Christmas, X-Mas ve Axe-Mas hakkında birkaç şey…

Belki bilir, belki bilmezsiniz, bilmezseniz de pek bir şey kaçırmış sayılmazsınız ama filmi bilmiyorsanız çok şey kaçırmışsınızdır, Amerikalıların resmi Noel filmi, Frank Capra’nın 1946 tarihli It’s A Wonderful Life‘ıdır . Ben de bu filmi çok seviyor olsam da, bizim için ilgili başlık altındaki favori film, Richard Curtis’in 2003 tarihli Love Actually‘sidir. Tabii, bizim için noel (“neol”) diye bir şey olmadığından, yılbaşı yaklaşırken, biz de Delft’teki DVDcilere bu filmi sormaya başladık (buraya hiç DVD getirmediğimizden Ankara’da bir depoda şimdi önceki versiyon). Birkaç yerden “taze bitti” cevabını alınca da, ya bu film Hollandalıların başucu filmi (bir de Almanya’da David Hasselhoff olmak vardır bu bağlamda) ya da bunlar bize Türk Tüccar muamelesi çekiyorlar dedik (hani dükkana girersiniz, aradığınız bir şeyin orada mevcut olup olmadığını sorarsınız da, muhatabınızın bakışları, sizin aradığınız nesnenin adı olan kelimeyi ilk defa duyduğunu gizleyemezken “Ha, iki tane vardı da, geçen cuma bitti, önümüzdeki ay gelecek yine” şeklinde bir cevap alır (o şeyin kendisinde olmadığını gururuna yediremez) ve dahi “boşuna buralarda arama, hiçbir dükkan satmaz onu” şeklinde de “bende yok, öyleyse bat dünya ve diğer meslektaşlarım” eklentisi ile ödüllendirilirsiniz). Geçen hafta Rotterdam’a gitmiştik gezmeye (bkz ispatı aşağıda) de, her gördüğümüz fidyocuya sordum, çok kalabalık kuyruklar vardı neyse en sonunda dönüş yolunda buldum bir tane, hem de hepi topu 8 avroya!

Rotterdam, 24/12/2007

Özetle, yeni yıl yaklaşırken, eğer öyle çok da maço bir tip filan değilseniz, + Nikah Bir Cenaze’yi beğenmişseniz mesela-mutlaka, ve halen Love Actually ile tanışmışlığınız yoksa, bir deneyiniz derim. Araya parça olarak filmde de kullanılan (zaten oradan aklıma geldi) Bay City Rollers’dan Bye Bye Baby‘nin sözlerini sıkıştırayım bari – bir şarkı bu kadar mı leziz olur :

Bay City Rollers / Bye Bye Baby………………………………………|

If you hate me after what I say
Can’t put it off any longer
I just gotta tell her anyway

Bye Bye Baby, baby goodbye.
Bye baby, baby bye bye.
Bye bye baby, don’t make me cry
Bye baby, baby bye bye.

You’re the one girl in town I’d marry
Girl, I’d marry you now if I were free
I wish it could be.
I could love you but why begin it
‘Cos there ain’t any future in it,
She’s got me but I’m not free, so:

Bye Bye Baby, baby goodbye.
Bye baby, baby bye bye.
Bye bye baby, don’t make me cry
Bye baby, baby bye bye.

Wish I never had known you better
Wish I knew you before I met her, Gee
How good it would be for me.
Shoulda told her that I can’t linger,
There’s a wedding ring on my finger,
She’s got me but I’m not free, so:

Bye Bye Baby, baby goodbye.
Bye baby, baby bye bye.
Bye bye baby, don’t make me cry
Bye baby, baby bye bye.

Hazır şarkılardan ve noelden söz açılmışken: Az çok neol hakkında bir şeyler bilirim (işte nativity detayları, 3 müneccim (magi), şu müneccimlere yolu gösteren yıldız ve hatta en güzeli olarak da T.S. Eliot’ın Journey of the Magi şiirini ve şu hastası olduğum müthiş açılış dizelerini:

A cold coming we had of it,
Just the worst time of the year
For a journey, and such a long journey:
The ways deep and the weather sharp,
The very dead of winter.
And the camels galled, sore-footed, refractory,
Lying down in the melting snow.
There were times when we regretted
The summer palaces on slopes, the terraces,
And the silken girls bringing sherbet.
Then the camel men cursing and grumbling
And running away, and wanting their liquor and women,
And the night-fires going out, and the lack of shelters,
And the cities dirty and the towns unfriendly
And the villages dirty and charging high prices:
A hard time we had of it.
At the end we preferred to travel all night,
Sleeping in snatches,
With the voices singing in our ears, saying
That this was all folly.

lakin, bu sene neolle ilgili yepyeni bir detay daha öğrendim, dini içeriği hayli yüksek, mukaddes Robot Chicken programının, neol özel bölümünden (s03e14). Onun sonunda, sanırım geçen seneki neol programındaki şu anime çocuk, jack frost ve santa’nın kapışmasındaki karakterler müthiş bir parçayı icra ediyorlar. Bir tek bizim dilimizde trampet diye bir müzik aleti olduğundan ne yazık ki, benzer bir müziği tam olarak yakalayamadım ama yine de The Old Guard Drum and Fief Corps (Amerikan koloniyel dönemden) epey yakın bir… siz Türkler nasığ diyoğ, “sound” yakaladım. Trampet/Trompet bir de Konyak/Kanyak olayı var tabii meşhur, bağlantı aynı olmasa da. Bu tür müzik aramaktayım, Kodo’yu biliyoruz tabii ki ailecek, ama benim dediğim şu trampet olayı, flüt de bir yere kadar girebilir (aslında TAM da Robot Chicken’daki mevzuat). Neyse, aratıyorum ediyorum işte “drum” vesaire diye, Little Drummer Boy‘u keşfettim, zaten, sonradan anladım ki, RC’ın yaptığı da aynı şey olayor. Sonrasında da Dolores O’Riordan’ın (pis pis pis!) 2001’de Vatikan’da performeler eylediği şu versiyonunu buldum şarkının. Yani böylesine aptalca bir şarkı nasıl böylesine etkili öldürücü bir silaha dönüşebilir, ispatı orada… (Yanlış anlama olmaması için bonus bilgi: Dolores O’Riordan’a gıcıklığım, ailecek ennn bir favori gruplarımızdan olan Cranberries’i bir başına koyup gitmesinden ötürüdür. Gerçi ailemizde buna benden başka bozulan bir başka fert yok ama bu benim değil, Bayan O’Riordan’ın sorunu. 8P)

Yine çok uzadı. Bir de Axe-Mas dedik, onunla da ilgili birkaç şey karalayalım: Evet, bildiğiniz üzere Futurama der X-Mas’a Axe-Mas diye, nihayet geçen ay, yıllardır (2?) süregelen ayrılık bitti, Bender’la hasret giderdik (bkz. Bender’s Big Score)

Sanırım bu kadardı. Görüşemezsek/görüşmezsek şimdiden yeni yılınızı kutlarım. Geçen sene yaptığım gibi, bu yıl da senenin muhasebesini yapmayı arzu ediyorum ama önce yılın hayırlısıyla bitmesi lazım.. 8)


80’ler iyi bir şey değildir

(ama yine de sevmeden edemiyorum son birkaç yıldır!)

Bunlar da öncelikli olarak Gürer Beyciğim için geliyor, zaten ilk iki referans doğrudan ondandı:

Hele de DM’i Bengü’yle seyrederken, Tarkan’ın şu sonradan ortaya çıkan, ünlü olmadan evvel düğünlerde şarkı söylerkenki videosu aklımıza geldi, 90’ların karizma oğlanları, 80’lerde meze olmuşlar, bilmek, bildirmek lazım, hudey hudey hudey!

Keywords: Dog Day Afternoon. (Selam Cesim, öyle Scarface karizması yakalamak başka, Dog Day Afternoon olmak bambaşka! 😉

dizilerde talim var, bahriyeli yarim var…

Efendim, malumunuz, pek çok dizi, gerek yılbaşı yaklaşıyor diye olağan ara döneme girdi, gerekse de süregiden yazarlar grevinden ötürü, ama öyle ama böyle, fena halde sekteye uğradı.

Hal böyle olunca, favori dizilerimizden “Scrubs”, “How I Met Your Mother”, “My Name is Earl”, “House, M.D.” stoklarımızı bitirdik, hatta, ayıptır söylemesi, bu kışta kıyamette, olanaksızlıklardan ötürü, -Hande Hanım duymasın ammavelakin- Pushing Daisies’in bile yeni bölümlerini mumla arar olduk (bu arada, H.T. kabul etmesin istediği kadar fekat PD son 4 bölümdür filan fena halde Gilmore Girls havası taşıyor bütün o kelime oyunları, o iki kelimenin sırasını değiştirip, farklı bir anlam oluşturup, öyle karşılık vermelerle filan, ha, bir de tabii dizilerde pek rastlamaya alışık olmadığımız Olive vakası var, kötü olmayan, kötülük yapmayan sadece acı çeken 3. kadın rolüyle).

Neyse, geçen gün yine sıkıntıdaydık, Amazon’a sordum, “ben House’u seviyorum, benim gibi House’u sevenler başka neler izliyorlar?” diye, o da bana tuttu, 4 dizi önerdi: Bones, Huff, Monk ile Psych. Wiki’den inceledim dizileri, içlerinden bir tek Monk’u biliyordum önceden ama onu da seyretmişliğim yoktu. Neyse, netten sadece Psych’ın bölümlerini bulabildim, gerçi onlar da Almanca ve uygun altyazı bulunamıyor, bir garip senkronizasyon yapmış Hanslar.

Hangi dizi olursa olsun, bıdı bıdı konuşurum, sıklıkla akışı durdurup bidi bidi bir şeyler söylerim, işte twistleri tahmin ederim filan falan, ama tutar ama tutmaz ama o bır bır daimdir her zaman. Örnek vermek gerekirse, hani Lost’ta, Sawyer’ın şu kadıncağızı dolandırdığı bölüm vardı ya, işte orada benim tahminimce olması gereken, o teyzenin de aslında Sawyer’a bir kazık atacağıydı (bu tür dolandırıcılı filmleri seviyorsanız, popülerlerden Matchstick Men (Scott:2003)‘i ama asıl olarak pek de popüler olmayan bir film olan House of Games (Mamet:1987)‘i tavsiye ederim), ya da How I Met Your Mother’da Barney’nin şu jimnastik salonlu bölümde, filmin sonundaki zaferinin sebebinin aslında kendi yeteneği değil de, Ted’in ilgili teyzeye vermiş olduğu bir söz (tıpkı vaktiyle Barney’nin kardeşinin yaptığı gibi) olacağını düşünmüştüm. Böyle bir şey işte. Psych’da da benzer yollardan gidiliyor: karakter, küçük ipuçlarından hikaye yazıyor ve işin komiği bunu gizemli bir şeymiş gibi sunmak zorunda, komik ve ilginçti. Seyretmeye çalışacağız… Bones pek ilgimi çekmedi, CSI olaylarını sevmiyorum, Huff iyi olabilirmiş, iptal edilmeseymiş… Dün sevgili Patronumla yazıştık bu konularda, o da bana Life‘ı önerdi, ben de The Singing Detective‘i söyleyeyim, henüz seyretmişliğim olmasa da 😉

Bill Bailey – Part Troll

Bill Bailey - Part TrollUzun zamandır bu kadar gülmemiştim. Black Books‘un Manny’si Bill Bailey‘nin stand-up şovu (böyle mi deniyordu?) beni benden aldı, tavsiye ederim… Özellikle Gürer Bey’in görmesi gereken bir “scale of evil (This must be Kelsey Grammer from Frasier – Niles, it’s a costume party!)” ve “axis of evil (Yes, this is the axis of evil, how can I help you?)” kısımları var ki, anlatmakla olmaz. Bu arada Hitler’in vejetaryan olduğunu da öğrenmiş bulundum bu vesile ile (ayrıca Ku Klux Klan for the Enviroment Program: Keep the Arctic White!).