Kültür sanat hububat

– Emre Bey, öncelikle soru & cevap teklifimizi kabul ettiğiniz için tüm “Kültür, Sanat & Hububat Exclusive” dergisi okurları adına çok teşekkür ederiz. Hemen başlayalım dilerseniz: imkânınız olsa kültür sanat (& hububat) konusunda neler yapardınız?

– Asıl ben teşekkür ederim, bu girişiminiz olmasa, bloguma bu girişimimiz de olmayacaktı nitekim, kaç aydır bir bilgisayarın başına oturup iki cümle yazamıyordum. Aklımda bu konuda yapılacak şeylerden üç tane vardı ama şu anda sadece ikisini hatırlıyorum (birine de zaten dün Anadolu Ateşi’ni seyrederken karar verdim): ilk ve öncelikli olarak, Ezgi Karakaya‘ya mutlaka albüm yaptırmak: böylelikle söylediklerinden bir seçkiyi (kendi seçkisi de olur, benim aklımda yarışmalarda söyledikleri var) ne zaman istersem dinleyebilirdim. İkincisi de, belirtmiş olduğum üzere, dün -ilk defa- Anadolu Ateşi’ni izlerken içimden “ah keşke Danel veya Manu buradayken denk gelseydik/gelsek de onlar da izleseydiler” dedim, sonra bunu genişletip, “ah, şöyle imkânım olacak da Bilbao’da -diyelim ki- üç günlük bir programla sevgili eşe dosta tanıtmak vardı…” haline getirdim.

Gelelim (hızlıca) Anadolu Ateşi’ne: Öyle mühtişim! miydiler? Hayır ama eskinin üzerine -epey- yeni bir şey getirmişler, çaba göstermişlerdi (bir dolu eleştirilecek şey olsa da, bu yenilikçi yanları hepsini geri plana itti), o açıdan çok takdir ettim. (Ben ne demeye vaktiyle youtube’da Igor Moiseyev klasik videosunu bulunca (“Гала концерт ансамбля танца им Игоря Моисеева 2012” başlıklı) onu lokale şiftırtmamışım ki?! 8( şunu (ve birkaç taneyi daha) buldum ama ı-ıh, giden gibi değil — dedim ki aradım taradım buldum yine, iyi kalpli bir insan 2021 versiyonunu yüklemiş, bu sefer indireyim de saklayayım.. / esas benim sevdiğim 2012 versiyonunu da ok.ru‘da buldum ama Türkiye’den açılmıyordu ama Espanya’dan açıldı 8)

Yine gitmem gerekiyor (Batsignal’i görür gibiyim) — ama örneğin 25 Eylül 2022 tarihli taslağımda doğrudan, şu şekilde liste çalışmışım:

  • Key & Peele
  • Amyl and the Sniffers + Girl in red (@Glastonbury) (+ Maneskin)
  • Lola Marsh -> Better call Saul
  • Strange Brain Parts (comics / YouTube)
  • True Facts (zefrank1 / YouTube)
  • Orphan Black & The Americans
  • Kısa hikayeler
  • Hades & Railbound 

25 Ekim 2021 (22 değil 21!) tarihli taslağım ise şu şekilde kalakalmış (kırılan pot neydi, geçti gitti, sevgi emekti):

Üzüntü ve muz kabuğu… (ya da 4 harika şey, 1 kırılan pot)

  • Microprose’un Highfleet’i, diegesis, dead space; Borges & İbn Rüşd, Trier’in Dogma
  • Boyle Meteksan defter
  • Zoey’s extraordinary playlist, fleabag, scrubs & buffy
  • Key & Peele
  • “The other two & you”

10 bin yıldır (18 Ağustos, Eylül, 25 Ekim) yazayım diye not alıp da bir türlü vakit bulup/ayırıp aktaramadığım inci tarlalarım bu şekilde olmuş. Bağlantıların çoğu aklımda ise de fleabag ne alaka? Müzikal bölümler mi? Ama o zaman fleabag ne alaka… demiştim ki buldum (If I Can’t Have You sekansı). Bunları buraya yazıp girişimizi yapmış olalım, ne de olsa başlamak bitirmenin yarısıdır, teyzem-annem demişler.

“bekleyişim zaferdi”

“bekleyişim zaferdi” diye başlayan bir şiir: aradım aradım bulamadım. Afşar Timuçin’in miydi diye baktım, yine bulamadım, onun yerine Oğuz Atay’ın “Unutulan”ı’nı okudum tekrardan. Neyse bakalım. Otel odasında bekliyorum vaktin gelmesini, buzdolabından son dakika aktaracaklarımı saymazsak hazır gibiyim. Gene klasik “ağırlık limitimi aştım mı acaba?” endişeleri. Geçen sefer “şimdiye kadar hep bir şekilde halloldu, artık bu sefer takılırsa da ne yapalım, onlara sayarım” diye düşünüyordum, şimdi de öyle düşünmeye çalışıyorum (eh işte… 8).

Okumaya devam et ““bekleyişim zaferdi””

Martha’s Foolish Ginger

Bugün -klişe tabirle- anılarda bir yolculuğa çıktım.

Bir haftadır Bilbao’dayım: ilk hafta düzenlediğimiz okulun koşturmacasıyla geçti, buradaki standard rutinimin biraz daha yoğun hali – gece 2’ye kadar çalışıp, sabah 7’de kalkış, süt kola puro kardeşliği, kodink, kodink… Okul çok şükür iyi geçti, 12-13 kadar öğrenci yüz yüze, 30 civarında çevrimiçi. Cuma günü bitti, bu hafta kişisel işler güçler.

Okumaya devam et “Martha’s Foolish Ginger”

Gecenin bir yarısı, bir şarkının çağrıştırdıkları…

Sonunda Doom Patrol’ün 3. sezonuna başladım. Doom Patrol’ü severim ben; şimdi düşündüm de, sanırım kendini ciddiye almayan her şeyi, herkesi severim ben. Dünya n. kez yıkılırken kendi lokal dramalarının dibine vurmuş kaç tane süper (read as “anti-“) kahramanımız var şunun şurasında hakikaten?

Neyse. Şarkıları da güzel (“Çocuk / Güzel anılar gibi hüzünlü / Hüzünlü şarkılar gibi güzel” — severim bu şiirini Cemal Süreya’nın (ne kadar da sevgi dolu bir giriş oldu bu entry de!)). Bugünkü bölümde Alan Parson’s (Parsons’ ?) Project’den “Time”ı çaldılar, sonrasında da The Hollies’den “The Air That I Breathe” geldi. Şimdi de bir yandan sunumu hazırlarken canım çekti, tek olarak da dinleyeyim dedim, dinlemeye başlamamla birlikte üç şarkı geliverdi onunla birlikte:

İşin ilginç tarafı, Hollies’in şarkısının asıl hikayesi bambaşka bir şarkı ile imiş: Radiohead – Creep, yaa! Lisedeyken sarıp sarıp sözlerini çıkartmıştık Creep’in de (bir arkadaşla). O değil de, bunca yıldan sonra Muse sever oldum ben (yıllarca bir tek Running Up That Hill coverlarını dinleyebiliyordum sadece – o şarkı da çok fena mundar oldu dedi hipster yanım 8P), Ece vesilesiyle Stockholm Syndrome‘u duyup beğendim (ben de o şarkıyı Radiohead’e benzetmiş idim ilk duyduğumda, iyi mi! Süper! 8PP), geçen gün de gaz bir tweet(leri) sayesinde Map of the Problematique‘lerini keşfettim, aferin bana!

Bugün de Akın sağolsun, bana Esbjörn Svensson Trio (e.s.t.)‘yu tavsiye etti (birkaç yıl önce Levent de beni e.s.t. kapısından caza geçirmeye çalışmıştı o da sağolsun), dinleyebiliyorum, beğenmedim diyemem ama kamyonculardan tersine alıntılarsak: yokluğunda mutsuz muydum ki varlığında beğeneyim (hiç olmadı hiç, yüzüme gözüme bulaştırdım, uyarlamaya çalıştığım laf şu idi: “gelişine sevindim mi ki, gidişine üzüleyim” (imla doğrulukları bana aittir 8)))

Axl da bitirdi şimdi, şimdi ne dinlesem?..

Patrona tavsiye: Purson

Neredeyse 1 yıl olacak, bir türlü blog’a yazamadım, ne de çok severim halbuki. Geçenlerde Purson diye bir grup keşfettim, dinlerken dedim ki: “ah acaba patron bunlara give it a try vermiş midir?”, sonra dedim ki: “blog’a da çoktandır yazmadım, bir sürü şey geldi geçti gitti, bunu vesile yapsam ne iyi olur…” işte o günden 14 gün sonra buradayım. Patron dinlemiş midir acaba Purson’u? Böyle ona-şuna-buna benziyor gibi değil de, onu-şunu-bunu dinlemiş, etkilenmiş kategorisinde, o açıdan iyi.

Okumaya devam et “Patrona tavsiye: Purson”