Şanghay, Medium Place gibi… (‘kılçıklı’)

Mindy St. Claire

Burada birinci ayımızı doldurduk, hatta eve yerleşmemizin üzerinden bile bir ay bir hafta geçmiş… Bu zamana kadar düzeni oturturduk diyorduk ama her şey hareket halinde, biraz daha bekleyelim bakalım. Şanghay’daki hayatın bendeki başlıca yansıması bu oldu: hiçbir şey beklediğiniz gibi gitmiyor, hatta Ece’nin sevgili arkadaşı Sude’nin deyişiyle “kılçıksız” olmuyor, olamıyor. Küçük dertler, öyle 100.000 kağıt kesiği de değil tabii ki, yok artık, daha neler, keyfimiz yerinde çok şükür ama A noktasından B noktasına gideyim dediğinizde, illâ beklenmedik bir faktör oluyor (hiçbir şey olmuyorsa dil faktörü var). Nergis Hanım haklı olarak “Çin’e geldik, burası Çin, en doğal şey her şeyin farklı olması” diyor. Haklı.

(Herrrrr günnnn yeni bir macera!…) Sabah evden çıkıyorum, sonsuz bisikletlerin arasından bir tanesini seçiyorum, 4 dakika sonra ofisimin olduğu binadayım. Epey yoğun oluyor ama şöyle de bir şey: kimseyle tek kelime etmeden çalışıp geldiğim günler oluyor (çok oluyor). Benim de canıma minnet tabii ama bazen de garip geliyor. Çalışıyorum, işten bol şey yok kafamda: bizim server’ı hacklediler örneğin 2-3 hafta önce, Tayland’dan bir kumarhaneye yayın yapmaya başladı, birkaç kere sildik, temizledik, ucundan yamadık ama antik OS, antik kodlar tabii, en sonunda IT’ye sobelendik, onlar da haklı olarak fişi çekiverdiler, onun işleri var canımı sıkan (working working). Buradaki araştırma planım yapay zekanın malzeme enformatiğine adam gibi entegrasyonunu kavramak (onlarda yapay zeka, bende grup teori, iki tarafta da malzeme enformatiği var, Blake’in de dediği gibi: a marriage made in heaven, nasip kısmet inşallah canım ya…).

Evet, Çin’de YouTube, WhatsApp, Wikipedia, Google yok, çok da yokluğunu çekiyorum (“çekmiyorum” diyeceğimi sanmıştınız herhalde); tabii ki proxy, VPN bir şeylerle kotarıyorum çok ihtiyaç olduğunda ama zannetmeyin ki öyle pürüzsüz. Takılıyor bir yerlerde, bazen üşeniyorsunuz, biraz daha … şimdi örneğin buraya Sezen Aksu’nun “El Gibi”sinden “öyle biraz çocuk kaldım”ını uyarlayacaktım, aramaya yazdım, sözlere tam bakayım diye, buldu bir sitede, bastım, hâlâ yüklenmesini bekliyorum — Çin dışında bir yerlere gideyim dediğinizde elli bin kere kontrol ediyor acaba bu adam yüce Çin emellerine ters gelen bir siteye mi bağlanmakta? diye, ve tahminim odur ki attığınız her adımda yapay zeka bunu soruyor, değerlendiriyor kendi kendine. Bizim okulun (Shanghai Uni) yerel-yüklü deepseek’i var, yalnız analiz kısmını da açık bırakmışlar, bir şeyler yazdığınızda normalde görmediğiniz bütün o güvenlik değerlendirmelerini görüyorsunuz, biraz anlıyorsunuz işleri güçleri (“ödediğiniz ücret sizsiniz”). Şarkının sözleri açılmış, evet aklımdaki gibiymiş.

Bugün hava döndü. Evvelsi gece fırtına çıkmıştı: gökgürültüsü, çok ama çok şiddetli bir yağış, uçuran rüzgar… sabahına açmıştı ama bugün kuru ve soğuk demesek de serin oldu, kışlıkların olduğu bavulu açtık.

Pek belirsizlik olmayacağını sanıyordum buralarda ama daha gelmeden başlayan belirsizlikler başka belirsizliklere dönüşüyor, rutine geçemiyorum, sürekli düşünmem gereken, “olacak mı? ne zaman olacak? ne şekil olacak?” diye merak ettiğim (kaygılandığım değil daha, ona da çok şükür) şeyler var etrafımda.

Keyfim yerinde, mutsuz da değilim ama bir ay geçti, düzene geçemedim, o biraz canımı sıkıyor, dert dediğim şeyleri duysanız ben bile yüzümü ekşitir, “bu da dert mi şimdi, sen dert görmemişsin!” derim. (dizi/film seyrederken sürekli kesiliyor… ha geldi, ha gelecek — benim çoook uzun zamandır sırtımda (boynumda?) taşıdığım cezam bu: ara ara düzgün çalışan, asla tam bozulmayıp da beni onu kullanmaya mahkûm eden elektronik aksam…

Hadi bir resim koyayım da neşelenelim Semra Hanım…

Thames Town’daki 鍾書閣 (Zhongshue) Kitapçısı, 12/10/2025

Sonra bugün yeni açılmış, “Batı tarzında” bir restauranta gittik. Quick China’da erişte neyse, burada da cheeseburger ve çıtır pattes/tavuk oydu. Fındıklı Cappucino’sunu deneyemedim, bir dahaki sefere… (Siparişi veriyorsun, gönderiyorsun, olmadı gelip ödeyeceksin diyorlar (buradaki sipariş mekanizmasını bir başka gün anlatayım, şimdilik idare ediverin), gidiyorsun, yok, öyle ödeyemiyorsun diyorlar, peki diyorsun, öbürünü çıkarıyorsun, bir yandan bütün makinelerden ZAR ZAR ZAR ZAR ses geliyor (burada çok yaygın bir şey makinelerden bir dolu gürültü akması, o yetmezse, mikrofonlara konuşuyorlar mağaza içlerinde, ya da megafona seslerini kaydedip sonsuz tekrara alıyorlar), oldu sanıyorsun, pasaport numaranı gireceksin diyorlar — kılçık dediğim bu tip şeyler işte. Birkaç gün önce gittiğin güzel bulduğun kafeye gidiyorsun kapıdan çeviriyorlar, kapatmışlar, ertesi gün gidiyorsun, bunla bu yok diyorlar menüden gösterip, sen de iki saat menüde oyalandıktan sonra başka bir şeyi gösteriyorsun, o da yok diyorlar, ertesi gün gidiyorsun yine, kapattık diyorlar. Bir tatlı beğeniyorsun (pirinçten yaptıkları nefis bir kek, resmini bulayım da koyayım çünkü o aklınıza getirdiğiniz şey her ne ise onun gibi değil), ertesi gün gidiyorsun, kalmamış, daha ertesi gün gidiyorsun, yine kalmamış. Hevesler sürekli kursakta. Bir yerlerden bir şeyler (para) gelecek, bekliyorsun, sonra soruyorsun, aaa tamam diyorlar (beklemeye devam), sonra bambaşka bir yerden para geliyor, hayat beklentilerin dışında John Lennon filan.

Nefis pirinç kekleri (黄油年糕 : huang yo nian gao / tereyağlı (yeni) yıl keki) — bizim aldığımız pastane: Dusu Shijia) || Şu Çince karakterleri resimden bakarak telefonuma çizdim – Pleco adında muhteşem bir uygulama var, bu şekilde karakterleri tanıyıp, okunuşunu ve anlamını veriyor (evet, OCR ile de oluyor, onu daha çok live action’da kullanıyoruz 8P). Ondan sonra sıra telefondan bu blog girişini yazdığım bilgisayara aktarmaya geldi. Şu ana kadar bulabildiğim en pratik(!) yöntem: telefonumdan mail yazar gibi notu oraya kaydetmek, sonra bilgisayarın mail programından taslaklar klasöründen almak. O da olmadı bu sefer, keyfi senkronlamak istemedi. İşte hep böyle, hep böyle… O değişmeyecek ama ben alışacağım elbet. bkz. “Sudan dertlerim ve ben” 8P

“Şanghay, Medium Place gibi… (‘kılçıklı’)” için bir yorum

  1. (…) ve berber! Acilen artık gözümü karartıp bir berbere gitmem lazım! Saçlarrrrr…. aldı başımı gidiyor!..

sururi için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir