Herr Doktor ist in!..

Sevgili İdris’le, Austin Powers’ta en çok güldüğümüz sahnelerden biriydi şu:

DR. EVIL
In a little while, you’ll find out
that the Kreplachistani warhead has
gone missing. Well, it’s in safe
hands. If you want it back, you’ll
have to pay me…ONE MILLION DOLLARS!

The UN representatives are confused. Number Two COUGHS.

DR. EVIL
(frustrated)
Sorry. ONE-HUNDRED BILLION DOLLARS!

The representatives ARGUE amongst themselves.

UNITED NATIONS SECRETARY
Gentlemen, silence!
(to Dr. Evil)

NOW, MR. EVIL…

DR. EVIL
(angry)
Doctor Evil! I didn’t spend six
years in evil medical school to be
called ‘mister’.

UNITED NATIONS SECRETARY
Excuse me. Dr. Evil, it is the policy
of the United Nations not to negotiate
with terrorists.

DR. EVIL
Fine, have it your way. Gentlemen,
you have five days to come up with
one

hundred billion dollars. If you fail to do so, we’ll set
off the warhead and destroy the world.

UNITED NATIONS SECRETARY
You can’t destroy the world with a
single warhead.

DR. EVIL
Really? So long.

The screen goes BLANK.

DR. EVIL
(to evil associates)
Gentlemen, in exactly five days from
now, we will be one-hundred billion
dollars richer.
(laughing)
Ha-ha-ha-ha.
(slightly louder)
Ha-ha-ha-ha.

EVIL ASSOCIATES
(laughing with him)
Ha-ha-ha-ha.

DR. EVIL & ASSOCIATES

(LOUDER AND MORE STACCATO)

HA-HA-HA-HA-HA!

(louder again, and even more evil and maniacal)

HA-HA-HA-HA-HA-HA-HA-HA!

(PAUSE)
Ohhhh, ahhhhhh…
(pause, quieter)
Ohhh, hmmmm.
(pause, very quiet)
hmn.

There is an uncomfortable pause, because clearly we should
have FADED TO BLACK. The evil associates look around the
room, not knowing what to do with themselves.

DR. EVIL
Okay…Well…I think I’m going to
watch some TV.

EVIL ASSOCIATES
Okay. Sure.

They exit the frame awkwardly.

Sonunda, ne zamandır beklenen oldu ve ODTÜ Fizik Bölümü tarafından Nükleer Başlık olmasa da, en az onun kadar etkili (show me the button, I’m the Doctor..) bir “şey”le ödüllendirildim. Artık sokaklarda, karanlıklarda, karanlık sokaklarda (yeter şart) yalnız başınıza dolaşırken daha dikkatli olmanızı gerektirecek bir gerçek daha var… Evet, evet, tam da o.

[Ayrıca] Savunmam sonrasında çekilen güzide bir resim, buyurunuz, buyurunuz:

Doktora Savunmam, 20070718
Zeynep Deniz Eygi, Özge Amutkan, Emel Kilit, Rengin Peköz, Ece, Bengü, Deniz Tekin, Hande Üstünel, Nazım Dugan, Elif Yurdanur

Yani kısaca: Gelebileceğim en güzel yerde idim şu 7 senedir. Meğer O güzel insanlar bu güzel bölüme gelmişler.

Severiz Biz Seda’yı.

Blog yazarken insan, öncelikle arkadaşlarının okuyacağını düşünüyor, sonrasında tanımadığı insanların bir şekilde bir şey arayıp geldiklerini, bir kelebek misali sayfaya konduklarını, sonrasında da belki şu servisteki kızın, “kim arıyordu diyeyim?” diye sorunca, isminizi, cisminizi belirttiğiniz şu sekreterin, bir şekilde bir yerlerde isminizi duyan bir kişinin okuduğunu düşünüyor. Sizin blogunuzu okuduğunu düşünmediğiniz / var sayamadığınız / ön göremediğiniz ve dahi tersaneleri zapt edilmiş olan akrabalarınız klasman dışı her zaman! O yüzden de sürprizleri daha bir etkili oluyor.

Seda, Bengü’nün akrabası, “bunun dışında” çalışmalarını hayli beğendiğimiz bir sanatçı (grafik sanatçısı yeterli olmuyor, değil mi tanıma). Nesri de güçlüymüş, şimdi bloguna bakarken keşfettim:

Akrabalık olayları, akrabalık vasıtasıyla tanışma olayı (“akraba in law”) hakikaten garip olaylar. Bonus gibi 8)

Seda Hepsev, Yutan Eleman, 2007

“Yiyiyorum yiyiyorum bitmiyor” dedim.
“Gidip gidip varamamaktan iyidir” dedi.
“Öyle söyleme” dedim ben de. “Gitmek iyidir, hem yolda olmak zaman kaybı degildir ki.”
Sonra bir gün yolda karşılaştık. Ama gittiğimiz yönler farklıydı. Tam da bu yüzden karşılaştık.
“Aynı tarafa gitseydik birbirimizi göremezdik ki” dedim.
“Hep iyimserdin sen” dedi.
Zaten biz de kucaklaşmadık, selamlaştık sadece.

“Hangisi daha kötü hissettirir sence?” diye sordum. Çok güzel bir rüya görürken uyanmak mı, yoksa kabus görüp uyanmak mı?”
Cevap vermedi.
Galiba en son gördügü rüyayı hatırlamaya çalışıyordu.

“Çok yalnızım ben” diyerek geldi bir gün. “Hatta o kadar yalnızım ki, dünyada bir tek ben yalnızmışım gibi hissediyorum.”
“Gidip bir köpeğin gözlerine bak, iyi gelir” dedim.

“Görüşürüz demek gerçekten görüşmek anlamına gelmiyor biliyor musun?” dedim.
Alaycı bir biçimde hafifçe gülerek, “bu bir soru mu simdi?” dedi.

“Aklıma gelmişken” dedim. “Ben sandığın kadar iyimser değilim. Mesela bahar aylarını hiç sevmem.”
“Zaten o yüzden iyimsersin” dedi. “Bahardan başka üç mevsim daha var.”

Gelip, kulaklıklarımı kulaklarımdan çekip bağırarak birşeyler söyledi. Ama o kadar yakından söyledi ki, ben yine duyamadım. Daha doğrusu anlamadım.

“Belki de bunların hepsi birer isarettir” dedi. “Prenses Mononoke’de de öyle söylemiyorlar mıydı: Kaderini degistiremezsin ama onunla yüzlesebilirsin.”
“Boşver, hepsi tesadüf” dedim.
Herkes gibi o da inanmak istemedi. Ben de, herkesin bir bildiği var mıdır acaba diye düşündüm.

Aradan uzunca bir süre geçti. Tekrar bulusup konuştuklarımızı hatırladık.
Gülüp geçtik.
Bir baktık, büyümüşüz.

Seda Hepsev

Bugünlerde

Bugünlerde ve bugün bol bol bisiklete bindim, Nazım sağolsun. İki tekerlekli, yarış bisikleti, öyle yanlarda destek tekerleri de yok, ayrıca oturunca seleye, ayaklarınız yere değmiyor, o derece yani. ODTÜ’yü turladım turladım bir güzel. Doktora komitemdeki Oğuz Hoca’ya (Gülseren) gitmeme gerekiyordu Bilkent’e, kapıya kadar bisikletle gittim, oraya park ettim, minibüse gittim, Bilkent’e gittim, işimi hallettikten sonra minibüse gittim, ODTÜ kapıda indim, o güzel bisiklete bindim, çevirdim çevirdim pedalları. Hollanda’ya sağ salim aksilik olmadan gidebilirsek eğer, yapacağım ilk işlerden biri bisiklet almak olacak. Zaten son bir aydır Bengü ile yediğimize içtiğimize dikkat etmiyor, Nasılsa Hollanda’da bol bol pedal çevireceğiz, veririz..” diyoruz, haydi hayırlısı.

Culture’dan Look to the Windward‘a döndüm, tempo biraz artıyor gibi. Ayrıca dün Bengü ile Hot Fuzz ‘a başladık, kadro tipik İngiliz komedisi fiks kadrosu. Orada, ufak bir roldeki Black Books’un Manny’si, Ian Banks okurken görülüyor, hatta ikinci görünüşünde galiba Culture okuyordu.

Yoruldum, bir de terledim, acıktım da. Saat 17.13 olmuş, birazdan servis için toparlanmaya başlayacağım. Fkk’dan yorum aldım ayrıca, diyeceğim odur ki, benden iyisi yok! 8)

Ha, bir de: Linux’çulara ayın bilmecesi:

Bir ftp sunucum var, SSH’ı yok, FTP’si var
ister ki deli gönül, buradaki dosyaları kendi bilgisayarımdan güzelce editleyebileyim vim ile
ama
her seferinde
vim ftp://lol:olo@xxx.xx.xx.xx/1/2/3/4/5.php
benzeri uzuuuun dosya adları yazmayayım… ya gui’si olsun ya da tercihen ncftp’ninki gibi auto-completion’ı. Fişek patron FUSE ile entegre etmemi önerdi, ben ncftp’den memnun kaldım ama bir sorun var
ncftp default nano kullanıyor, “edit” komutunu vim’e bağlamayı beceremedim.

var mı önerisi olan?

(ödül: Dennis Brown’dan güzel mi güzel reggea şarkıları -ki bu havalarda onlardan iyisi yok!-)

Harry Potter ve Black Adder Aberforth

Efendim, bildiğiniz (belki daha evvelden not düşmüşümdür) ya da bilmediğiniz (belki de düşmememişimdir) üzere, Ian M. Banks‘in Inversions adlı güzide Culture eserini bitirdikten sonra niyetim, seneler seneler boyunca sevgili İdris’imle dalga geçmeme sebep olan Castaneda‘nın Don Juan serisine başlamaktı, öyle bir anda aklıma gelip, gelmekle de kalmayıp düşmüştü ama elektronik formatta bulamadım, ben de onun yerine Culture’ın son kitabı olan Look to the Windward‘a başlamış idim. Diğer Culture kitaplarının aksine öyle 20. sayfaya geldiğimde halen daha beni içine almış değil idi. Öbür uçta ise Harry Potter efendi var, daha önce de söylediğim üzere, 4. kitaptan başlayarak düzenli olarak okudum. 5. kitap çok kötü bir şey olsa da, 6 fena değildi ve evet, 7’yi bekliyordum ama öyle “gelsin de hemen alıp okuyayım” da değildim. Sonra, kitap cumartesi günü piyasaya çıktı, pazar günü gazetelerde haber olarak yer aldı, şöyle bir göz gezdirirken, gazetelerin çaktırmadan konuya dair spoilerlarla dolup taştığını fark ettim. How I Met Your Mother’ın Super-Bowl bölümünde bunlar çok izlemek istedikleri halde bir cenazeye katılmak zorunda olduklarından kupa maçını kaçıracaklardır o yüzden maçı videoya çekerler ve gün boyunca skoru kazara öğrenmekten fena halde kaçınırlar. Benim Potter olayı da biraz buna benziyor. 5. kitap çok kötü olduğundan, 6. kitaba hemen başlamamıştım, benim okumam gecikince de başka kaynaklardan kimin kimi öldürdüğünü pek de istemeden öğrenmiştim, bu kitapta da benzeri olsun istemediğimden pazar günü kitabı okumaya başladım, dün gece de bitti. Güzel miydi, güzeldi, benim tahminlerim pek tutmadı. Sondaki Morpheus/Mimar – Neo olayı eğer bilinçli bir göndermeyse hoş, değilse çok sırıtan bir şeydi. Ayrıca ben okulun eski müdürlerini tasvir eden portrelerin o kadar başlı başına (karar verebilecek ve danışılabilecek) bir kapasiteleri olduğunu bilmiyordum, ayıp oldu. 6. kitapta görünüp de kilit isim olacağını düşündüğüm bir kişinin aslında olmadığını öğrenmek değişik oldu. Ayrıca başta Rita Skeeler ve Dolores Umbridge olmak üzere, 5. kitapta bizi Kemalettin Tuğcu ile Ömer Seyfettin’i mumla aratır duruma düşüren bütün terbiyesizlerin akıbetini tüm detaylarıyla öğrenmek istiyoruz!

Sonuç: Okumadıysanız okuyun, sonra başkasından duyarsınız. Öyle pek ahım şahım bir sürpriz yok ama kendini okutuyor yine de kerata.

Hamiş: Kitabı okurken, yanınızda internet bağlantısı olmasın. En önemsiz detaya bakayım dediğinizde bile spoilerlar üşüşüyor başınıza. Mesela öylesine adı geçen Death Eater’lardan birinin adı tanıdık geldi, sordum sarı Wiki’ye, “şudur budur ayrıca son kitapta şunu şunu öldürüyor, bu da şunu öldürüyor” diye harş şeklinde spoilerla bütünleştim. Akıllanmamış olacağım ki, yine öylesine bir adı geçen, boynuzu görünen bir hayvanı sordum, “şu şu şekildedir, şurada yaşar, son kitapta şu şu şu şunu şöyle satışa getirdiğinde şöyle böyle bir şeyler oluyor” çıktı karşıma. Evet, Wiki’de belli bir tarihte yazılanları da okuyabiliyorsunuz (History olayı) ben de biliyorum, tavsiye ediyorum, mesela sonlara doğru Harry bir anda bir yerde iki horcrux’ı şekliyle birlikte tarif edince, “iyi de nereden biliyor bu sıpa?” merakı ile ve Wiki’nin tarih opsiyonuyla pek de spoil etmeden (siz yine de benim yaptığımı, yani 21.07.2007’yi güvenlidir diye seçmeyi, yapmayınız efendim, 15.07.2007 civarında takılınız) detayları öğrenebildim. Bir de her kitabın mutlaka 50. sayfasında filan durup sonuna bakıveren ben kendimi kolay tuttum bu sefer. Gerçi bu son kitap için yaptığımız tahminleri tutturamadık ama yine de arsızca bir tahminde daha bulunayım: En geç 1998+19 = 2017’de bir kitap daha çıkacak, hatta daha büyük olasılıkla 1991+25 = 2016 : ilk kitabın 25. yıldönümünde. Bu kitapta Harry T.R. ya da V. adında bir bebeğe bakıcılık yapabilir. amaan, ya da yapmayabilir… 😉

LökerSerkan+*

… dün bizdeydiler. Güzel güzel balkonda oturduk. İkisi bir olunca tam “dayı prototipi” oluyorlar, böyle bir genel geçer kavram var ise (eğer anladıysanız ne demek istediğimi, tamamdır, tam da öyle işte 8). Aşağıdaki resim dün akşamdan, onun altındaki ise ne zaman çekilmiş, içindekiler kimler hiçbir fikrim yok, gelirken biri minibüste düşürmüş, o hesap (hele arka-ortadakini hiç tanımıyorum, ebesüt müdür nedir.. Not: Ebesüt burada öğrendiğim, Beypazarı ağzında bir terim ek$isözlüğe baktım şimdi ama benim kast ettiğim argodaki anlamı.. 8)

Löker Serkan Sururi 20070712 Bizim Balkon

Serkan Engin Sururi Veli Löker 20010607, Öveçler, 2. Cadde, Bekarlık Günlerim... 8)