Yılın Listesi: Diğer değerlerimiz ya da yılın enn! kısa kısa

 Bu sene kategori dışında da birtakım saptamalarımız ve saplantılarımız oldu. Mesela yılın uluslararası ilişkiler kategorisinde bir terminal kuşu olarak şimdiye kadar onlarca havaalanının risalesinden geçen bizlerce son derece haklı olarak gelmiş geçmiş en berbat havaalanı olmaya hak kazanan Brüksel havaalanı var! Hey ya rabbi! Ne fena, ne fena bir havaalanıydı o öyle! Servisten filan bahsetmiyorum – uçaktan inip de bavullarınızın peşinde atıldığınız o "treasure hunt" macerasında, sizin gibi kader kurbanları ile son derece yanıltıcı, zaten çoğu zaman gözden kaybolan o tabelaların peşinde kilometrelerce yürüdüğünüz, okun (tabela dediğimiz, yazısız bir oktan ibaret bu arada) bir duvarı göstermesiyle yaşanan hezimet… korkunç idi. Şimdi wiki’den baktım, inci bulabilir miyim diye, 2005 yılında Avrupa’nın en iyi havaalanı seçilmiş olduğunu öğrendim (bilirsiniz belki: bizde Laz fıkraları vardır ya, Avrupa’da Belçika fıkraları anlatılır, bu da onlardan biri olmalı). Farkındayım, ekşi başladım ama bundan sonra gelecekler hep güzel şeyler olacak. Örneğin, bu sene uluslararası ilişkilerimiz dört dörtlüktü, Avrupa’da ikamet etmekte olan pek çok arkadaşımızla (Liliana, Barış, Efe, Yasemin, Deniz) bir yıl geçmeden tam iki kere görüşebildik! İspanya içinde / dışında yamacında yörecinde birçok yer gezdik gördük (tamam, Türkiye de vardı ama o sayılmaz, çok aceleye geldi, geldik).

Bu sene, pek çok blog keşfettim, yeniden buldum. Bahar’ın Güzel Onlu‘su başta olmak üzere (tabii ki Dünyevi Zevkler Bahçesi ve Günün Berberi ile birlikte alınmakta). Hazır laf açılmışken, geçen gün Barış uyandırdı da, Wes Anderson’ın son filmi "Moonlight Kingdom"ın fragmanını izleyip, hevesle beklemeye başladık.

Film deyince de, bu yılın (2011) keşfi olan film blogu Çarpık Kadraj var, pek bir profesyonel, pek bir muhbir, güncel (ben sinemadan çok dizi yazılarını beğenmekteyim, mesela dizi sonları filan). Yılın sonlarına doğru bir yerlerden, ama hatırlamıyorum nerelerden, Kediler ve Kitaplar‘ı keşfettim: hayli düzgün, eli yüzü düzgün, entel dantel ama yine de bilgiç ve profesyonel olmayan bir site (Calvin karlı bir gün evine dönerken yolda karşılaştığı bir kardan adama bakıp "inşallah tanıdığım biri değildir" diye düşünür ya, tam o anlamda olmasa da, Çavlan ve Umut da inşallah tanıdığım birileri değillerdir. Bir de Hakan’ların onların olduğunu bilmeden sardırdığım bilim kurgu ve fantezi bazlı siteleri var: Hitit Güneşi. Bir de (gizli hayranı olduğum) Su, çok uzun bir aradan sonra tekrar bir şeyler yazdı ama üzücü bir şeyler yazdı, üzüldük biz de ailecek. İnşallah tez zamanda iyice iyileşir (onun bloguna bağlantı yok).

Ece’ye oyun için söz verdiğimden ve artık sürekli hatırlatığından, aklımdaki geri kalan şeyleri bir cümle ile geçiyorum, sevgilerle, EST.

