Dün, evvelsi gün..

Perşembe gecesi İzmir’e gitmek üzere ayrıldığım Ankara’ya, dün sabah itibarı ile döndüm. İzmir’de çok güzel bir gün geçirdim, nicedir görmediğim akrabalarımla görüştüm, dahası daha evvel hiç görmediğim akrabalarımla da tanıştım. Yengemi iyi gördüm çok şükür – acıları, ağrıları sürüyor olsa da, beklediğimden çok daha iyiydi. İyileşme sürecine girmiş gibi görünüyordu. Oradayken Halet Ağabeyler, Süreyya Ablalar sağolsunlar, hepsi de çok ilgililerdi (İzmir’de görüştüğüm akrabalar aşağıdaki soyağacı detayından takip edilebilir. Renk kodlamasında lacivert çizgili olanlar görüşme olanağı bulduğum akrabalarım).

Akrabalar..

Otogarda beni Halet Ağabey karşıladı. Annem de onunla gelmek istemiş ama Halet Ağabey beni tanıyabileceğini, annemin gelmesine gerek olmadığını söylemiş. Halet Ağabey’i en son 4 sene evvel, onlar İstanbul’da iken görmüştüm. Bu görüşümde bıyık bırakmış, hem Murat Dayıma hem de Levent Dayıma benzemiş. Eve gelince bunu Bengü’ye söylediğimde, sonuçta Levent Dayımın kendi dayısı olan Murat Dayıma benzemesinin normal olduğu yolunda oldukça mantıklı bir yorumda bulundu. E doğal olarak, Halet Ağabeyin de babasına benziyor olması çok normal. 8) Otogardan Halet Ağabeylerin evine gittik Bornova’ya, annem orada kalıyordu. Orada da Öznur Abla ile Feyza ile görüştük, Feyza iki adım ötedeki Ege Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı’nda okuyor, kardeşi Murat ise lise sonda üniversiteye hazırlanıyor. Murat ben gittiğimde okulda idi. Orada kahvaltımızı yaptıktan sonra, yakında oturan Süreyya Ablalara gittik, Hanife Yengem de orada yatıyordu. Bir gün önce, Süreyya Abla’nın oğlu Serkan boğazından rahatsızlanmış, operasyon geçirmiş, ben gittiğimde hastanedeydi, onunla tanışamadım. Süreyya Abla ile eşi Sıtkı Ağabey de İzmir’de görüştüğüm diğer akrabalar gibi, çok candandılar, sağolsunlar bilemediler ne yapsınlar. Yengemle de görüştükten sonra, annem biraz rahatsızdı (herhalde yazmadım, annem de bir gün önce İstanbul’dan İzmir’e gelmişti, o pazartesi dönecek), onu hastaneye götürüp bir baktırdık, ciddi bir şey değilmiş neyse ki. Hastaneden çıktıktan sonra, Halet Ağabey ve Öznur Abla bize İzmir’i gezdirdi: Kordon, Konak, sonra Hisarönü’nde, daracık sokakların meydanlarda buluştuğu, güzel bir yere gittik ([[Kızlarağası Hanı]]), orada bir şeyler yiyip, içtik. Buradan tekrar Süreyya Ablalara döndük, Sıtkı Ağabey Bengü için hemen oracıkta çok güzel bir çift küpe yaptı sağolsun. Akşama Sıtkı Ağabey’in oğlu Servet Ağabey, eşi ve kızları İdil’le geldiler, onlarla da tanışmış oldum – Murat da sonradan bize katıldı. Dönüş saatim yaklaşınca da sağolsunlar, Servet Ağabeyler beni otogara bıraktılar. Sorunsuz bir yolculuğun ardından sabah 6 gibi Ankara’ya ayak bastım. İşte İzmir’de geçirdiğim güzel bir günün özeti. 8)

Cigar ya da close but no cigar..

Puroyu bırakalı 6 seneden fazla olmuş, aralarda kaçamak yaptığım oluyordu hani (ama yine de pipo içtiğim zamanlarda ki, pipoyla da bir yıla yakın bir zamandır görüşmüyoruz). Bugün nereden esti bilinmez, canım çok puro çekti, bir tane tüttüreyim dedim, ağzıma burnuma doldu tadı, sinir oldum kendime de, puroya da. Yok arkadaşım, çekilecek şey değil. 8P Ayrıca bu girişe Hudsucker Proxy’nin melek olan ilk patronunun içtiği beyaz purolu bir resmi beyhude aradım..

İzmir yolcusu kalmasın

Anneannem ile Hanife Yengem (Soldan sağa) 11 Temmuz 2005Bir aksilik olmaz ise bu gece buradan yola çıkıp, yarın sabah İzmir’e ayak basıyorum. İzmir’e daha evvel 1998 yılıydı galiba, teknik gezide gitmişliğim vardı. Hep “Ankara ile İstanbul’un en iyi yönlerine sahip ikisinden de güzel..” diye diye beklentilerimi yükselttiklerinden midir, bilinmez, ne yazık ki hiç beğenememiştim. Hatta etrafa en güzel yerini sorup Karşıyaka cevabını alınca orayı da denemiştik ama olmadı işte. Zevk meselesi sonuçta. Bu seferki gidişimdeki maksat, uzun zamandır görmediğim çok sevdiğim Hanife Yengemi görebilmek. Hanife Yengem, anneannemin merhum kardeşi Murat Dayımın eşi. Murat Dayım ben 12-13 yaşlarındayken vefat etti. ..Ben, Anneannem, Hanife Yengem 11 Temmuz 2005 Masmavi gözleri, çok güzel bir sesi vardı, onunla ilgili hatırladıklarım hep kesik kesik ama bir ikindi vakti güneşinde, hep çocuk neşesiyle dolu… Allah rahmet eylesin. Hanife Yengem ile sık görüşemesek de, çok severiz birbirimizi, bir gidip hatrını sorayım istedim, son zamanlarda ne yazık ki sağlığı biraz bozulmuş

Özgür Sunay’a Hamiş : Bu gelişimde bir sürpriz yapacaktım ama olmadı..

helva: yağ, un, şeker…

Bir süredir paralel ortamda çalışan bir moleküler optimizasyon kodu ile uğraşıyorum. Çoğu şeye sıfırdan başladım, temel sağlam olsun, ileride başka sistemlere de kolayca ayarlayıp aktarabileyim diye (şu anda yazmakta olduğum kod sadece grafit bazlı karbon yapıları konu edinebiliyor). Bu kod yazım sürecinde gerçekten şaşırdığım şeyler oldu ki bunların başında iki sene saçımı başımı yolmama rağmen pek bir şey anlamadığım Polak-Ribiere (Fletcher-Reeves‘i de dahil edebiliriz bittabii ki!) algoritmasını bir gecede hatim eder gibi ÇOT! diye kavramam oldu. Şu anda eldekiler:

1) Bir fonksiyonun minimumunu hesaplayan bir algoritma + kod
2) İş yükünü performansa göre bilgisayarlara dağıtan bir algoritma
3) Bir sistemdeki etkileşimleri bulan, bunları optimal bir şekilde işleme çeviren algoritma + kod
4) Allinger’in MM3 formülasyonuyla sistem enerjisini hesaplayan algoritma + kod

Şekilde görüldüğü üzere, helva yapmak için bütün malzeme var elimizde, inşallah helvayı da birkaç gün içinde yiyeceğiz.. 8)

Kodu standart C++’da yazıyorum. Başta şeytan çok dürtmüştü Visual C++ .NET Framework’de yazmam için ama iyi bir direniş sergiledim. Hatta onun editörünün envai çeşit otomatik-tanımlama lüksünden bile vazgeçip, doğruca VIM’in kollarına bıraktım kendimi. Derleyici olarak da g++ kullanıyorum, “Kod Linux’da da derlenir mi acaba?” derdinden uzak duruyorum.. 8) (koduyorum, çıkıyorum.. 8)

