Sevgili Espanya

Sevgili Espanya,

Daha buraya gelmeden bin bir sorun çıkarttın bize, üflettin püflettin, çaresiz bıraktın, ayırdın. Geldik, sorunların bitmedi. Hala daha devam ediyorsun ama hakikaten yorulduk. Yeni eve taşındık, dayadık döşedik, yeni bir başlangıca vesile olsun, gel barışalım artık dedik, var ya, bir tek dün rahat bir nefes aldım evde de işte de yapılacakların çoğunu yaptığımdan, ağustos’a az kaldığından, erken davranmışım, bugün yine yaptın yapacağını. Tam düzenimizi kurduk, yerleşiyoruz, alışıyoruz yavaştan diye seviniyorduk, rahatlıyorduk, bugün maaş yatınca anladık ki meğer daha sert düşürmek içinmiş bütün o iyileşmeler, arkadaş olma teklifleri, alkolsüz meyve kokteyli ısmarlamalar filan. Sana söylemeyecektim, biliyorum “o ülke” hakkında pek iyi düşünmüyorsun, mazinizde on yıllarca sürmüş savaşlar var, sözkonusu koparılmış bir bağımsızlık var, Dünya Kupası’nda yenmişliğin olsa da geri kalan hemen her şeyde yenilmişliğin var, bir de ben yüzüne vurmayayım dedim ama benim de canıma tak ettirdin be arkadaş – evet, o ülkedeyken aldığım maaşa kıyaslayınca senden gelen biraz kuş kadar kalıyordu, neyse dedik, biriktiremesek de kendi yağımızda kavrulmaya yeter, ses etmedik. Ama bugün öğrendim ki ekonomik krizi bahane edip, maaşımda kesinti fırtınaları estirip kuştan harçlık mertebesine indirmişsin. Ne yapayım şimdi seni ben ey sevgili pandispanya? Sözleşme üzerinden anlaşılan miktarı böyle cebren ve hile ile lüpletmek delikanlılığa yakıştı mı şimdi? Gidelim mi, budur mu istediğin? Aklını bir başına devşir diye şimdilik bu kadar yazıyorum ama sonra uyarmadı deme, henüz hala gencim, güzelim, elbet bulunur başka talipler de, sonra üzülen sen olursun. Ekonomini kurtarma uğruna kalpleri kırıyorsun, ben sana diyeyim, ekonomi ille de bir şekle girer, düzelir ama kalpler bir kere kırılmaya başladı mı işte o zaman onu onaracak IMF yardımı daha icat edilmedi, inanmazsan Yunanistan’a sor, sana söylerler.

Neyse, dediğim gibi, bu kadarı şimdilik yeter sana, aklını başına devşir, haftaya görüşelim. Sevgili Su’nun tam karşı minvalde serzenişini alıntılayayım bari buraya da, dengeyi bulalım gitmeden. Benim hala umudum var…

 

Oturalim Oturdugumuz Yerde

Hic biryere tasinmiyoruz, oldugumuz yerde kaliyoruz. Ama mutluyuz! Burda veya surda degil de, oldugumuz icin mutluyuz sanirim. Kafalar saglikli olunca cografi konumun pek bir onemi kalmiyor. Neredeyse 1 sene olmasina ragmen Melbourne’e tasinali, daha yeni uyaniyorum etrafimdakilere. Daha yeni bakiyorum diyelim. Ben baktikca sehir guzelliklerini onume dokuyor. Dogru, ben kafamda ve kalbimde bir Sydney insaniyim! Ama bu Melbourne’un keyfini cikarmayacagim anlamina gelmiyor ki. Fark etmemisim, buranin yerlisi olup cikmisim. Oradaki dukkana merhaba, burdaki cicekciyle iki laf derken benimsemis miyim ne…

Herseyi oluruna birakmak lazim. Bizden buyuk, bizden ote bir duzen yok mu?

http://purplekedi.blogspot.com/ Çarşamba, Şubat 17, 2010

——————————————————

Sonradan Ek (05 Ağustos 2010)
Danışmanım benim etkilenmeyeceğim yolunda garanti verdi. Kendisini tanıdığımdan ve gerekirse dağları yerinden oynatacağını bildiğimden, ben de panik yolculuğumda ayarları warp hızından önceki normal seyir hızına çektim, bir de bir şeyler karıştırmaya başlamıştım salı günü, ilgili kimselere de, bu seferlik vazgeçtim mesajı gönderdim, eski halimize döndük, Atılgan elemanları olarak gezegenin yüzündeyiz, ışınlanmanın icat edilmesini bekliyoruz. Asayiş berkemal yani. Budur.