Merhaba Güsel Kıs…

Bu aralar şakayla karışık Donny Benet dinliyorum — izliyorum demek daha doğru olacak. Kendisi, Amerikalıların tabiri ile repeat sex offender ‘vibe’ı yaysa da, sesi yumuşak, neşesi yerinde (misal için bkz. Girl of My Dreams şarkısının videosu) iyi kalpli bir insana benziyor. O da Amy and the Snifflers gibi, Avusturalya vatandaşı imiş.

Bilenler bilir, yıllardır her ofisimde bir “aile fotoğrafı” sergilerim, şu:

Böyle de dünya güzeli bir fotoğraftır Andre Hazes ile annesininki, çok severim, mutluluk verir 8)

Bu Donny Benet’i de aynı minvalde seviyorum. Bu vesileyle ve de alakasız olarak, geçen gün Semra Hocam sağolsun, fizikteki sağlam hocaları bir araya getirip, güzel bir sohbete başlattı, orada hocalardan biri “Bu dönemde bilim insanları artık hep multi-disipliner çalışıyorlar, örneğin Aziz Sancar bile, tıpçı olmasına rağmen kimyadan nobel’i aldı” deyince, artık size geçen girişte bahsettiğim espriyi açıklamak da zorunlu oldu: Efendim, biz fizikçiler arasında süregiden espri şudur ki, eğer ola ki o sene fizikten iki ayrı konu Nobel’e layık görülürse, birine kimyadan verirler… 🤷🏾

İki hafta kadar önceydi sanırım, çok şükür Can Xue’yu (True Lover) okumayı bitirdim: ya ben bu hayatımda pek çok kitap okudum ama okuduklarım arasında en kötüsü bu olabilir. Hatırlatmak gerekirse: tutarsız bir anlatı, sıkıcı betimlemeler, evet, uzun bir rüya, öyle dedim, evet, Lynch’in edebiyata aksetmiş versiyonu bir fikir veriyor, öyle de demiştim, sonra başka yerlerde de gördüm ama -tabii ki bence- yeteneğin y’si yok teyzede maalesef. Yani bir Islak Köpek vakası. Ben utandım okurken yazar adına (kendisi, kendisini çok başarılı ve yetenekli buluyor bu arada, birkaç demecinde altını çiziyor, “beni anlamıyorlarsa bu onların problemi” diyor mesela). Buradan kendisine seslenmek istiyorum: Marifet değil Can Xue. Kimi Picasso’yu anlamaz, kimileri Pollock’la dalga geçer, o durumlardan haberdarım, genelde de haddimi bilirim edebiyat dışı mecralarda ama ı-ıh Can Xue: yazdıklarını okudum ve sana cevaplar hazırladım, yeteneksizsin sen…

Evvelki sene çok ilginç iki film izlemiştik, “Köpek Dişi”nin Yorgos Lanthimos’unun The Favorite’ı ile The Lobster’ını, The Favorite artık iyice rahatlamış, vur patlasın, çal oynasın (aka anasını satayım) kategorisinde hayli keyifli keyifli bir seyirlikti; onu takiben The Great‘e bir sardırdık, sardırış o sardırış (ve evet, 3. sezonun ardından iptal haberi gelince çok üzüldük). Şimdi Köpek Dişi olsun, Killing of the Sacred Deer olsun, onlar bize gelmez ama The Lobster örneğin, 4/4’lük bir filmdi, çok etkilenerek izledik, kurgu, olay örgüsü, absürtlük seviyesi ve korunabilen masumiyet/naiflik, Can Xue’nun rüyasında bile kurgulayamayacağı bir yetkinlikte idi. İşte geçen youtube’de reklamın geçmesini bekliyordum ki bana Poor Things’in tanıtımını dayadı gözüme gözüme, hayır diyemedim, bekleyelim de görelim. Youtube ve gözüme gözüme sokmak demişken, bir de tabii All of Us Strangers ve özelinde Paul Mescal var, ya Andrew Scott, Claire Foy candır, Britiş Neyşınal Treşır kapsamında korunmalıdır bunlar ama her taşın altından Paul Mescal çıkıyor bu aralar, teşekkür ederim, almayayım. 8P Film de çok açmadı trailer’ından gördüğüm kadarıyla.

Bu da yeni grubum: Brigitte Calls Me Baby: Smiths, Roxy Music, bir şeyler bir şeyler… Çok yeniler, Eda radyoda duyup da tavsiyelediğinde henüz EP’leri bile çıkmamış idi. Sizler için gelsin, Impressively Average

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir