diziler filmler müzikler

1 aydan fazla zamandır bir sürü şey yazacaktım (hepsi de önemsiz) elde kalanlar:

  • New Amsterdam’ı Netflix’deki iki sezondan bitirdik, 3. sezonu güncelden takip edelim dedik, çok fena olmuş çok. Her bölümde politik korrekt Max “bugün neyi kurtarsam?” diye başlıyor bölüme/güne (kızılderililer, çevre, siyahiler, eşcinseller,… hangi azınlık olursanız olun, New Amsterdam hastanemizde size uygun bir ward bulunur!). Müdürü fena halde Debbie Harry’ye benzetiyordum, yaşı da tutuyordu ama o değilmiş, yine de bir onu, bir de Iggy’yi çok seviyorum, spoil olmasın istiyorum ama yokuş aşağı uçurumdan gidiyor dizi.
  • Uçurumdan gidiyor ama onu değil de the Unicorn’u gidip iptal ettiler pisler. Bu dünya için fazla iyilikti, güzellikti zaten Unicorn, sevgi neydi?
  • Geçen aydı herhalde, Iggy’nin oynadığı, “Cube” tadında, ama öyle pek de bir numarası olmayan “Escape Room” adında bir fülm seyretmiş idim (en güzel yanı Deborah Ann Woll idi ama onu da nereden tanıyorum bir türlü çıkaramadım. Bugün devamının trailer’ı düşmüş (Last Night in Soho (Jojo Rabbit’in kızı ile Anya Taylor Joyyyyyy…. ^_^) & Gunpowder Milkshake (Karen Gillan – yazınca hatırladım, Last Night in Soho’nun trailer’ında bir de doktoru gördüm sanki, evet, gördüm, gerçekten de gördüm!)  ile birlikte), güzel, güzel… Patronla kraliçe severler kaçış odalarını (Unicorn’un sondan birkaç önceki bölümünde de vardı).
  • Patron demişken, patron bir de Trekkie’dir, derindir, öyle uzay şovalyesi kadim Jedileri filan pek sallamaz. Geçen gün the Wertzone’da böyle gönül telimizi titreten, insanın canını çektiren bir “Star Trek 2: The Wrath of Khan” review’u çıktı da, okuyunca önce “patrona bir link atayım, onun da canını çektireyim” diye düşündüm, sonra bloga yazayım, görür elbet günün birinde didim, ve işte buradayız. 8)
  • Müzik demiştim, yine unutacağım, unutmadan yazacağım: Süper bir DJ keşfettim: DJ Jake Rudh! Kendisi haftada iki gece (Türkiye zamanı ile perşembe ve pazar sabah 4’ten 9’a) twitch kanalı üzerinden program yapıyor – bir ara Ece okula giderken perşembeleri sonuna yetişiyordum, sonra Ramazan’da seyretmek haliyle daha kolay oldu, ondan sonra OBS Studio ile capture etmeye başladım, sonra Task Scheduler (Windows makinedeki) ile OBS Studio’yu tanıştırdım, her şey daha da güzel oldu. Genelde post-punk, alternatif ve Goth çalsa da, kafası her şeye gidiyor Jake Rudh’ın. Turan’ın Minneapolis’ten hemşerisi. Pandemiden önce epey büyük partiler verirken, pandemi sürecinde sıkılıp twitch’i keşfetmiş harika programlar yapıyor. Çarşamba günleri serbest takılıyor, cumartesileri bir tema etrafında çalıyor (bu arada setleri Spotify’da playlist olarak yayınlanıyor). Onun yüzünden slash sayesinde epey bir synth meraklısı kesildim (iyi bir şey mi? pek sanmıyorum). Bu synth muhabbeti olarak da yakın zamanda (2016?????), geçmişte efsane too many cooks‘u yapmış olan zalim Adult Swim tayfası bu sefer de Vangelis, Giorgio Moroder ve Wendy Carlos ile synth-off ile coşmuşlar. O kadar kötü ki, üç kere dönüp çok iyi bir şey oluveriyor (camp canım, evet, evet… hı-hı, inşcnmya). Synth demişken Giorgio Moroder’a şarkı yapmış olan Daft Punk’ın dağıldığını da gördük, Edgar Wright’ın The Sparks’a belgesel çektiğini de (gördü bu gözler….).

Başka ne yazacaktım ki kim bilir? Hâlâ pek kitap okuyamıyorum (ennnn fav kipatlarımdan Little Big’e başladım n. defa, onu okuyabiliyorum severek, hem bölümler de kısa kısa birkaç sayfa), ah, bu aralar ailecek Friends’e başladık (ki hiç sevmem oldum olası ama şimdi Chandler’dan biraz hoşlanıyorum 8) onların da bu ay içinde (yarın?) reunionları olacakmış. Bir de tabii Great British Baking Off gidiyoruz gırla. Deliler gibi seviyorum bak, sana söz bir ömür boyu sürecek.

Bütün bunları yazdım da bir de bir şey daha vardı o da geldi aklıma (aklına gelmek / başına gelmek <—> booty call / butt dial ;): ya ben geçen gün nereden estiyse (Alex Garland’dan ötürü?) Dredd’i seyrettim (Karl Urban’ın oynadığı — Stallone filan boşverin yok öyle bir film). Aklıma da direkt Malezya yapımı “Raid: The Redemption” geldi (doğal olarak). Dedim aşkolsun Alex’e, arak yapmış oradan. Sonra interneti araştırınca öğrendim Raid: Redemption 2011, bu 2012 yapımıymış ama bunun post-production’ı çok uzun sürmüş, yoksa Raid daha  epeye pepe derken Dredd’in çekimleri tamamlanmış bile, yaa… Judge Anderson’ı o kadar çok sevdim ki bu aralar Psi Corps’un ciltlerini indirdim, onları okuyorum (bir de Babylon 5’da vardı Psi’lar — Star Trek’in Chekov’u başlarını oynardı, bakayım adını hatırlayabilecek miyim, yine bir yazarın ismiydi… Tiger Tiger / Demolition Man’in yazarı mıydı ki acaba? Onun adı neydi ki? Internetten bakmadan hatırlayabilecek miyim bakalım (bu sabah ne zorum varsa 5 küsürde kalktım, aslında son 7 saattir filan ayakta uyuyorum) yok, hatırlayamadım, bakayım bakalım: Alfred Bester’di, tabii ya! Bester de işte Chekov’un Babylon 5’teki rolünün adıydı (yamulmuyorsam)).

Gideyim ben artık, yatayım da uyuyayım bir güzel, büyüyeyim.

 

BASKIYI DURDURUN!!!!

Asıl 3 tane daha film var, hem de bizatihi Nergis Hanım’ın bulup buyur ettiği:

  1. film süperdi: Kaurismaki’ye speed filan verildiğini ve öyle film çektirildiğini düşünün: bir Macar filmi ki öyle böyle değil: Liza the Fox-Fairy (Liza, a rókatündér) (ilginç bir şekilde ilkin İspanyolca dublajlı halini bulduk, fazla dayanamadık, sonrasında hd film cehennemi’nde gayet güzel kalitede, orijinal dilinde, Türkçe altyazılı halini bulduk*, oradan seyrettik, bayıldık da bayıldık. Çok tavsiye ederim.
  2. Ondan sonraki gün N.H. bu sefer de East Side Sushi diye bir filmle çıkageldi (kendisinin takip ettiği organik, hipster, hipi, entel dantel kanallar var, oralardan öğrendiğini düşünüyorum — mesela geçen sene de Belle Epoque‘la çıkagelmişti… 8), o da ne diyeyim, ilginç, özgün bir filmdi (sonunda biraz şey ediyor, yoksa gayet izleneybıl bir filmdi, konusu itibarıyla da -özelde- unique).
  3. Safety Not Guaranteed – bundan biraz haberim vardı ama niyeyse pek ilgimi çekmemişti ama iyi ki seyretmişiz, güzel çıktı sonuçta (New Girl’ün NickNickNick’i ile Parks & Rec’in April’ı ile The One I Love’ın suratsızı, ah tabii bir de Miracle Workers’ın şeysi (Seyfi?))

Yerlilerden Mitchells vs. Machines’ı seyrettik, çok güldük (4 vermişim yaw) — Ece bizi aşağıladı zevklerimiz ve espri seviyemizle ilgili olarak; sonra Oxygen’i seyrettik (Fransız olanı) o neydi ya… pfffft!

Evet, artık uyayım ben. Bibi lala!

“diziler filmler müzikler” için 14 yorum

  1. Jedi hiç sevmem değil canım. Yerleri farklı.

    Ama tabii saf tutmam gerekiyorsa, tartışmasız Trek.

    1. Bütün Jedi Tapınağı (Dave Filoni filan.. 8) kurban olsun saçının bir tek teline! 8) Wertzone’daki yazı da güzel, gaza getiriyor bu arada patron.

  2. Emperor Lrrr : This is Earth’s most foolish program. Why does Ross, the largest “Friend”, not simply eat the other five?
    Empress Ndnd: Perhaps they are saving that for the sweeps.

    1. 8))))))))))))))
      Ross dinozorları yemiş doymuş… (argh!)
      Lrrr Ally McBeal’e devam etsin bence (“Lawyer with short garments” beni benden almıştı! 8)

      1. Lrrr Ally McBeal sevgisinin zamanlamasi tartismasiz yerinde. Belki de sayesinde “Lawyer with short garments”la arama yapinca cikan ilk fotograflardan biri Ally McBeal. 🙂

        Sormadan olmaz, Dawson’s Creek?

  3. Tenet tenet diye nicelere sarildik velakin uyku getirdi, sakincasi yok beklentim yuksek degildi zaten. Fimlerde epey geriden geliyoruz (aslinda hic gelmiyoruz ya, eskileri izliyoruz hep – garantili!)

    Dizi dunyasindan Lupin ve Grace & Frankie izledik cerezlik, yeni bolumleri de bekliyoruz. Bosh’un bu sene son sezon idi, ozleyecegiz. The Witcher ve Shadow and Bone konusunda tam bir fikir olusmadi 😀 tam baslamisken sezon bitti (gibi gibi). Brian Lucifer fena degil dedi, ama hepsini de izledi sanirim. Manifest garipti – iyi anlamda degil- ama su fotografta ozetlemis kendini: https://twitter.com/JoshDallas/status/1087535716480008196 . Belki eglencelidir diye History of Swear Words izledik biraz, N. Cage ne yapsa olmuyor. Tales from the loop ilgincti, iddiali olmamasi (Dark gibi!) iyi olmus. The Patriot gibi bir seri daha ciksa diye bekliyorum.

    1. Dearest dear Lil’ Sis,

      TeNeT efendiyi ben beğendim ama Gürersan kızar, ayıplar diye söyleyemiyorum. Dizilerde de Friends’den gidiyoruz EceBeybi ile, şimdi Brooklyn Nine-Nine’ın nihai sezonu çıktı, ona başlayacağız da kraliçenin tatilden gelmesini bekliyoruz (bir de Ted Lasso’lar birikiyor yokluğunda). Grace und Frankie bizi çok açmamıştı, Bosh’u bilmiyordum bile, Lucifer, Lupin de Witcher da olmayor bana artık ama Ece Shadow and Bone kipatlarını bitirdi diziden önce bildiğim kadarıyla. Tales’e Barış’ın misafirperverliğinde başlamıştım ama sanki olduğundan daha fazla zeki olmaya çalışan bir şeymiş gibi gelmişti (Tales from the loop’a bakanlar şuna da bir bkz.: Ian Hubert’in Dynamo’su: cyberpunk gibi cyberpunk! Yapım aşamalarını da belgelendiriyor – bir de aralarda oturup Beyond Good & Evil 2’nin tanıtım hedesini izliyorum, dinliyorum, dans ediyorum!.. 8) [Asian Dub Foundationgiller’in Strong Culture].

      Dikke kusjes! (imza: “kusjes dag! kusjes dag! elke dag is kusjes dag” diyen K3 (Kadri))

      1. Only murders in the building izlerseniz kızmam.

        Get back de izleyin.

        Expanse de geliyor oh mis.

        1. Only murders in the building’in hastası olduk efenim, çerez gibi tükettik hunharca (gençler ne diyor, binçvonç mu ne, ondan yaptık). Yalnız bir noktada biraz kalbimi kırdı: başındaki title screen’den de esinlenerek tam Nergis Hanım’a “formatı da podcast tadında, sanırsın, sadece ses kaydını çeksen, yine olur…” demiştim ki, bir sonraki bölüm konuşmasız bölüm oldu (ki onu da çok takdir ettim — buffy ve diğer dadaşların müzikal bölümlerine çok şık bir nazire idi). Bir de bir de, en sonundaki Steve Martin’in tiradı var ya, bizim pisliklerin (bizim pislikler: Always Sunny in Philadelpiha gang) bir reunion dans olay vardır, ona da çok gülmüştüm, buna da çok güldüm(k).

          Ted Lasso asıl ne oldu böyle ya… nazarım değdi. Zaten biraz zorlaya zorlaya izliyorduk son zamanlarda, üstüne koça odaklandıkları “deneysel” bölüm geldi pofff yani. Kevin Smith’in (sizin) anlattığı bir süpermen filmi pitch’i vardır: işte yeni süpermen filmine konu olarak “süpermen bunalımda olsun, psikoloğa gitsin” filan diyorlarmış da, Kevin Smith de “öyle şey olur mu yaw, sipirmin psikoloğa gitse bunun tek sebebi ‘daha fazla insana yardım edemiyorum’ diye olur” diyordu, Ted Lasso’nun bunalım takılması da bende öyle bir etki yaratıyor (ha, diyeceksiniz ki “Shazam’ın beynini dedem mi eritti o zaman?“, ben de diyeceğim ki, e Ted Lasso da böyle oldu. 8P
          Çok öpüleyn.

          1. Biz en çok Sting bölümüne koptuk, yeni Dune da da ufak bi cameo verselerdi keşke.

          2. Ted Lassoyu da izledik. Bunalımda olması pek karakter dışı değil, daha ilk bölümlerden setup hazır ve ipuçları verilmiş, çok doğal geldi.

          3. Biz bıraktık Ted Lasso’yu dertleriyle, gittik The Great’i bulduk efenim, vur patlasın çal oynasın, akıl mantık sağduyu ne varsa hepsini pencereden attık gitti (benzetmek gibi olmasın ama Gillian Anderson gibin)!

            Çok tavsiye idiviri. Aynı amcanın The Favorite’ını da sevmiştik (Lobster’ı bizi aştı) ama Great bambaşka, çok büyük, çokkkk!

          4. Huzzah!

            Beş altı bölüm sonra bıraktık yalnız. Biraz tekdüze geldi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir