Seksen Günde Devri Alem

Ana Sayfa || giriÅŸ

Acı.
1 Aralık 2006 Cuma, 22:50

İnsana en çok acı veren üç şey, herhangi bir sıraya tabi olmaksızın diş, aft ve aşktır derim ben. Bu üçünün de kendine göre kötü yanları var tabii. Mesela alt çenemin sağ tarafındaki altıncı dişim bir keresinde beni üç gece üst üste uyanık tutmuştu; ama hiçbir kız için -aralıksız olarak- bu kadar uykusuz kalmadım, kalacağımı da sanmıyorum. Sonraki pazartesi sabahı kanal tedavisi ile diş ağrım dindirilmişti, ama insan ruhuna kanal tedavisi yapılamadığına göre aslında aşk daha kötü olabilir... Şu ana kadar hep çenemin kenar kısımlarına doğru olan dişlerim çürüdü, bu yüzden çenemin sağlam tarafıyla yemek yiyebildim; ama dudağımın ortasında -ya da bir iki ay önce olduğu gibi tam da yemek borumun girişinde- çıkan büyük bir aftın beni birkaç hafta yarı aç bırakması az rastlanan bir şey değil. Hımmmm; tabii kızlar insanı aç bırakmakla kalmayıp bir de iştahı hepten kestikleri için onlar yüzünden kaç kilo verdim şu ana kadar bilmiyoruz... Şair "Mutlu aşk yoktur." demiş, ben katılıyorum ama tartışılabilir. Lakin mutlu diş çürüğünün olmadığı sanırım aşikar... Son olarak da kimse aftlarını ya da diş ağrısını anlattığı edebi eserler ya da şarkılar yazmaz; ama hayatımız boyunca hasta ruhlu sanatçıların karşı cins maceralarını dinlemeye ve kendimizinkileri hatırlamaya mahkumuz. (Burda bir istisna olarak Lacrimas Profundere isimli güzide grubumuzun Reminiscence şarkısını anmamız gerekiyor. Bir şarkı dolgusu düşmüş dişe değen soğuk suyun hissettirdiklerini bu kadar mı güzel anlatabilir!)

[Genel/Geyik] [Felsefe/Dünyayı Kurtarma Stratejileri] [Hayat/Sürünme Tecrübeleri] | Gönderen: tassadar |  Yorumlar (0)

Gecenin yarısı...
2 Aralık 2006 Cumartesi, 04:26

Başlığa aldanmayın, altında yazan saate bakın. Saat 4:25, hatta ben yazana kadar 4:26 olmuş. Artık gece denmez buna; mevsimlerden yaz olsaydı güneş bile doğmuştu. Ben bu saatte -eğer arkadaşlarla sabahlıyor değilsek- asla uyanık olmazdım. Akşam yemeğini biraz fazla ve ağır kaçırmışım sanırım; altına -niyeyse- attığım sek votkalardan da hala boğazım yanıyor. (Yemeği saat 9'da yediğime göre bu kötü...) Acayip bir kabus gördüm; aslında gayet iyi insanlar olan iki arkadaşımdan birinin işlediği iki cinayeti hep beraber örtbas etmek için cesetleri doğrayıp, pişirip falan millete yedirdikten 30 yıl sonra olayı itiraf ediyorduk. Göründüğü kadar korkunç bir rüya değildi aslında; uyanmaya yakın en büyük telaşım nezarette hangi kotumu giyersem daha rahat olacağıydı. Bu arada ceset parçalama işi burdaki ofisimde yapılıyor olsak da polisler beni almak için baba evime geliyorlardı... Üffff... 4:30.

Uykum kaçmışken kalkıp şu başvurularla uğraşıyım dedim. Hocalara referansları göndermeleri gereken son tarihleri içeren birer e-posta attım. (Sağolsun biri hepsini halletti ama öbürlerinde daha tık yok.) Şimdilik 13 yer var. Geçen sene kabul aldığım ama tenezzül etmediğim (!) iki yerle beraber 15 olacak. Olmazsa Avrupa'da şansımı deniyeceğim; o da olmazsa heralde eski okulun komşusuna falan giderim. Orda da nanoteknolojici olmuş bütün alem; has fizikçiye yer yok diyorlar gerçi...

4:32. Gelecek için endişe duymak için yanlış saat. Uyumam lazım, yarın sabahın köründe ders anlatacağım...

4:33. Kahvaltı için mısır gevreğim ve sütüm var... Ekmek de almıştım ama az kaldı sanırım. Peynir & reçel biraz daha bekler artık. Bu arada bu Nesquik'li mısır gevreği fena değil, öneririm.

4:34. Google is your friend. Nesquik, 'Nesquik' şeklinde yazılıyormuş. Yani arada 'c' yok, yani 'quick' falan değil. Neceden geliyor acaba? Yoksa sadece kelime oyunu falan mı?..

4:35. Uykum geliyor yavaştan, bu iyi. Siz hala sıkılmadınız da buralarını bile okuyor musunuz blogun? Yoksa ortalara doğru sıkılıp sona mı atladınız?.. 'No Logo' diye bir kitap önermişti bir arkadaş. Bu markalaşmaya falan karşı bir şey; ünlüymüş ama ben duymamıştım. Kütüphaneden aldım, biraz göz attım. Absolut markasının yalan olduğunu; sonradan sadece pazarlama için uydurulduğunu falan söylüyor. Doğrudur. Olmamasını tercih ederdik; o ayrı...

4:39. Yeter. Ben yatıyorum...

[Genel/Geyik] [Hayat/Sürünme Tecrübeleri] | Gönderen: tassadar |  Yorumlar (1)

Zamancıl Olmayan Birinin İzlenimleri.
6 Aralık 2006 Çarşamba, 21:42

"İnsanları gerçekten neden inceliyor acaba? Küçük yararlar elde etmek istiyor, ya da büyük yararlar. Ve sizler, onun bu bilgisiyle kendisi için hiçbir şey istemediğini, onun bireysel olmayan büyük biri olduğunu söylüyorsunuz. İyice bakın! İyice bakın! Belki de bu diğerlerinden daha kötü bir yarar elde etmek istiyor: Kendini insanlardan üstün hissetmek, onlara yukardan bakma hakkını edinmek, onlarla artık aynı kefeye konmamak istiyor. Bu bireysel olmayan adam, insanı -aşağılayıcı- biridir."

[Felsefe/Dünyayı Kurtarma Stratejileri] | Gönderen: tassadar |  Yorumlar (0)

Orhan Pamuk.
7 Aralık 2006 Perşembe, 19:25

"Aslında babama benim gibi bir hayat yaÅŸamadığı, hiçbir ÅŸey için küçük bir çatışmayı bile göze almadan toplumun içinde, arkadaÅŸları ve sevdikleriyle gülüşerek mutlulukla yaÅŸadığı için kızıyordum. Ama ‘kızıyordum’ yerine ‘kıskanıyordum’ diyebileceÄŸimi, belki de bunun daha doÄŸru bir kelime olacağını da aklımın bir yanıyla biliyor, huzursuz oluyordum. O zaman her zamanki takıntılı, öfkeli sesimle kendi kendime “mutluluk nedir?” diye soruyordum. Tek başına bir odada derin bir hayat yaÅŸadığını sanmak mıdır mutluluk? Yoksa cemaatle, herkesle aynı ÅŸeylere inanarak, inanıyormuÅŸ gibi yaparak rahat bir hayat yaÅŸamak mı? Herkesle uyum içinde yaÅŸar gibi gözükürken, bir yandan da kimsenin görmediÄŸi bir yerde, gizlice yazı yazmak mutluluk mudur aslında, mutsuzluk mu? Ama bunlar fazla hırçın, öfkeli sorulardı. Ãœstelik iyi bir hayatın ölçüsünün mutluluk olduÄŸunu nereden çıkarmıştım ki? Ä°nsanlar, gazeteler, herkes hep en önemli hayat ölçüsü mutlulukmuÅŸ gibi davranıyordu. Yalnızca bu bile, tam tersinin doÄŸru olduÄŸunu araÅŸtırmaya deÄŸer bir konu haline getirmiyor muydu?"

Orhan Pamuk'un Nobel konuşmasından... Bu adamı hiç okumadım ben. Ama sanırım okumaya değebilir. Ne yalan söyleyeyim, içimdeki "evreni anlayıp dünyayı kurtarma hevesi"nden dolayı olsa gerek, meslek dışı kitap seçimlerimi felsefe bölümü ile felsefe bölümünden yapıyorum ben genelde. Hani vakit geçirmek için roman falan okuycaksam da ya Dostoyevski'ye ya bilimkurgulara gidiyorum. Ama Sabahattin Ali'den sonra aslında bu 20. Yüzyıl Türk Yazınını da bir gözden geçirmek gerektiğini farkettim; bu Pamuk da tuz-biber ekti. İşin yoksa şimdi bir de bunları oku...

[Genel/Geyik] [Felsefe/Dünyayı Kurtarma Stratejileri] [Sanat/Manat/Edebiyat] | Gönderen: tassadar |  Yorumlar (0)

Fahrenheit 451.
9 Aralık 2006 Cumartesi, 22:10

Yani, "kitap kağıdının alev alıp yandığı sıcaklık". Bu isimde bir filmden bahsettiğim zaman aldığım tepki genelde "Aaaa, yanlış biliyorsun; o dediğin Fahrenheit 9-11, Michael Moore'un. Hani 9-11 de 11 eylül demek ya zaten..." oluyor. Değil efendim. Ray Bradbury diye baba sayılabilecek bilimkurgu yazarlarından birinin eskiiii bir kitabı bu. Okumanın yasaklandığı, kitapların yakıldığı geleceği anlatan bir anti-ütopya kendileri. Bir de filmi var. 1966 yapımı. Adını oku deseniz telaffuz edemem ama François Truffaut yönetmiş. Az önce seyrettim. Tek kelime ile rezildi. Gerçi ben kitabını okuduğum hiçbir filmin kitabın yerini tuttuğunu görmedim ama gene de kitapta olmayan ayrı bir tat da aldığınız hoş şeyler olmuyor değil. Bunda yok öyle bir şey. Adam ne yaratıcılık varsa kitapta hepsini yok etmiş sanki kasıtlı olarak. Öyle işte... Kıl oldum.

En sinir bozucu şey esas kızın yaşaması. O kız kitapta çok anlamsız bir şekilde ölür ve bu o dünyanın anlamsızlığına anlamsızlık katar. Ama filmde öyle bir şey olmuyor. Yazık yahu; adam o kadar uğraşıp yazmış kitabı, siz ne demeye değiştirirsiniz ki film yapacam diye?.. Ya aynı şey Dune'un ilk çekilen filminde (hani şu Sting'in de oynadığı) oluyordu: Filmin sonunda Arrakis'e, yani bizim çöl gezegenine yağmur yağdığını gören her Herbertsever eminim benim neden bahsettiğimi anlamıştır...

Neyse, özetle demem o ki: Kitaptan film yapacaksak lütfen hikayeye sadık kalalım. Ölmesi gereken kızları öldürelim; çöl olarak kalması gereken gezegenlere durduk yere mehdi geldi diye yağmur yağdırmayalım.

[Genel/Geyik] [Sanat/Manat/Edebiyat] | Gönderen: tassadar |  Yorumlar (0)

Takvim

Kas

Aralık2006

Oca

P

S

Ç

P

C

C

P

27

28

29

30

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

15

16

17

18

19

20

21

22

23

24

25

26

27

28

29

30

31

Bağlantılar

Epigraf
Karalamalar
Çiçek Güncesi
Sakız Kağıdı
Godot'yu Bekledim

Resim Galerisi

Arama

ArÅŸiv


powered by / kullanılan ana yazılım
GUBEN blogger by emre sururi

hosted by / barındırma
Fişek Enstitüsü Bilişim Hizmetleri
Fişek Enstitüsü Bilişim Hizmetleri
RSS Beslemesi
Yorumlar - RSS

Tüm Kategoriler
Genel/Geyik
Felsefe/Dünyayı Kurtarma Stratejileri
Ansiklopedik/Ä°ÅŸe Yaramaz Bilgi
Hayat/Sürünme Tecrübeleri
Sanat/Manat/Edebiyat

Sonraki->