Hamiş Mesajı yazdım, aklıma geldi, bilim dünyasında şöyle bir kötü yönelim var: insanlar sanki makaleleri mümkün olduğunca anlaşılmaz, karışık yazmak için çaba sarfediyorlar. Hal böyle olunca da, seminer veren bir amcanın seminerini dayandırdığı ve bir türlü anlayamadığınız o “ağır” makalesi seminer sırasında “aaa, bu kadar kastırdığı şey bu muymuş!?!” nidanızla ve bir şekilde kazıklandığınız duygusuyla sizi başbaşa bırakıveriyor. Genelde kitaplar makalelerden çok daha açık bir anlatıma sahip ve dahi daha bir user-friendly olsa da, sevgili Elijah Polak’ın 1971 tarihli Computational Methods in Optimization adlı kült kitabı ne yazık ki gereksizce bilgiç takılıyor. Sonuçta bu kitapta hedeflediği şeyin bir Optimizasyon Teorisi kurmak olduğunu söylüyor, yani derdi sizin işinize yarayacak bir kitaptan çok, yeni bir dilin alfabesini ispatlarla temelden kurmak ama temcit pilavı gibi dönüp dolaşıp 3 tane algoritmayı 300 sayfa boyunca önümüze koyması biraz karizmayı çiziyor. 8( Bunun tam tersi bir örnek olarak ise rahatlıkla Peter S. Pacheco’nun Parallel Programming with MPI‘ını verebilirim. Peter Amca anlatacağı şeyleri o kadar doğallıkla ve sevecenlikle sunuyor ki! Hastası olduğum Michael Morrison’ın Understanding Quantum Physics : A User’s Manual‘ından sonra roman gibi bir solukta okuduğum ikinci fizik/bilim/lala kitabı..

Ece Baby RÖÖÖAAAARRGGHH! (ya da Nenni Kuzu)

Ece yeni doğmuştu, bir akşam o omzumda, klasik pozisyonda iken, NTV’de çok merak ettiğim Punk Attitude isimli belgeseli seyreyliyordum ben de. Müzik en gürültülü hale gelmişti ki (galiba Misfits vardı o sırada ekranda), kuzu rahatsız olmuş mu diye şöyle bir baktım ki, bizimkisi mışıl mışıl uyuyordu! Genelde Ece’yi (Varttina’dan arak) Fince olduğunu düşündüğüm uydurma ninnilerle uyuturum ama gürültülü müzikten de hayli hoşlandığını rahatlıkla söyleyebilirim. Dün uykusu olduğu halde bir türlü uyumuyor, sürekli huysuzlanıyordu ki, Therion Crowning of Atlantis‘i çalmaya başladım ve albüme de adını veren ilk şarkının sonuna gelmeden kuzu mışıl mışıl derin bir uykuya daldı. Yalnız CD’yi bölümde bırakmışım, bu sabah yine huysuzlanınca, hazırda Deep Purple vardı, oradan Rush‘ı çaldım ama bana mısın demedi. Ancak uzun arayışlar sonucu bulduğum DeathIndividual Thought Patterns‘i koymamdan sonradır ki, gene mışıl mışıl bir uykuya geçiş yaptı. 8) Sonuçta Bengü hamileyken kıza bol bol dinlettiği Mozartların arasından ona Therapy?Never Apologise Never Explain‘den Die Like A Mazhar-Fuat-Özkan’ı dinleten ben değil miydim, şimdi niye şaşırıyorum! 8) Eee bir de kız halaya.. faktörü var tabii ki: Neslihan, Çetin, Ulaş Halalarından Therion’u, Sezen Halasından da Therapy?’yi kapmıştır mutlaka (Bu minvalde Barış Halasından da After Forever’ı kapmış olsa gerek, bir dahaki uyku saatinde bir tatbik edelim bakalım ;)…