eriÅŸmenin iki yolu olduÄŸuna inanılmış ana olarak. Stoacılar dediÄŸimiz, dallamanın önde gideni olan ve hala ahlak deyince insanların ilk aklına gelen "kendine hakim ol, seviÅŸme, hatta çok yeme" gibi düsturları düÅŸünsel tarihe sokan -ya da en azından yerini saÄŸlamlaÅŸtıran- bu amcaların ataraksiyasına giden yol dünyaya tepeden bakmaktan geçiyor. EÄŸer dünyada elde edebileceklerinizin bir önemi olmadığına inanırsanız endiÅŸe duymanın ne kadar boÅŸ olduÄŸunu anlarsınız diyorlar. Semavi dinlerin en azından çoÄŸu ucuz yorumları da aslolanın bu dünyadan öte bir yerde olduÄŸunu, haliyle bu dünyanın boÅŸ olduÄŸunu pompalayarak dünyadan elini eteÄŸini çekmiÅŸ ermiÅŸlerin dingin huzurunu överler. BildiÄŸimiz, tanıdığımız bir ÅŸey bu haliyle ataraksiya. Kedinin ulaÅŸamadığı ciÄŸere pis demesinin biraz daha karmaşık hali sadece.

   Ama huzura ulaÅŸmak için eriÅŸemediÄŸin, ya da istediÄŸin gibi olmayan ÅŸeylerin önemsiz olduÄŸuna inanmak açıkça hile yapmak deÄŸilse nedir? Aslolan, ki Epikür de nispeten bu yönde bir yoruma sahip, dünyayı olduÄŸu gibi kabullenip, arzularının, eriÅŸemediklerinin, ve hatta dünyadaki kötülüÄŸün -farkında olup-; bunların tamamını olduÄŸu gibi -kabullenmek-ten geçiyor. En karanlık günde bile bir "C'est la vie..." ya da bir "Hayat zor..." çekip; sinirlenmeden, kafaya takmadan; herkese, her ÅŸeye "hepinize iyi niyetle gülümsüyorum" diyebilmekte aslında erdem.

   Tabii kolay deÄŸil bunu yapmak; hatta insani olarak mümkün mü ondan bile emin deÄŸilim. Eninde sonunda sınırını zorlayan birÅŸeyler çıkıyor insanın: Mesela sevdiÄŸin bir ülkenin insanlarının bir yarısı ısrarla hiç olmayacak bir adama oy verince, öbür yarısından çıka çıka iyi eÄŸitilmiÅŸ bir ÅŸempanzenin düÅŸünsel derinliÄŸine sahip siyasi yorumlar çıkınca; ömrünü bir ideale adamış görünen insanların (mesela biz fizikçiler?) egodan baÅŸka bir ÅŸey kovalamadığını görünce; bir ÅŸekilde kendi kendini hayal kırıklığına uÄŸratınca; ya da sevdiÄŸin birisi (ah ÅŸu kızlar!) uygun bir yerine uygun ebatlarda bir bıçak sokunca...insan ister istemez sinirleniyor. Sonrasında sinir ya da hiddet zamanla geçip gitse de illa bir kırgınlık kalıyor; ve iÅŸte bu kırgınlık zorlaÅŸtırıyor "Bu da böyleymiÅŸ..." deyip yolumuza devam etmeyi.

   Cümleten kolay gelsin efendim.

[Felsefe/Dünyayı Kurtarma Stratejileri] [Ansiklopedik/Ä°ÅŸe Yaramaz Bilgi] | Gönderen: tassadar |  Yorumlar (2)

Spinoza, Russell, ayak parmağı ve bir de Mr. Spock
16 Temmuz 2012 Pazartesi, 04:28

(Biraz daha azaltırsam yazmayı sanırım Emre Bey (ev sahibi) kapının önüne koyacak beni, demedi demeyin; bu gördüÄŸünüz son yazım olabilir yani. Herneyse.)

Son birkaç yıldır pek fırsat bulamamıştım ama son zamanlarda kendimi biraz felsefe okumaya verdim. Ha, diyeceksiniz ne oldu da artık fırsatım var; bir ÅŸey olmadı aslında. Biraz daha az sosyalleÅŸmeye çalışıyorum, kendimi eve biraz daha kapatmaya; bir de akÅŸam belli bir saatten sonra 'iÅŸ'le ilgili (a.k.a. fizik) ÅŸeylerden uzak durmaya. ÖÄŸrendiklerimi siz sayın okuyucularımla paylaÅŸacağım ÅŸimdi. Aslında Oruç Aruoba'dan yazacaktım birÅŸeyler, belki ev sahibim de lafa dahil olur filan diye, ama ÅŸimdilik fikrimi deÄŸiÅŸtirdim, alakasız bir ÅŸey yazacağım.

Bilenler bilir, bilmeyenler de öÄŸrensin, Bertrand Russell'ın "(Bir) Batı Felsefesi Tarihi" diye hoÅŸ mu hoÅŸ bir kitabı vardır. Birinci ağızdan yazılmış, arada "Bu adam da böyle demiÅŸ ama bence uydurmuÅŸ!" ÅŸeklinde yorumlar filan bulabileceÄŸiniz, nesnel görünmeye çok da kasmayan bir kitap. ÖÄŸrenciliÄŸimde (lise/üniversite diyelim, hala öÄŸrenciyim zira) çok özenirdim, gider gelir bakardım Dost Kitabevi'nde; ama pek bir pahalıydı, alamazdım. Geçen (üç yıl filan önce) burda (a.k.a. gurbet) bir kitapçıda ingilizcesine denk geldim; telif hakkı çoktan mort olduÄŸu için de sudan ucuz bir fiyata satıyorlardı, hemen aldım. Ara ara üçbeÅŸ sayfa okuyorum. Bugün Spinoza bölümünü bitirdim. Pek hoÅŸuma giden birÅŸeyler vardı, onları yazayım dedim. Åžöyle görüÅŸleri varmış kendisinin: 

"Spinoza thinks that, if you see your misfortunes as they are in
reality, as part of the concatenation of causes stretching from the
beginning of time to the end, you will see that they are only
misfortunes to you, not to the universe, to which they are merely
passing discords heightening an ultimate harmony."

Yani Spinoza demiÅŸ ki, başınıza bir bela geldiÄŸinde ah vah etmeyin, evrenin iÅŸleyiÅŸi içinde bu başınıza gelenler kötü deÄŸildir, iÅŸlerin doÄŸal seyridir. Hoca da durur mu, yapıştırmış cevabı: 

"I cannot accept this; I think that particular events are what they are, and do not
become different by absorption into a whole. Each act of cruelty is
eternally a part of the universe; nothing that happens later can make
that act good rather than bad, or can confer perfection on the whole
of which it is a part." 


Yani Russell diyor ki "Spinoza halt etmiÅŸ; tamam, evrenin bir gidiÅŸatı olabilir ama bu bizim başımıza gelenlerin iyi ya da kötü olduÄŸunu deÄŸiÅŸtirmez. YediÄŸin dayak hala dayaktır, acıtır."

Burda durup biraz da bu arkadaÅŸların geldikleri çaÄŸa ve ortama bakmak lazım. Spinoza Russell'a göre daha eskilerden; insanların ideal düÅŸünceleri, kusursuz ahlak sistemlerini filan kovaladığı bir dönemden. Russell ise bildiÄŸiniz 20. Yüzyıl insanı: KiÅŸinin hissettiklerinin önemsiz olabileceÄŸini kabul edemiyor amcam. Yani biz burda Spinoza - Russell özelinde aslında zamanların ruhlarının tartışmasını görüyoruz.

(Ya bu arada sormadan edemeyeceÄŸim; niye bu kadar ciddi yazıyorum ben?) 

Hikayenin sonunda Bertrand Amca Spinoza'ya biraz hak veriyor gibi yapıyor: 

"Nevertheless, when it is your lot to have to endure something that is
(or seems to you) worse than the ordinary lot of mankind, Spinoza's
principle of thinking about the whole, or at any rate about larger
matters than your own grief, is a useful one. There are even times
when it is comforting to reflect that human life, with all that it
contains of evil and suffering, is an infinitesimal part of the life
of the universe."


Yani "Spinoza halt etmiÅŸ olabilir; ama yine de bütün dertler sizi bulduÄŸunda Orhan Gencebay dinleyip aÄŸlamaktansa 'Evrenin sonsuzluÄŸunda ÅŸu başıma gelenler nedir ki? Hepsi önemsiz bunların.' demek sizin için daha rahatlatıcı olur..."

DoÄŸru mu bu hakkaten? Belki...düÅŸündüm, emin olamadım. 'Ruhsal Acı' diye bir ÅŸeyin var olduÄŸundan emin deÄŸilim galiba. Åžöyle diyeyim: Ayak serçe parmağınızı sertçe masanın ayağına vurduÄŸunuzda bir ÅŸey hissediyorsunuz. Ä°ÅŸte o ÅŸeye acı diyoruz, ve o ÅŸey gerçekten var. Mr. Spock gibi "Acı zihinsel bir durumdur, istersem hissetmem." demek gibi bir yeteneÄŸimiz maalesef yok. Ha, tepkimizi azaltabiliriz, oturup aÄŸlamayabiliriz mesela; ama o anda o acıyı hissederken oturup da Russell'ı düÅŸünemeyiz, di mi? Beynimiz "ayak ÅŸerçe parmağıııııı!!!" diye bağırıp duruyor böyle durumlarda, ve kolay kolay da susmuyor. Ä°ÅŸte bunun kadar ÅŸiddetli ama sadece ruhsal olan bir acı olduÄŸundan emin deÄŸilim ben: Güçlü bir bünyenin filozofculuk oynayıp, "sorun deÄŸil bu, istersem unuturum" deyip de unutamayacağı bir acı var mı? Belirli ÅŸartlar altında (yalnızlık, sayrılık, abazalık gibi durumlarda) hakkaten dünyanın sonu gelmiÅŸ gibi hissediyoruz ama sonra dönüp bakınca 14'lük veletlerin komik aÅŸk acılarına benzemiyor mu bütün geçenler içimizden? 

[Genel/Geyik] [Felsefe/Dünyayı Kurtarma Stratejileri] [Ansiklopedik/Ä°ÅŸe Yaramaz Bilgi] | Gönderen: tassadar |  Yorumlar (2)

Takvim

Nis

Mayıs2018

Haz

P

S

Ç

P

C

C

P

30

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

15

16

17

18

19

20

21

22

23

24

25

26

27

28

29

30

31

1

2

3

Bağlantılar

Epigraf
Karalamalar
Çiçek Güncesi
Sakız Kağıdı
Godot'yu Bekledim

Resim Galerisi

Arama

ArÅŸiv


powered by / kullanılan ana yazılım
GUBEN blogger by emre sururi

hosted by / barındırma
Fişek Enstitüsü Bilişim Hizmetleri
Fişek Enstitüsü Bilişim Hizmetleri
RSS Beslemesi
Yorumlar - RSS

Tüm Kategoriler
Genel/Geyik
Felsefe/Dünyayı Kurtarma Stratejileri
Ansiklopedik/Ä°ÅŸe Yaramaz Bilgi
Hayat/Sürünme Tecrübeleri
Sanat/Manat/Edebiyat

Sonraki->