Yılın video serisi: You Big Cat You başta olmak üzere Atatürk Orman Çiftliği kayıtları.
Yılın oyunu: Settlers of Catan (ve Ece eklentisi)
Yılın blogu: Güzelonlu (eğer bir ihtimal yukarıda anlaşılmadıysa diye tekrarladım)
Yılın sürç-i lisanı: "iğne iplik" (ama o kadar cuk oturmuştu ki, sonradan düzeltmeye kıyamadım 8)
Yılın tatları: Tabasco, Speculaas ile Maple şurubu (3.yü artistlik olsun diye yazdım; Ece de waffle yazmamı istedi: hem Belçika, hem de Hollanda wafflelarını ayrı ayrı olarak belirtti).
Yılın blog tanışkanlığı: Canan.
Yılın çayı: Barış sayesinde tiki katsayımızı arttırdığımız yeşil çaylar (özelde Palais de Thé – Fleur de Geisha).
Yılın ziyaretçisi: Georgina!!!! Eyoo! kaç seneden sonra gördüm arkadaşımı, üç günlüğüne de olsa.


bengal

Sevgili gümlük…

 Sevgili gümlük, yüreğim kabarmış benim.

Bu sene 3 senelik projem bitiyordu ya, dün iki hocam da benim için, ayrı ayrı proje başvurusu hazırlamakta olduklarını bildirdiler. Akşam Bengü ile uzun uzun konuştuk, artıları, eksileri tarttık ama denklemdeki en büyük eksi, bir 2, haydi 3 olsun, yıl sonra gene aynı noktada kendimizi bulacağımız gerçeği idi. Üstelik o zaman değişiklik daha da zor olacaktı.

Hal böyle olunca, bugün gittim sabah biriyle, akşam diğeriyle görüştüm, teşekkür ettim kendilerine, projenin beni kurtarmadığını, artık bir yerlere kalıcı olarak yerleşmem gerektiğini söyledim. Kriz, İspanya’yı bir ihtimal gazetelerde okuduğunuzdan da daha beter çarpmış durumda. Bask bölgesinde para var diyorduk, geçen gün onlar da topu attı (sonradan yalanladıysalar da, bizzat görüyoruz yaşanan donukluğu, dondurulmuşlukları). İnsanlar iyi olmasına çok iyiler (sizlerden iyi olmasın) ama işte keyifsizlik var. Bilemiyorduk ne yapacağımızı, işte dün bu proje haberlerinden sonra, gözümü kararttık, artık belirsizliklere, onları ertelemeye yeter dedik.

Bask hükümetinin prestijli bir ödülü var: bütün dallardan 20 kişi seçiliyor, bu kişiler 5 sene boyunca, tenure track, dediğimiz, kalıcı akademik pozisyonlara yönlendiriliyor – 5 yılın sonunda pozisyon garanti olmasa da, epey yüksek ihtimalli oluyor. O ödüle başvuracaktım, piyango misali, "ya çıkarsa" diye, ondan bile soğumuşum neredeyse (sonuçta başvuracağım). Buralarda akademi dışında iş bakarım, diyordum, bakmayacağım, hem iş yok, hem de işin devam edeceğinin garantisi (+ birkaç şey daha…).

Metin Altıok’un deyişiyle, "yine yol göründü yerleşik yabancı’ya, / bir süre öyle sanmıştım kendimi."  İstikamet Ankara, Türkiye, zaman bu senenin sonu. Üniversitelerle yazışmaya başlamaya ne zaman başlamalı? Bu akşam okuldan çıktım, kar yağıyordu, pek kar yağmaz buralarda, bir geldiğimiz sene yağmıştı da, "10 seneden beri ilk" demişlerdi. Bugün hocalarımla olan konuşmam veda niteliğindeydi, bugün sonuçta gidişin başlangıcı, ilk günü, ben de buraya tarih düşeyim dedim. Öyle bir burukluk geldi işte, o soğuk havada otobüse yürürken, bir de Afşar Timuçin’in Alacalı Türkü’sü:

            Eski şiirleri yırtsan ne çıkar
            Yenilerinde de aynı hava
            Sana göre ben huysuz oldum
            Bana göre sen alıngan
            İşin özü hep aynı kalmamızdır
            İstersen beni bir sure arama
            Bunda neyin payı var bilmem ama
            - Her şeyin payı olabilir -
            Dünya duracakmış gibi dönüyor
            Ben bunu sezdim nicedir
            Bu durumda insan üzülebilir
            Beni istersen hiç arama
            Hep aynı kalan güzellik gibi
            - Yontuda da öyle değil midir -
            Gözlerin aynı bakışı bakmakta
            Bu bakış bir başkasını öldürebilir
            Bende ancak yalnızlık acısı bırakıyor
            Belli ki bir şeyler var nicedir
            Ya da nicedir hiçbir şey yok
            İstersen beni bir süre arama

ÇR ya da until then…

Grant Morrison‘ı pek sevmem, Garth Ennis‘in de "Preacher"ını vaktiyle okuyup sevmiştim (ilki İskoç, diğeri İrlandalı bu arada). Ben aslına bakarsanız, öyle iyinin iyi, kötünün de kötü olduğu hiçbir şeyi sevmem. Sandman gibi, Hellblazer gibi şeyleri severim. Alan Moore’a saygı duyar, Frank Miller’ı son birkaç aydır sevmem (mesela).

Neyse. Listeleri hazırlamakla meşgulken, artık nereden depreştiysem, çizgi roman piyasasına bir göz atayım dedim, Garth Ennis’in The Boys‘unu buldum (hatta ilk olarak Butcher, Baker, Candlestick Maker yan serisini). Konu ilginç geldi, başladım, 6. fasikülde bıraktım. Açtım gene Hellblazer’ları, 4-5 sene evvel kaldığım yerden devam etmeye başladım (Garth Ennis demirbaşlardan olsa da, asıl adam Jamie Delano – bir de çizerleri Sandman’inkilerle kesişir, güzel olur benzer tat, duygular, dünya babında). John Constantine: sevmemek mümkün değil, sevmek başa bela.

Hemen bunu da yetiştireyim istedim. Listeler bitsin, uzun uzun yazışırız elbet.


Yılın Listesi: Müzik

 Bir önceki yılın müzik listesini, vaktinde, 31 Ocak’ta yapmışım, Pixies filan demişim, ardından da bildiğiniz üzere $izoSuru’larla devam etmiştim. İyi yapmışım. Şimdi de, geçen sene yaptığım gibi, last.fm’deki sayfamı açıp bir bakayım müsadenizle:

  1. Eleanor Friedberger
  2. Regina Spektor
  3. Kate Nash
  4. Cake
  5. Portishead
  6. The Concretes
  7. Therapy?
  8. Ramones
  9. She & Him
  10. Morphine
  11. Nine Inch Nails
  12. Tom Petty and The Heartbreakers
  13. The Smiths
  14. Pixies
  15. The Cranberries

 Gene tabii portatif mp3 çalarımın kayıtlarını last.fm’e gönderememe özründen ötürü, NIN aşağıda, Morphine yukarıda falan filan.

Eleanor Friedberger ile The Concretes, biri yeni, taze, diğeri eskilerden (~2000) hanım arkadaş, arkadaşlar. Bu sene bir de Lucky Soul‘u keşfettim (onlar da 2000lerin ikinci yarısından). Eleanor Friedberger’i sevme sebebim -tek başına olarak- saç modeli olamaz tabii ki, şarkıları da güzel (hele de I won’t fall apart on you tonight‘ı!). Bu sene bir sürü (bkz. adı geçen eserler + -"kontraversiyonel" Beth Orton, mesela) hanım şarkıcı ile tanıştım, az bildiklerimizle kaynaştık. Sevdiklerimizden bir tanesi ile (Florence + the Machine) bozuştuk, diğerleri (Neko Case, She & Him) ile el ele göz göze devam ettik.

Bu sene sormayın, geçen seneden beter yumuşadım. Geçen sene bir yerlerden Warbringer’ – Waking into Nightmares’ı bulup vaziyeti kurtarmıştım, diyordum, baktım şimdiŞ Mayıs 2010. Geçen sene Pixies’le durumu kurtarmışım. Bu sene fena, çok fena. Neyi desem ki: Metallica’nın hakkını vermeye çalışıp durduğum Death Magnet’ini mi (özellikle de taka taka taka taka… durmaksızın giden All nightmare long / bir de ara ara St. Anger’dan Invisible Kid dinlemek hobilerim arasındadır, ben Uygar, 24 yaşındayım, yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim)? Ara ara dinlediğim, gençliğimin favorilerinden Exodus – Impact is Imminent albümünü mü, yoksa bu sene dinlemeye başladığım Dog Eat Dog – All Boro Kings’i mi? Yadsınamaz tabii ki bunlar – Slayer – South of Heaven, Anthrax – Persistence of Time (ve dadaşlar), Bad Religion – Stranger than Fiction (Emir Ar-tur’a geldiğinde, böyle çok güzel Bad Religion’lı sweatshirt’ü vardı / Emir Ar-tur’a geldiğinde bir sürü biri sürü şey vardı olmaya bekleyen / Emir’in bir saati vardı / Hiç durmadı) sık sık, yıllardır dönüp durduğum liseniversite göz ağrılarım sonuçta.

Sert arkadaşları böyle bir kalemde geçtiğimize göre pop’a dönebiliriz. Kate Nash, Merry Happy ile tuttu, yakaladı bizi. Kendisini taa ilk zamandan, Foundations’dan tanıyoruz tanımasına ama daha bir merak etmemiz işte Merry Happy sonrasına rastlar. Do-wah-do, Kiss that grrrl, Paris, I just love you more, hele ki Take me to a higher plane, fantastik bombastik Later On, … sizin de fark ettiğiniz üzere neredeyse bütün albümü saydık döktük. İşbu nedenledir ki, bu yılın albümü açık ara ile: Kate Nash – My Best Friend is You. Buraya da vaktiyle yazdığımız üzere, ki ona da baktım az evvel, yazmamışım (en azından blog girişi olarak, dur bir de yorumlara bakayım… -Hande’nin deyişiyle/yazışıyla ncık, yorumlarda da bulamadım, e deyivereyim (gayrı): Dancing at discos / Eating cheese on toast’u kafiyeliymişçesine söyleyebilen kim olsa yılın listelerinden bir payeyi hak eder. Üstelik sanatçı kişiliğini ayrı, normal (sakat) kişiliğini ayrı seviyoruz (kendisini yakınen tanırız, yanaklarını sıktırırız her gördüğümüzde). İyi kız, bahtı da açık olur inşallah. Resim koyayım, blog şenlensin, kalbime gir bahar ol (canımı ye).

 
 
bkz. terbiyesizin önde gideni. ama seviyoruz, ne yapalım.

Bu senenin sonlarına doğru -utana sıkıla okunacak buralar- Bengü Lady Gaga’ya (Alejandro ve Bad Romance ekseninde, yalnız mutlaka her dinleyişte Lady Gaga’ya merhamet dolu bir şekilde acınacak, "yazık…" nidaları ağızdan dökülecek 8), bense (ve gene bir Sururi-Nergis işbirliğinde) Kate Perry – Hot’n Cold’a fena halde takıldık. Siz bizi boşverin sevdicekler, kaçın, kaçın kendinizi kurtarın. Eğer Bengü’nün bir blogu olsaydı, eminim La Oreja de Van Gogh – Partilerde ağlayan kız macerası hakkında da yazardı, hatta belki de şarkıyı bile koyardı o girişe. Ah keşke, keşke bir blogu olsaydı! (Tanrım size bir salıncak).

Başka neler yazacaktım ki ben (bugün günlerden pazartesi). Listeye bir daha göz atalım… Ah tabii ya, yılın şarkısı. Yılın şarkısı açık ara Martin Solveig – Hello (Belçika’da Ece’yle marketteyken bunun böyle Nouvelle Vague tarzında bir cover’ı çalıyordu, beklenenin aksine fena da değildi, aradım sonradan (bu [Marieke de Haan – her büyük göz makyajlı hanım sheryl manson olmak zorunda değil, değil mi?] olabilirdi, olsa idi ama değil idi, hello – a – a – ah…), bulamadım internetlerde bile – Orçun Künek albüm adlarına benzedi). Yılın müzik olayı, tabii ki $izoSuru podcastlerim (Avrupa’da yankıları hala sürüyor 8P).

Benim güzel kız kardeşim the national all, John Grant – Queen of Denmark ve Morphine – Like Swimming dinlemiş bu sene, $izoSuru’dan gayrı — bir tek Morphine’i biliyorum (ama onu da iyi bilirim hani), ilahi kızılcık, ne olacak, biz de bu sene dinleriz, öğreniriz, tıpkı Room Eleven, Mark Foggo, the Unthanks, De Staat’ı öğrendiğimiz gibi kendilerinden. Aslan Brian neler dinlemiş? derseniz, o da mektubunda (ki yılın mektubu seçildi 30 Aralık tarihli ilgili mektupları), [sururi bu noktada yakın gözlüğünü takar, mektubu gözlerine iyice yaklaştırır, gözlerini de başını eğmek sureti ile mektuba] Primus – Green Naugahyde, Arcade Fire – the Suburbs, de Kift – Brik, PJ Harvey – Let England shake, ve Barry Adamson’dan Stranger on the Sofa / ya tesadüfe bakar mısınız, bu paragrafı yazarken benim pikapta da Ryan Adams – The Shadowlands çalıyordu ki, yazınca fark ettiğim üzere, Barry Adamson değil imiş ama olsun, kem küm gak guk.

Efe’yle Belçika’daki akşamlarımızdan birinde birbirimize -başka birkaç şeyin yanısıra- dinlediğimiz müzikleri de gösterdik. Onun gösterdiklerinden bir tek Carrousel – Reviendra kaldı aklımda, bir de Olivia Ruiz’in bir zenci kardeşimizle yaptığı rap bir şeysi (ki pek beğenmemiştim o ikinciyi). Ama Carrousel güzel, bizim buraların (Bask elleri) müziğini de andırıyor (akordiyon münasebetiyle, Kepa Junkera bu arada, merak ederseniz).

Bu sene Tori Amos’a üzüldüm bir de. Hem müziksel, hem fiziksel bakımdan. Öyle güzel bir kadındın sen Tori Abla, almışlar seni, basmışlar botoksu gitmiş yüzündeki her türlü ifade, anlam, değdi mi söyle? Hala ilk kocanla mısın, dağları ağaçlı İrlanda’da mısın?

Bunlardan başka da gelmedi aklıma yazacak bir şey, adım $izo, soyadım Suru, yıllar yılı beni $izoSuru bildiniz, $izoSuru’dan şarkılar dinlediniz…

Yılın Listesi: Filmler

 Ece Hanım ve İspanyolca dublajın standart olmasından bir de pause özelliğinin olmamasından ve daha bir sürü ufak tefek sebeplerden ötürü, nicedir "şu film güzele benziyor, sinemaya gideyim de izleyeyim" demişliğim yok. Ama ben bile buradan, bu oturur halimle biliyorum/duydum ki bu yıl oğlanlarda Michael Fassbender’in (Rainer Werner Fassbinder ile tabii ki bir alakası olamazdı ama yine de gittim, teyit ettim), kızlarda ise Emily Blunt’ın (Türkçe’si ile söylersek: Demet Evgar) yılı olmuş durumda, artık bu sene bizim buralara (DVD filan) da gelirler, misafirimiz olurlar. Biz o yüzden bırakalım şimdi bugünü, geçmişe bakalım… 

Geçen senenin listesini 21 Ocak’ta hazırlamışız, o günden bugüne izlediğimiz filmlerin çetelesine bakıyorum şimdi:

  • Temple Grandin (Film güzeldi ama ben daha hala güzel bir kızın (Claire Danes) oyunculuk yeteneğini ortaya çıkarması için neden ille de çirkin/çekici olmayan bir tiplemede görülmesi gerektiğini… adaletin bu mu dünya… netekim. (hımmm))
  • El misma amor, la misma lluvia (Ricardo Darin, Soledad Villamil var, konu sabun köpüğü bile olsa, El secreto de sus ojos’un üzerine ağırca yenen bir yemeğin ardından gelen kahve gibi gidiyor!)
  • Greenberg (Noah Baumbach ikidir ucundan dönüyor, bir gün patlatacak ve depresif yanı ağır basan bir Wes Anderson olacak, o güne değer! Ayrıca, bu film sayesinde Greta Gerwig’i gördük, tanıdık, hastası olduk, sevdik, siz de seviniz (Şeker Ahmet Paşa’nın resimlerini / Eski hececilerin şiirlerini bir de / Ben çok seviyorum siz de seviniz)
  • Mary and Max (son 10/20 dakikaya kadar oflayıp poflayarak seyrettim sonra bir anda ne kadar güzel bir şey olduğunu fark ettim – son 10/20 dakikanın güzelliğinden değil, filmin güzel oluşundan. O yüzdendir ki, hep bu hakkını yemişlik duygusuyla anarım kendisini (çok sık olmasa da, işte arada bir))
  • Frygtelig lykkelig (Terribly Happy) (Bu Danimarka filmine 3.5 yıldız vermişim (5 üzerinden ki benim notlamama göre hayli yüksek bir not bu), öyle süper düper bir film değildi halbuki, lakin Edgar Wright’ın Hot Fuzz’ı ve özellikle de Danny Boon’un Bienvenue chez les Ch’tis’i ile birlikte güzide bir üçlemenin ortasında yerini alabilir)
  • Synecdoche, New York (Ah Kaufman, yaktın beni. Otur 5 pekiyi, yıldızlı. Puroyu -en son- Prag’da bırakmış idim (2 ay oldu olacak, geçtik bile mi yoksa?), filmin adını bile yazmak içimdeki puro özlemini harladı)
  • The Illusionist; The Prestige; The Great Buck Howard (bir hafta içerisinde seyrettiğimiz bu üç hokkabaz filminden bir tek The Illusionist’i alalım, diğerleri sizin olsun)
  • Bottle Rocket (işte Wes Anderson potansiyeli böyle bir şeymiş demek ki – ikinci filmde Rushmore geldi ve daha ne olsun?)
  • Soul Kitchen
  • Cloverfield (4 yıldız vermişim! ama teknik, kurgu filan hak ediyordu)
  • London River
  • Inception

Yılın kekliği: Kendim. Sebep? El mismo amor, la mismo lluvia‘yı yazdıktan sonra, El secreto en sus ojos‘a bakarken listede, geri dönmeyi unutmuşum, o yüzden geçen senenin filmlerine girmişim, şimdi uyandım. Kaldığımız yerden devam ediyoruz sayın seyirciler, okuyucunuzun/tarayıcınızın ayarı ile oynamayınız reca ederim…

  • Zero Effect – 2000 senesinde, Ankara’da, Öveçler’de iken bu filmin DVD’sini Betül’den almış idim, daha o zamanlar Psych, Monk yoktu hiç öyle obsesif kompulsif, süper dikkatli dedektif tiplemesi. Bill Pulman Independence Day adlı berbat filmde gayet kötü bir biçimde Amerika Başkanı’nı da oynamamıştı henüz (baktım şimdi wiki’den, Independence Day, Zero Effect’ten iki sene önce imiş. balele-sorduk mu?)
  • Social Network – Müzikleri. Ah o müzikleri yok mu. Trent Reznor olduğunu bilmeden, isimler yazarken takıldım müziklere, tam "yahu bu ne güzel bir şeydir böyle!" diyorken Reznor/Ross yazdı, hemmm dedim. Geçen gün de Avengers’ın fragmanını seyrediyordum, orada da güzel müzikler çalıyor, Trent Reznor demiştim, bir saniye, hemen bakayım… Baktım, Alan Silvestri diye biri imiş, bozum oldum tabii, "e bir daha dinleyeyim, bakayım neresini benzetmişim anlayayım" dedim, "avengers trailer music" yazdım, "We’re in this together / NIN" dedi, keh keh diye güldüm kendi kendime keyiften ve iki sebepten (biri çok açık, diğeri, sinir olmuştum Trent’ciğim Sosyal Network ile havalara girdi, piyasa oldu, önüne gelen filme soundtrack yapıyor diye (The Girl With the Dragon Tatoo’nun trailer’ı süper bu arada, geçen gün kadim dostum Georgina ile bu konuda fikir teattüsünde bulunuyorduk, orada üzerinde anlaştığımız üzere, LedZep coverlamak her babayiğidin harcı değil, bir de o cırlayan Yeahx3s’in Karen O’su imiş, o da pek yakışmış Trent’in dehasında – misal Where the Wild Things’in soundtrack’i ne kadar berrrrbat, kulak cırmalayacı idi beri yanda)). Sonuçta öyle anlayacağınız, Trent Reznor lütfen sadece benim sevdiğim/seveceğim filmlere müzik yapsın, avengers’a filan şarkı verebilir, umrumda değil, ama yalanım yok, kıskancım, birazcık da huysuzum enter seda sayan.
  •  Buried (2010 da Ryan Reynolds’ın yılı oldu herhalde. Kaç filmde oynadı bu arkadaş yahu? Taa Two Guys & a Girl yıllarından beri bir türlü ısınamamışlığım vardır, BOSS reklamlarından da haz etmedim, Scarlet Johanson olaylarından da) Film, kurgu açısından inanılmazdı bu arada, takdir.
  • I Love You Philip Morris – Müthiş bir filmdi, Jim Carrey ve Ewan McGregor’ı Jim Carrey ve Ewan McGregor olarak değil de, iki iyi (süper) oyuncu olarak görebileceğiniz bir filmdi (gerçi Ewan McGregor her filminde bambaşka yine yeniden birini oynuyor ya!). Üstelik, bu da Temple Grandin gibi, hatta ondan daha da katmerli bir şekilde, gerçek olaylardan çekilmiş bir film (…dan yola çıkarak değil, bilakis …dan çekilmiş). Yılın filmi olabilir, listeye devam edelim bakalım…
  • Volver – Niyeyse Almodovar’a ara vermiştik Habla con Ella’dan sonra. Volver ("Bolber" olarak okunur) ilaç gibi geldi. Penelope Cruz normal/sosyetik rollerde ne kadar rahatsız edici / batıcı ise, komşu kızı / delimanyak tiplemelerinde o kadar müthiş oluyor. Volver, konu da, renkler de çok güzeldi.
  • Die Fälscher (Counterfeiters) – Toplama kampında geçen komedi olur mu? Olmaz (La Vida es bella diyeceksiniz, o çok istisna diyeceğim). Buradaki aktif anarşist amcanın Inglorious Basterds’ın Gestapo komutanı olarak hatırlamak ilginç oldu.
  • Source Code – Moon’dan sonra, Moon’dan başka, gene güzel gene referansı bol, yine de yeni bir şeylerle. Duncan Jones, sen bu yolda devam et. Michelle Monaghan’ı Boston Public’ten severdik (Kiss Kiss Bang Bang’i de severiz — o film kült statüsüne girmedi mi acep hala?), Vera Farmiga ayrı bir hikaye zaten (Up in the Air’de Alex olarak geldi gönlümüzün mütevazi bir köşesine indiydi zaten vaktiyle).
  • Win Win – Denizden Thomas McCarthy çıksa izlerim zaten. Bunda da Up in the Air’den (ve 2 and a half men’den) Melanie Lynskey vardı az da olsa.
  • The Perfect Host – Eş dost toplantısı, partiler, bir araya gelmeler için ideal bir film. Ben afişine ve tabii ki David Hyde Pierce’ine vurulmuştum. Sonu biraz löylöy olsa da, tiyatro canım, ne beklersiniz (tiyatro uyarlaması değilmiş bu arada).
  • Flypaper – Patrick Dempsey ve o haliyle bile (yani Holywood standartlarına göre çok yaşlı) alımlı ve takmayan Ashley Judd. "Eğlenceli bir seyirlik" idi.
  • Midnight in Paris – Woody’den beklediğim gibi bir filmdi, her şeyiyle yerli yerinde, güzeldi.
  • Le Petit Nicolas (Pıtırcık) – Bu sene (2011) birbiri ardına Pıtırcıkları devirdik Ece’yle, filmi de üstüne ilaç gibi geldi. Biz Ece’den daha çok güldük ama söz konusu Pıtırcık olunca, bu da doğal, değil mi?
  • Beginners – Fragmanını görüp ilgilenmiştim, fakat sonra konusunu okuyunca pek bir plastik, internet blog şeysi gibi gelmiş idi. Sonra fragmanını bir kez de Bengü’yle birlikte izledik, işte bir gün seyredecek bir şey bulamayınca, haydi dedik, hem Ewan McGregor da, Melanie Laurent de var. Beğendik, güzel film. "Beginners" bu arada Raymond Carver’ın ilk kitabına da adını veren "What We Talk About When We Talk About Love" hikayesinin (ve kitabın) ilk adı (sonra editör değiştirtiyor – elimde kitabın iki versiyonu da var, editörün manyaklığına şaşıp/sinir olup, bir yandan da hakikaten iyi iş çıkardığı için gizliden gizliye takdir ediyorsunuz). Bunun yönetmeni (Mike Mills) bir de Up in the Air’in yazarının (Walter Kirn) kitabından uyarladığı bir başka filmi var (Thumbsucker), onu da izleriz artık bir ara.
  • Bienvenue chez les Ch’tis – Micmacs’te hiçbir şey ifade etmeyen Danny Boon’un bizi kırıp geçirdiği Fransız komedi filmi. Biz çok çok güldük, size güleceğiniz garantisi vermiyoruz. Filmi Efe’den duymuştuk, o bayağı bir giriş yapmıştı, beklentimiz filan da yüksekti, ona rağmen çok beğendik. Fransızca bilmiyorken bu kadar eğlendim (eğlendik yazabilirdim ama bakınız yazmadım, niye yazayım, Bengü Fransızca bilir a! ;), bir de Fransızca bilsem ne olurdu kim bilir! Bunun Bask-Endülüs versiyonunu çekelim (Türkiye versiyonunun dram olacağı yönünde ciddi şüphelerim var).

Demek ki neymiş arkadaşlar, bu yılın (2011) filmi, 2009 tarihli I Love You Phillip Morris imiş (roll the drums / ya da Chumbawamba – Scapegoat’ın girişini çalınız)

Hüsran listesi: 
Micmacs
Bakjwi (Thirst)

Vicky Cristina Barcelona – Woody’den beklemediğim gibi bir filmdi, bana ters geldi. Ayrıca Rebecca Hall’u yakında Everything Must Go’da görebilirsiniz (ben görmeyeceğim çünkü Carver’a olan sevgimden, filme gıcık oldum jeneriğini görüp de).

Neslihan ile Brian’ın yılın favori filmlerini yazacaktım ama lil’ sis yazsın dedim, hem yorumunu görürüm, hem de belki Pirates of the Carribean 3’ün de sıraladığı filmlerden biri olduğunun kamuca bilinmesini istemez.. 8)  (biz mesela daha seyredemedik onu ama planlar arasında var – benzer şekilde Paul’ü de Black Swan’ı da hala görmedik, hatta Paul ne ben bilmiyorum : insan isimli filmlerden Hugo ile Pina’yı bekliyorum ama mesela). Briantje ile de The Illusionist’le kesişmişiz.

Bunlar da kısa kısa…lar olsun bakalım:

  • Bir süredir Werner Herzog’un "The Cave of Forgotten Dreams"ini izlemeye çalışıyoruz ama hakikaten çok çaba sarf etmek gerekiyor.
  • Çarpık Kadraj geç keşfettiğim ama hakikaten çok sağlam bir sinema/tv blogu oldu.
  • Bir Zamanlar Anadolu’da’yı herhalde çok zor izlerim ama geçen gün de AV Club’dan çok iyi eleştiriler aldı. Biz daha hala bal ve süt bulup da izleyeceğiz.

Bu sene izlemek için not aldığım diğer filmler:

  • The Future – Miranda July
  • The Good Heart – Dagur Kári
  • Los Lunes al Sol
  • Inside Job
  • Moneyball
  • 50/50
  • The Descendants
  • A Seperation
  • Tinker Tailor Soldier Spy
  • Pina
  • In Time
  • The Secret World of Arrietty

iyi seyirler, patlamış mısırlar.