Türk Usulü Geri Dönüşüm
11 Ocak 2008 Cuma, 23:29
Geri dönüşüm çok önemli bir konudur. Biz de çevre bilincine sahip, sorumlu insanlarızdır. Şu medeni memlekette çingenelere iş düşmeden kendi çöpümüzü kendimiz ayıracağız diye sevinerek, geri dönüşüme uygun olduğunu düşündüğümüz her şeyi (kağıt, plastik, süt kutusu [Tetra Pak kutulardan mobilya yapıldığı kalmış benim aklımda, şimdi düşününce çok da emin olamıyorum.], alüminyum, pet şişe...) ayrı bir poşette (ama hepsi bir arada) biriktiririz. Çünkü bahçedeki üç konteynırdan ikisinin kapağında 'Geen de glas, papier, GFT en KCA' yazmaktadır. Demek ki sonra onlar kendileri ayırıyordur. İki aya yakın bir sürenin sonunda 'geen'in olumsuzluk bildirdiği anlaşılır! Masal da burada... bitmez tabii. Kılavuz kitap okunur; bunun basit bir iş olmadığı, hepsinin ayrı ayrı biriktirilip toplama gününde kapıya koyulacağı ya da götürülüp kendi kutusuna atılacağı öğrenilir. Bir de organik çöp diye bir şey olduğu, meyve sebze kabuklarını da biriktirmemiz gerektiği ve çocuk bezlerinin organik çöp sayılmadığı bilgisi edinilir ve ilk ikisine şaşırılır, sonuncuya gülünür.
[Bır bır bır] [Delft'te] | Gönderen: nergis | Yorumlar (2)
|
Benn Yapıcammm!!!
7 Ocak 2008 Pazartesi, 23:59
Eğer konuşabilseydi, son zamanlarda en çok duyduğumuz şey bu olacaktı. Konuşamadığı için, başını arkaya atıp bir elini hayır anlamında kaldırıyor, diğer eliyle göğsüne vurup "Ede Ede" diyor. Kendi yemek istiyor, kendi giyinmek istiyor, merdivenlerden kendi inip çıkmak istiyor. Biz de tabii ki izin verip -ne de olsa gelişiminin bir parçası- (merdiven gibi tehlikeli durumlarda atılmaya hazır panter pozisyonu da alarak) dehşetle ya da gülmemeye çalışarak izliyoruz! Beresini önündeki resme bakarak giydiğinden, hep ters giyiyor. Bacaklarını tişörtünün kollarına sokmaya çalışıyor, bir kolunu yakadan çıkarıp, öbürüne yer ararken düğüm oluyor. Yalnız yeleğini bir kere güzelce giydi, çok da beğendi yaptığını, kasım kasım kasılarak bana geldi sırtı önüne gelmiş yelekle.
Yemeğini kendi yiyebilmesi çok güzel bir şey; mesela mama sandalyesine oturtup ikindi kahvaltısını önüne koyunca, o uğraşıp didinirken ben başka bir iş yapabiliyorum. İşte, özgürlük bu değil mi? Değil mi? Sanki böyle bir şeydi, gerçi hayal meyal... Kendi yediği yemeğin sonrasında Ece'yi yıkamak, üstünde ne var ne yoksa (ve benimkilerin de bir kısmını) mutlaka önce bir takım işlemlerden de geçirerek yıkamak, yerleri süpürmek, masayı, mama sandalyesini, yerleri, bazen duvarları silmek, tek suçu o anda masa üstünde bulunmak olan her türlü tuzluk, biberlik, ekmek kutusu, nihale, oyuncak, kavanoz, cep telefonu vb.yi temizleyip yeniden çalışır hale getirmek de o 10 dakikalık özgürlüğün bedeli oluyor, e, olacak artık o kadar. Zaten yeni koşullarımızda bunlar pek sorun teşkil etmiyor. Ankara'daki evimizde mesela Ece'nin mama sandalyesinin altına eski bir banyo perdesi seriyordum kazalara karşı, burada öyle bir önleme ihtiyaç duymuyorum, ortama hemen uyum sağladım. Koridorda bir tane ortak kullanım için elektrik süpürgesi var, o bize ait gibi bir şey, her gün -hatta bazen günde bir kaç kere- bizim eve giriyor, başka kimse de kullanmadığı için sorun olmuyor. Perşembe günleri de temizlik günümüz; Miranda geliyor, ayakkabılarıyla giriyor, süpürüyor, siliyor, sağolsun, pırıl pırıl. Şengül'cüğümün kulakları çınlasın, hey gidi günler!
