Merhaba Güsel Kıs…

Bu aralar şakayla karışık Donny Benet dinliyorum — izliyorum demek daha doğru olacak. Kendisi, Amerikalıların tabiri ile repeat sex offender ‘vibe’ı yaysa da, sesi yumuşak, neşesi yerinde (misal için bkz. Girl of My Dreams şarkısının videosu) iyi kalpli bir insana benziyor. O da Amy and the Snifflers gibi, Avusturalya vatandaşı imiş.

Okumaya devam et “Merhaba Güsel Kıs…”

Ben, Can, Xue (Sen TSzu gibi bir şey)

Bu yılki Nobeller çok verimli geçti, 3 Ekim perşembe günkü dönemin ilk fizik dersinde sınıfta yotta-, giga-, atto-, femto- vs. öneklerini konuşurken, femto-‘ya örnek olsun diye, “bizim arkadaşlar” (Alpan & Selçuk bu arada, ki Alpan’ı da görmeyeli tam yıl olacak, nereden biliyorum, çünkü bu aralar bu seneki YMF için toplanma zamanımız geliyor), “femtosaniye mertebeli lazerlerle çalışıyorlar, çünkü bilim.” (hassasiyet, yüksek çözünürlük, vs vs… fizik blogu değil zira burası), “onlar femto- mertebesinde çalışıyorlarsa (femto-: 10-15 bu arada), en ileri ultrasüperdüper yerlerde de 10-16, haydi bilemedin 10-17 olsun” dedim, sen misin bunu diyen! Tam da benim bunları söylediğim anlarda, Nobel komitesi bu yılın fizik ödülünü açıklamış: 90’lardan bu yana atto- (10-18) mertebesindeki çalışmalarından ötürü gökten üç Nobel düşmüş üç bilimbireyinin başına (bir nisan, bir birey; üç lisan üç insan; anjinsan toranaga).

Okumaya devam et “Ben, Can, Xue (Sen TSzu gibi bir şey)”

Marienbad’da, Geçen Sene.

Bu hafta güzel bir hafta oldu (hangi yaz haftası kötü olabilir ki?). Arkadaşlarla görüştük, güzel şeyler yedik, içtik, müzikler iyiydi, filmler güzeldi — 15 dakika kadar önce Birdman’i seyrettim: ne zamandır izlemek aklımdaydı, gidip gidip geliyordu, geçen gün hatta başlayıp, 20th Century Fox’un projektörleri ve fanfare’ye kadar gelip başka bir şeye geçmiştim, bugün de Levent’le takılırken, söyledim (sanırım Ece’yle Vanilla Sky’ı seyretmeyi planladığımı söyleyip, orijinalini mi yoksa Hollywood versiyonunu mu, Tom Cruise’lu olanını zira orijinali (Abre los ojos) çok sağlam olsa da, Vanilla Sky’ın da iyi kotarıldığını, hatta biraz daha şık olduğunu düşündüğümü (Vanilla Sky’a da geçen gün seyrettiğimiz Competencia Oficial‘ı tavsiye ettiğimden geçmiştim), o filmin yönetmeninin de (Alejandro Amenábar’mış ama adı aklıma gelmemişti sohbet sırasında) Tez’inin de iyi olduğunu ama nice zamandır yeni filmlerini bilmediğimi) neyse, eve gelince Birdman’i seyrettim, kurgu, müzikler, her şey!..

Birdman (Birdperson’la karışmasın) — Kostümlü hali de Michael Keaton oynuyormuş bu arada, çok şaşırdım öğrenince!
Okumaya devam et “Marienbad’da, Geçen Sene.”

Ölülerle konuşmak…

Bu aralar yine çizgi romanlara sardım (deli hasretinle ben / öylece kalakaldım). Geçen sene Eray dikkatimi çekmişti, TMNT: The Last Ronin‘e – o zaman indirmiştim, öylece duruyordu. Ece, iki yılın ardından kayıp iPad’i bulunca, güzel de bir çizgi roman uygulaması keşfedince (Chunky Comic Book Reader – başta iyi olduğunu bildiğimden değil, iPad’in bendeki versiyonuna yüklenmeyi kabul eden tek çizgi roman uygulaması olduğu için  indirmiştim bu arada 8), çizgi roman festivali başladı: ısınma turu olarak arşivimdeki John Constantine: HellBlazer’lardan başladım, bir 60-70 tane, az çok hatırladığım. Sonra onun bir bölümünde (#60 – Nativity Infernal) bir melekle succubus birbirlerine aşık olup, bebekleri oluyor — bu da bana ne zamandır arka planda beklettiğim Saga‘yı hatırlatınca, vaktin geldiğine hükmedip, ona başladım (3 kitapta toplanmış durumda).

TMNT The Last Ronin
TMNT – The Last Ronin, Michelangelo ve “diğerleri”

John Constantine: Hellblazer #60 – Guys and Dolls Part 2: Nativity Infernal (bu sayının kapağı da süperdir)

Saga #1

Saga beni benden aldı götürdü, çok ama çok güzeldi, -biraz ayıp olacak ama- fabl tadındaydı, temiz (saf), siyah-beyaz olmayan (mutlak iyi / mutlak kötü anlamında) güzel bir masaldı 1. kitap (1: 1-18 | 2: 19-36 | 3: 37-54. fasiküllerden mürekkep). Ama sonra ne yazık ki 2. ve daha da fenası 3. kitapla devam etti… 8(

Saga bitince, ağzımın tadını (palate şekerim) düzeltmek için Scott Pilgrim’lere başladım, filmi gibi güzeldi, benzer yanları da güzel gitti, farklı yanları da – filmi bu arada daha iyi kotarılamazdı. Filmi seyrederken çizgi romanın, çizgi romanı okurken de filmin hakkını verdiriyor.

Bitti mi? Neredeyse… Villeneuve’ün Dune’unun gazıyla Jodorowski & Moebius’un The Incal’ına devam ettim. Bitti ama ben de bittim, bazı şeyler 80lerde kalmalı.

Biraz (duygusal yoğunluğa dayanamayıncaya değin) Ken Parker (Alaska) sonra TMNT: The Last Ronin, nihayet. Çizgiyi geçerseniz TMNT hakkında spoiler geliyor (ilk 5 sayfada öğrendiğiniz bir şey) ama bence değer. 😉

Okumaya devam et “Ölülerle konuşmak…”