Dün kitap için “beklediğim kadar iyi çıkmadı” demiştim, haksızlık etmişim. Lem kitabı elinden kaçırdığını düşündüğünüz anlarda bile aslında ipleri gayet sıkı bir şekilde elinde tutuyor… Bol doğaçlamalı bir dizi izlediğinizi düşünüp de, sonrasında bir şekilde dizinin senaryosunu bulup da, aslında sizin doğaçlama olduğunu düşündüğünüz bütün o performansların tamamıyla planl olduğunu görmüş gibi oluyorsunuz. Kitabın sonlarına doğru iyice derleyip, toparlayıp temiz bir şekilde sonlandırıyor. Hatta o kadar sağlam örmüş ki olayları, sonlara doğru istediğiniz sayfada, bir şeylerin boşlukta kaldığını düşünmeden, inebilirsiniz kitaptan… Delivers a packed punch (Roger Ebert’in artık en ibiş (mesela Jim Carrey’nin oynadığı şu Schumacher’in 23 Numarası gibi) filme bile Two thumbs up! demesini protesto amacıyla yazdım 8)
Lem’in üzerine yazılan yazıları / söylenen sözleri okurken, Philip K. Dick’in Lem’e nasıl da nefret kustuğunu öğrendim. Al Heinlein’ı, vur Asimov’a, onu da Dick’e. Über-süper-düper Amerikan modelleri hepsi de! Heinlein’ı biraz severim, Double Star‘ı ile Jobunu okumuşluğum vardır, Asimov’u sevmem, onun da birkaç kitabını okumuşluğum var, Dick’i severim ama, paranoyası iyidir güzeldir, gerçek hayatındaki gibidir, kafası karışıktır. O yüzden mesela şöyle bir şey söylediğini okuyunca hem şaşırdım, hem de onun adına utandım:
Lem’se Dick’i övmüş Philip K. Dick: A Visionary Among the Charlatans – kaynağım Science Fiction Studies 5(2) Mar 1975 ama ben de henüz okumadım..
Dediğim gibi, Dick’in eserlerini severim ama bir yandan da adamın tanınma (en azından posthumously) açısından şanslı olduğunu da düşünürüm. Şimdi size bir çırpıda üç eser sayacağım: Blade Runner, Total Recall ve Minority Report.. Bu üç eserin de önce filmlerini seyrettim, sonrasında da kaynaklandıkları hikayeleri okudum. Fikir aynı tutulsa da yönetmenler/senaristler tarafından hemen her şey değiştirilmiş ve geliştirilmişti. Bu üç eseri beyaz perdeye aktaran yönetmenlere gelince: aynı sırada olmak üzere, Ridley Scott, Paul Verhoeven ve Steven Spielberg (A Scanner Darkly’yi, hem de en favori yönetmenlerimden biri olan Linklater’ın çekmiş olmasına rağmen listeye dahil etmiyorum zira kitap çok çok kötüydü, filmini de seyretmedim, seyretmeyi de düşünmüyorum). Bu üç yönetmenin de eserlere sevgiyle yaklaştıklarına şüphe yok. Dick bu bağlamda Gibson’la Lem arasında bir yerde duruyor. Gibson’da fikir vardır sadece ama anlatmayı beceremez, Lem’se (Solaris ve FC’den yola çıkarak) fikri işlemesini iyi biliyor. Dick ise çok iyi bir fikir ve okunabilir hikayeler sunuyor ve de potansiyel. (Peki bunca ahkam keserken, hiç Gibson okudum mu acaba? Sanmıyorum…)
FC, We Can Remember It for You Wholesale’in (ama daha ziyade Total Recall’un) yapmaya çalıştığı şeyi çok daha başarılı bir şekilde yapıyor ve Matrix’in -kanımca- düştüğü tuzağa düşmeden geri gelebiliyor (ki, düzeltiyorum, Matrix tuzağa düşmüyor aslında – bence en önemli sahne olan ikinci filmin sonu bütün karmaşıklığa rağmen net bir çözüm/açıklama sunuyordu).
Yahu, şunun şurasında bir alıntı yapıp kaçacaktım, gene çenem düştü… Şimdi aklımda Eco’nun Foucault’nun Sarkacı’nın Asma Telinin 1. harmoniğini okumak var ama araya Roadside Picnic’i sıkıştırasım da var; hazır bilim kurgum gelmişken…