“bekleyişim zaferdi” diye başlayan bir şiir: aradım aradım bulamadım. Afşar Timuçin’in miydi diye baktım, yine bulamadım, onun yerine Oğuz Atay’ın “Unutulan”ı’nı okudum tekrardan. Neyse bakalım. Otel odasında bekliyorum vaktin gelmesini, buzdolabından son dakika aktaracaklarımı saymazsak hazır gibiyim. Gene klasik “ağırlık limitimi aştım mı acaba?” endişeleri. Geçen sefer “şimdiye kadar hep bir şekilde halloldu, artık bu sefer takılırsa da ne yapalım, onlara sayarım” diye düşünüyordum, şimdi de öyle düşünmeye çalışıyorum (eh işte… 8).
Martha’s Foolish Ginger
Bugün -klişe tabirle- anılarda bir yolculuğa çıktım.
Bir haftadır Bilbao’dayım: ilk hafta düzenlediğimiz okulun koşturmacasıyla geçti, buradaki standard rutinimin biraz daha yoğun hali – gece 2’ye kadar çalışıp, sabah 7’de kalkış, süt kola puro kardeşliği, kodink, kodink… Okul çok şükür iyi geçti, 12-13 kadar öğrenci yüz yüze, 30 civarında çevrimiçi. Cuma günü bitti, bu hafta kişisel işler güçler.
Gecenin bir yarısı, bir şarkının çağrıştırdıkları…
Sonunda Doom Patrol’ün 3. sezonuna başladım. Doom Patrol’ü severim ben; şimdi düşündüm de, sanırım kendini ciddiye almayan her şeyi, herkesi severim ben. Dünya n. kez yıkılırken kendi lokal dramalarının dibine vurmuş kaç tane süper (read as “anti-“) kahramanımız var şunun şurasında hakikaten?
Neyse. Şarkıları da güzel (“Çocuk / Güzel anılar gibi hüzünlü / Hüzünlü şarkılar gibi güzel” — severim bu şiirini Cemal Süreya’nın (ne kadar da sevgi dolu bir giriş oldu bu entry de!)). Bugünkü bölümde Alan Parson’s (Parsons’ ?) Project’den “Time”ı çaldılar, sonrasında da The Hollies’den “The Air That I Breathe” geldi. Şimdi de bir yandan sunumu hazırlarken canım çekti, tek olarak da dinleyeyim dedim, dinlemeye başlamamla birlikte üç şarkı geliverdi onunla birlikte:
- Michael Andrews – Any Way That You Want Me
- Moz – The More You Ignore Me, The Closer I Get
- G’n’R – Since I Don’t Have You
İşin ilginç tarafı, Hollies’in şarkısının asıl hikayesi bambaşka bir şarkı ile imiş: Radiohead – Creep, yaa! Lisedeyken sarıp sarıp sözlerini çıkartmıştık Creep’in de (bir arkadaşla). O değil de, bunca yıldan sonra Muse sever oldum ben (yıllarca bir tek Running Up That Hill coverlarını dinleyebiliyordum sadece – o şarkı da çok fena mundar oldu dedi hipster yanım 8P), Ece vesilesiyle Stockholm Syndrome‘u duyup beğendim (ben de o şarkıyı Radiohead’e benzetmiş idim ilk duyduğumda, iyi mi! Süper! 8PP), geçen gün de gaz bir tweet(leri) sayesinde Map of the Problematique‘lerini keşfettim, aferin bana!
Bugün de Akın sağolsun, bana Esbjörn Svensson Trio (e.s.t.)‘yu tavsiye etti (birkaç yıl önce Levent de beni e.s.t. kapısından caza geçirmeye çalışmıştı o da sağolsun), dinleyebiliyorum, beğenmedim diyemem ama kamyonculardan tersine alıntılarsak: yokluğunda mutsuz muydum ki varlığında beğeneyim (hiç olmadı hiç, yüzüme gözüme bulaştırdım, uyarlamaya çalıştığım laf şu idi: “gelişine sevindim mi ki, gidişine üzüleyim” (imla doğrulukları bana aittir 8)))
Axl da bitirdi şimdi, şimdi ne dinlesem?..
Patrona tavsiye: Purson
Neredeyse 1 yıl olacak, bir türlü blog’a yazamadım, ne de çok severim halbuki. Geçenlerde Purson diye bir grup keşfettim, dinlerken dedim ki: “ah acaba patron bunlara give it a try vermiş midir?”, sonra dedim ki: “blog’a da çoktandır yazmadım, bir sürü şey geldi geçti gitti, bunu vesile yapsam ne iyi olur…” işte o günden 14 gün sonra buradayım. Patron dinlemiş midir acaba Purson’u? Böyle ona-şuna-buna benziyor gibi değil de, onu-şunu-bunu dinlemiş, etkilenmiş kategorisinde, o açıdan iyi.
Anders Thomas Jensen, Yasujiro Ozu (+ Kaurismaki), Cemal Süreya (+ Flaubert)
Anders Thomas Jensen’i 2008 yılnda sevgili Brian’ın önerisiyle “Adam’s Aebler” filmiyle tanıyıp, sonrasında külliyatıyla iyice sevmiştik. En son(dan bir önce), haberini alıp, heyecanla beklediğimiz “Men & Chicken” çok fena fos çıkınca büyük hayalkırıklığına uğramıştık. O nedenle geçen sene “Riders of Justice“ın haberini alınca çok da heyecanlanmayıp, temkinli yaklaşalım dedik. Film iyi çıktı neyse ki. Öyle müthiş yeni bir film değil, bir silkinip kendine gelme filmiydi çokça. Biraz Adam’s Aebler, bolca Flickering Lights, üzerine In China They Eat Dogs serpilmiş (akla Jar Jar Abrams’ın “The Force Awakens”ında yaptığı “sakata gelmeyeyim, garanti olsun, eski filmlerden apartıp film diye süreyim” mantığıyla yaptığı fan service gelmesin — onun aksine, Riders of Justice eli yüzü düzgün, tutarlı bir film olmuştu). Filmin hemen başında “Riders of Justice”ın bizim egzantrik karakterlerden kurulu motley crew değil de, bizatihi hedefleri olması güzel bir detaydı, aklıma vaktiyle Cemal Süreya’dan okuduğumu hatırladığım Madam Bovary saptaması geldi: Madam Bovary kitabı bir Madam Bovary’den bahsedilerek başlasa da, aslında orada bahsi geçen Madam Bovary “bizim” Emma Bovary değildir, böyle bir küçük twist vardır — keza Er Ryan’ı Kurtarmak filminin (epey küçük spoiler incoming)
Okumaya devam et “Anders Thomas Jensen, Yasujiro Ozu (+ Kaurismaki), Cemal Süreya (+ Flaubert)”