[Ece Böcee] [Delft'te] | Gönderen: nergis | Yorumlar (3)
|
Sabah Manzarası
24 Aralık 2007 Pazartesi, 00:34
Bu da arka bahçemizdeki yeşil ağacın beyaz hali:(dedicated to Hande)
Dün böyleydi. Bugün hava ılıktı, kar filan da kalmadı.
[Delft'te] | Gönderen: nergis | Yorumlar (1)
|
Sürpriz
21 Aralık 2007 Cuma, 16:08
Radyo ODTÜ'nün muadilini buldum! FM 106.40 frekansından yayın yapan adını bilemediğim bir kanal. Çaldıkları şarkılar aynı Radyo ODTÜ'de çalanlar, saat 16.30 civarında başlayan program da Modern Sabahlar! Aynı şekilde konuşup gülüşen üç kişi; sesler aynı Ege, Oktay, Fahir. Emre de şaşırdı ne kadar benzediklerine. Yakında ne dediklerini de anlayacağım çünkü Ocak sonunda yenisi başlayacak olan Dutch kursunun listesine yazıldım, çok heyecanlıyım. Ayrıca, bayramın ilk iki gününü ıskaladılar ama gerisine yetiştik, yarından itibaren büyük tatil başlıyor. Evet, ben zaten büyük bir tatildeyim, ne olmuş?
[Delft'te] | Gönderen: nergis | Yorumlar (0)
|
Dutch
16 Aralık 2007 Pazar, 00:07
Her gördüğü yazıyı okuma takıntısı olanlardanım. Tabelalar, vitrinlerin köşesine yapışmış çıkartmalar, yere düşmüş poşetler, otobüs duraklarındaki çizelgeler.. Türkçe filmin üstünde (altında) Macarca altyazı olsun, illa okurum satır satır. Okuduğunu anlamamak da hiç hoş bir şey değil. Neyse ki alfabe aynı, Japonya'ya gitseydik nasıl olurdu kimbilir! Bazı kelimeler de çok benziyor İngilizce'ye, aşağı yukarı tahmin edilebiliyor (hatta emin olunuyor). Mesela Ece'nin kitabının ilk sayfasını açıyoruz:
Er was eens een prinsesje (There was once a princess)
en haar naam was Pom Ti Dom (and her name was Pom Ti Dom)
Ze had oranje haren... (She had orange hair)
Böyle devam etmiyor tabii. Bir kere sesli harflere zaafları var. J'ye çok düşkünler ve her yere 'R' sokuşturuyorlar. Böylece bazı kelimeler tanınmaz hale gelirken, bazıları da çok uzun ve korkunç görünüyor. Böyle böyle çözmek epey zaman alacak ve okumayı söksem de konuşamayacağım telaffuz problemi yüzünden, o nedenle ilk hedefim Hollandaca kursu. Ocak'ta başlamayı planlıyorum. O zaman Pom Ti Dom'un sonunu da merak etmekten kurtulacağım...
Bu arada, turuncuya 'oranje' diyorlar, gayet normal ama portakal 'sinaasappel'. Portakal elması gibi bir şey anladığım kadarıyla. Bu elma da galiba yemiş gibi bir anlama sahip. Pineapple, pomme de terre, yer elması (burada bir çeviri karışıklığı da olmuş olabilir tabii) gibi örneklere bakılırsa..
İki de link vereyim bari: http://uncyclopedia.org/wiki/Dutch#The_Dutch_Language ve http://uncyclopedia.org/wiki/Dutch_grammar
[Bır bır bır] [Okur Yazar] [Delft'te] | Gönderen: nergis | Yorumlar (1)
|