Salinger. Yıllar sonra.

Not a wasteland, but a great inverted forest / with all the foliage underground

“Hayatta telafi edilemeyecek şeyler vardır. On beş yaşında evden kaçmamış olmak gibi!” – Nergis Hn., 15 yıl önce bunu Murakami üzerinden Walter Benjamin’den aktarmış.

Colonel Brandon : I knew a lady very like your sister - the same impulsive sweetness of temper - who was forced into, as you put it, a better acquaintance with the world. The result was only ruination and despair.
Colonel Brandon : I knew a lady very like your sister – the same impulsive sweetness of temper – who was forced into, as you put it, a better acquaintance with the world. The result was only ruination and despair.

Okumaya devam et “Salinger. Yıllar sonra.”

Diziler, müzikler (ve burunlar)

Nergis Hanım’la bugünlerde dizisizlikten ve zamansızlıktan Crown’u seyretmeye başladık ((ben ders notu hazırlamak için bilgisayar başında harlarken, kendisi açıp takılıyor, ben de göz ucuyla ve kulak ortasıyla faydalanıyorum). Sonra o günkü ders notu hazırlığı bitince  (ya da uykuya yenik düşünce) dizinin sonuna doğru ben de koltuğa geçiyorum. Her seferinde (2 bölüm bitirdik şimdilik bu arada 8) “Ahh, keşke Düşes’le seyredebilsek bunu! Her karakterde, her sahnede engin bilgisiyle bizi arkaplanda dönen, öncesinde olmuş olan detaylarla aydınlatırdı.” Edinburgh’un “İdınbırağğ” gibi okunduğunu sağolsun bizzat düşesinden öğrenmiştik ama Greenwich’e “Gırııniç” dediler de, Nergis Hn. (35) bombastik saptamasını yapıverdi: “Aaaa, onların Greenwich deyişleri, Etimesgutlular’ın “Etimesut” deyişi gibiymiş!” – sonrasında kopmuşum, hatırlamıyorum ama ne çok güldük! (enter iki alakasız karikatür, nereden aklıma geldiyse, haydi bakalım…)

Umut Sarıkaya He Dayı He Finlandiya Erzurum
Umut Sarıkaya
Yiğit Özgür Güzel Eğlendim
Yiğit Özgür

Okumaya devam et “Diziler, müzikler (ve burunlar)”

Daha TENET’i görmeden paçaları sıvamak

Merhabalar, öncelikle: Gürer Bey geçen yorumuma yorum yazdı diye o gün bugündür sevinçliyim (‘Müdürkopter’ yaw, tabii ki! Nasıl unutulur öyle bir ad/kavram. Ayrıca The Corporate’i izlememişim, bilemedim bile, o derece.).

Charlie Kaufmann’ı hem severim, hem de korkarım. Bir kere müthiş zeki, bir o kadar da karanlık bir insan. Belki hatırlarsınız, Synechdoche, NY ile beni yerden yere vurmuşluğu vardır. Arada bir ne yapıyor diye kontrol ediyordum, hatta 2015’te çektiği Anomalisa’dan iki üç sene evvel haberim oldu da, Wes Anderson benim için zaten çok da popi olmayan (haydi Fantastic Mr. Fox iyiydi diyelim ama) Moonrise Kingdom’la stop-motion tekniği iyice itici kılınca (Isle of Dogs’a 7 dakikadan fazla dayanamadım ki, WES ANDERSON!!!’dan bahsediyoruz yani! OMG! filan…) ne diyordum, hah, Anomalisa’dan haberim olmasına karşın onu bile pas geçtim (sonunda mutluluk vaad etmediği aşikar).

Şşşş, bak bak, ne diyeceğim, bak, bi’, bi’ bak, çok komik hakikaten… şşşş!.. (CK, Adaptation)

Okumaya devam et “Daha TENET’i görmeden paçaları sıvamak”

Kizilağaç fidani / Tepeden budanur mi (Hayde!)

Güzel bir tatil geçirdik (uzun), uzatmaları oynuyoruz, bir aksilik olmaz ise yarın evceğizimize döneceğiz. Ben de hazır şimdi miskin miskin annemin evinde oturur iken birikmiş ama çok da önemli olmayan (hoş ne zaman önemli bir şey yazdım ki, orası da öyle doğruya doğru) paylaşımlar yapayım, kafamı düzleyeyim, biomass depolayayım dedim (bugün Carrion‘ın gameplay’ini izledim de — bunu yazınca da canım Sepultura – Biotech is Godzilla çekti canım, açıyorum şimdi).

Liste girişi olacak, bence okumayın.

Okumaya devam et “Kizilağaç fidani / Tepeden budanur mi (Hayde!)”