tindersticks..

yıllar sonra bugün canım çekti, arşivden buldum Tindersticks’i (Their first album), şimdi whiskey ile uzun bir tren yolculuğuna çıkmış gibiyim klavyenin başında. 1995 yılıydı, Uçak-uzay’dan Taylan sayesinde haberim olmuştu (benzer şekilde Chumbawamba, Echobelly ve Elastica’yı da Taylan’dan öğrenmiştim. Hele bir de beni Taylan’la tanıştıran Emir’in Taylan’la tanışma hikayesi vardır ki, evlere şenlik..). O zamanlar fena halde lemandım ve keşfetmiştim ki Tindersticks, uzun tren yolculuklarından başka Bailey’s Irish Cream ve puro ile de çok güzel gidiyordu. Yaşlandık sonra, damardan hayatı bıraktık, köşelerimiz yontuldu, AIR dinler olduk. İyi de olduk. Uslandık, akıllandık. Ne demiş Murathan sahi hem?

[…]
Vahşi, siyah atlardık
kentin ışıklı çöllerinde kendi izini arayan
deri ceketlerimize sığdırdığımız düşlerimiz kadar
aşık ve düşmandık
dünya acıtırdı bizi, herşey kanatır, herşey yaralardı
sevişmek çekip çıkarmazdı bizi derinliğimizden
öfkemizi dindirmezdi hiçbir şey
geceleri uyumayan çocuklardık,
otobüs garlarında uzun maceralar umar
apansız yolculuklara çıkardık
uykulu kentlere girerdik gece yarıları
ıssız ağaçlar olurdu yol kenarlarında
gökyüzünde parlak yıldızlar, her yere aynı uzaklıkta
sarhoş bindiğimiz otobüsün penceresinden
sanki bambaşka bir dünyaya bakardık
sonra saklayarak yüzümüzü birbirimizden
yumruklarımızı sıkar, sessizce ağlardık
ışığı açık kalmış pencereler, kepengi örtülü dükkanlara,
yaz bahçelerinden taşan çiçeklere,
adını bile bilmediğimiz bu kente
neye olduğunu bile bilmediğimiz bir hasretle
uzun uzun bakardık
anımsıyor musun?
ahh o gece yolculukları
bir başka kente, bir başka insan olmanın umutları
[…]

Murathan Mungan, Avara

Tindersticks’in böyle birden nüksetmesinin sebebini de hatırladım şimdi, bir önceki mesajda Zeynep’ten haber geldiğinden dem vurmuştum ya, Onur 2. albümden kız kardeşim’in sözlerini çevirmişti vaktiyle Türkçe’ye, herhalde oradan olacak. Onur’u da özledim. Zeynep’i hep özlüyorum zaten. Ve Betül Betül Betül – sen olmasan ben nereden bilecektim 16 Horsepower’dan tut, Gorky’s Zygotic Mynci’ye, oradan da St. Etienne’e gel. 8) İyisindir inşallah, gene hatlar koptu..

eyi, eyi emmeeee..

Bilenler bilir, şimdiki “ben”in şekillenmesine vaktiyle en büyük katkısı olan eXpress dergisiyle tanışmam, kaderin garip bir cilvesi ile Hıncal Uluç’un sayesinde olmuştu. Herhalde henüz 3. sayısı çıkmıştı eXpress’in, Hıncal Uluç da köşesinde bir güzel övmüştü dergiyi, ben de merak etmiştim ve okumaya böylelikle başlamıştım. eXpress ise bir sonraki sayısının arka kapağında Hıncal Uluç’un bu yazısını alıntılayıp, altına kalınca yazmıştı: “Nerede hata yaptık?” diye. 8)

Bugün de Zeynep sağolsun, haber verdi: Vatan gazetesindeki köşesinde Haşmet Bey Epigraf’ı tavsiyelemiş. Çoktandır yenilemek geçiyordu aklımdan zaten Epigraf’ı, bu son nokta oldu.. 8)

Bu, tabii ki benim kabalığım. Sonuçta her tür insan var ve bu her türlü insanın da sevenleri. Geçen gün hastanede bir işim vardı, doktorum da o akşam nöbette olduğundan akşam gittim ben de. Ben doktoru beklerken, ilgili koğuştaki hastalar -3 genç çocuk- kendi aralarında bir muhabbete daldılar ve pek bir elit olan bendeniz, onlardan da, muhabbetlerinden de ileri derecede rahatsızlık duydum (helk). Sonrasında, eve dönüş yolunda, antik yunan feylosoflarını aratmayacak bir kendimle diyaloga giriştim. Farz edelim ki, o gençlerden biri, bende olup da onda olmayan şeyin ne olduğunu bana sordu, ne cevap verecektim? Daha derin düşünüp daha fazla şeyin sıkıntısını çekme yeteneğimi mi gösterecektim? Sahi, neydi beni onlara kıyasla pek bir über-mensch yapan nen? Cevabı bulamadım. Cevap yerine geçmeyecek üç önerge icat edebildim ama:

1. Ben onları rahatsız etmiyordum ama onlar beni rahatsız ediyorlardı.
2. Benim, kendime benzer insanlarla bir arada huzur içinde yaşayabileceğime olan inancım vardı, halbuki şüphesi bu genç bireyler, kendilerine benzer insanlarla kavga ederlerdi ve dahi etmekteydiler.
3. Bir odaya tek başımıza tıkılmamız durumunda ben şüphesiz çıldırırdım fakat onlar için böyle bir risk yoktu.

Evet, 3. önerge benden çok onların lehine işliyor aslına bakarsanız. 1. önerge de onlardan çok benim uyumsuzluğumdan kaynaklanan bir şey. Ama ah o her seferinde beni ve sefil egomu kurtaran o 2. yok mu! Fizikte ve matematikte simetri olarak gördüğümüz bu vasıf, pek de bilimsel olmayan hayatımın standartlarını ve tezahürlerini bilimsel olarak yorumlamakta sıklıkla başvurduğum bir ölçek. Zannımca, eğer bir şey iyiyse, her şekilde iyidir, zamandan, mekandan ne kadar bağımsızsa, ne kadar evrenselse, o kadar geçerlidir. Evet Sururi, du bist eine hell-of-a über-mensch meine freunde, bravo! 8P

Wikipedia’ya yaptığım son giriş:

Connections with The Wind-Up Bird Chronicle and Hard-Boiled Wonderland and the End of the World
Spoiler warning: Plot and/or ending details follow.

Towards the end of the Kafka on the Shore, the protagonist Kafka Tamura has intercourse with his supposed sister Sakura in a dream he enters while waiting in the isolated hut. Later on, this dream is verified also by her. This is highly similar to the hotel scene in which Toru Okada, protagonist of The Wind-Up Bird Chronicle enters through the well. At the end of the book, the village where Kafka gets to through the entrance in the forest, is directly a copy of the town of the Hard-Boiled Wonderland and the End of the World with the bookless-library and the memories stored in there. The half-shadow issue also finds its correspondence (as well as its explanation) in Hard-Boiled Wonderland and the End of the World. Also, the two characters Mrs. Saeki and Oshima of Kafka on the Shore can be considered as the mirror images of Akasaka Nutmeg and her son Cinnamon Nutmeg of The Wind-Up Bird Chronicle.

Spoilers end here.

Drafted.. / Camel

Nude’s thoughts were interrupted by a knock at the door. The
postman muttered something about wishing he could go too
and handed over a yellow envelope.
It was a command long overdue that called for healthy,
young men.

In reply to your request,
please find…
I hereby protest.
To the ways and means you use
you know…
I cannot refuse.

So I’ll take this vow
of Loyalty.
Fight for the right,
You have said,
To be free.

When this time has run its course,
I must…
Live without remorse.
For the deeds I’m bound to do,
I know…
it’s all the same to you.

But I won’t forget
the memory…
Taking a life,
for a life…
to be free.

Nude’s life revolved around orders. He found himself pushed
and pulled onto a crowded deck of uniformed figures who
shared the same expressionless faces. Loved ones stood
anxiously on the pier as the transport faded into separating mist.
Water and night seemed one. Nude was going to war…

Thunder cracked. Ramps hit the beach and countless boots
assaulted the shore. His heart punding, Nude stumbled
headlong into the undergrowth in a desperate search for
refuge. Sheets of rain drenched the sunless forest as the skies
opened raging down on the tiny island. Panic-stricken, Nude
staggered forward and fell unconscious.
Raindrops spattered from the trees onto Nude’s face.
Startled and confused, Nude listened in the humid silence; he
was alone and had no idea where he was. Worst of all, he didn’t
know what had become of his Regiment.
The setting sin left Nude with the growing darkness of his
fears. He made camp and slept with dreams of a dawn rescue,
unaware that his Unit had already left the island. In wartime, one
less soldier is hardly noticeable.

Seasons turned with time. Nude had given up the search for his
Unit but continued to move through the jungle, bayonet poised,
as if a thousand eyes were upon him. Home was a cave in a
hidden lagoon with abundant vegetation and fresh springs. The
highest point of the island provided shelter from annual
monsoon floods and sanctuary for his soul.
His military duties consisted of a monthly visit to the
mountain top whereupon he ceremoniously croaked the
national anthem and fired one precious bullet into the air.
In the loneliness he endured, Nude found an inner strength
that flowed with the rhythm of instinct.

Drafted, Nude / Camel