Alışveriş çılgınlığımız (ve biz…)

Bugün ayın 19’u, 19 Kasım. Bu demektir ki 11.11 geçeli bir haftayı bile aşmışız ama çok çılgın günlerdi gerçekten de. Neredeyse geldiğimizden beri yazmak istediğim bir şeydi Çin’de online alışveriş, kısmet bugüneymiş (ekmeğimizi bile internetten sipariş edip kargoyla aldıktan ve dahi ürün iademizi de yapmayı becerdiğimizden beri artık biz de kurdu olduk gibi gibi bu işlerin).

Daha önce birkaç kere bahsettim, Çin’de aliexpress veya temu yok çünkü onlar Çinlilere değil, ihracat yaptıkları ülkelere yönelik icatlar. Burada aliexpress’in sahibi alibaba’nın alipay’i ve taobao.com’u ile Weixian’ın meitutan’ı ve jd.com’u var mesela, girişte sizden Çin telefonu ve dahi kimlik kartı kontrolü (kimlik kartı yoksa pasaportunuzu) istiyorlar.

İspanya’dan döndüğümüzde, IKEA sayesinde Türkiye’deki fiyatları ilk elden kıyaslama imkânımız olmuştu. Sene 2012, o zamanlar -hazır mısınız- 1 Euro 2 TL ediyordu!!! Yani örneğin IKEA’da 10 euroya gördüğünüz LACK sehpa’yı burada 20 TL (10 x2) civarında bulmanız mantıklı olurdu ama öyle olmuyordu, burada 40 TL’den satılıyordu — diğer eşyalar da öyle idi, Türkiye fiyatları x2 değil, x4 cinsindendi.

Haziranda buradaki marka mağazalarda fiyatların aynı olduğunu görmüştük ama marka peşinde değilseniz örneğin bir dijital metre veya bardak veya yelpaze ya da tişört alacak olursanız internetten (taobao.com’dan) Türkiye’dekinin yarısı fiyatına buluyordunuz. Yemekler ise hem çeşitli, hem leziz, hem de… süper ucuzdu! Öyle böyle değil, yemekler Türkiye’dekinin 1/4’ü deyince siz abarttığımı sanacaksınız, ben az bile dediğimi, o derece (akılda bulundurmak gerekir ki Çinliler evlerinde pek yemek pişirmiyorlar, öğrencisinden patronuna herkes dışarıda yiyor). taobao’nun da, JD’nin de Çince’den başka opsiyonu yok ve bilgisayardaki tarayıcıda eh işte çalışıyor olsalar da, mobil app’e optimizeler. Bir de, Çin’deki web sayfaları öyle amazon’daki gibi derli toplu, düzenli değil: her yerden her an bir şeyler çıkıyor, sürekli bir devinim! (alışılıyor, alışılıyor, her şeye alışılıyor 8) Haziranda internetten bir yerlerden bulup resmini Chenxi’ye atıyorduk, o da bulup, kendi hesabından sipariş edip getirtiyordu sağolsun.

Eylül’de gelince bir müddet hiçbir şey yapamadık haliyle, sonra yavaş yavaş sulara ısınmaya başladık, benim banka hesabım ve Çin telefon numaram oldu. Burada her şeyi telefondan ödediğinizden yabancı kredi kartınızı ilgili ödeme app’ine bağlayabiliyorsunuz bağlamasına ama nadir de olsa sorun çıkabiliyor (bize iki kere çıktı, birazdan anlatacağım). Lokantalar genelde şu şekilde işliyor: gidiyorsunuz masaya oturuyorsunuz, masada barkod var (her masanın barkodu ayrı, yani okuttuğunuzda masa bilgisi de gidiyor), ödeme app’inden okutuyorsunuz, o da ilgili yerin menüsünü içeren ‘mini-app’ini (zincir de olur, tek bir bağımsız lokanta da, np) yüklüyor, istediklerinizi seçip, ödemenizi -önden- yapıyorsunuz, yemekler bir süre sonra masanıza geliyor, yiyip kalkıyorsunuz. Madem ki çaktırmadan alışverişten yemek adabına geçtik, onu da yazayım bari: oturduğunuzda o yere özgü ılık/sıcak su getiriyorlar: bazısı limonlu oluyor, bazısı tarçınlı, bazısı… (biz de anlayamadık birkaçını). Lokantalarda genelde tuvalet olmuyor ama lavabo hemen hepsinde oluyor, elinizi yıkamak isterseniz en en en kötü ihtimal mutfağın girişindeki dev metal lavobaya davet ediyorlar. Çin’de pek el yıkanmıyor ama yemeklerin yanında tek kullanımlık, şu bizlerin ekmek/meyve seçerken elimize geçirdiğimiz ince plastik eldivenlerden (biraz daha iyisinden) veriyorlar yemeklerin yanında. Çubuklar genelde masaların altındaki çekmecelerde oluyor, keza peçeteler ve kürdanlar da (gerekiyorsa kaşıkları genelde sulu şeyin yanında getiriyorlar). Pek çok yerde -hele de hot-pot’çularda illaki- yenen konuya dair atıştırmalıkların sunulduğu salata bar benzeri bir açık büfe de oluyor. Yemekler şaşırtıcı (hem de çok şaşırtıcı) bir biçimde, tuzsuz veya az tuzlu (hani nerede şu Türkiye’deyken bayıla bayıla yediğimiz, yine yediğimiz, tekrar tekrar yediğimiz Çin tuzu MSG?..). Tatlıları da az şekerli (bugün araya taraya bulup içtiğimiz sıcak çikolataya hiç girmeyeyim, haydi onda biz kaşındık ama bu arkadaşların kendi yerel tatlılarında da pek şeker yok!). Porsiyonlar büyük, yemekler leziz, bol bol deniz ürünü var. Yemeğinizi afiyetle yedikten sonra teşekkür edip kalkıp gidiyorsunuz, the end. Çin genelinde bahşiş olgusu yok, bir yerde okudum, “Çinlilerin herkesin eşit olduğu anlayışına ters bir kavram” diyordu, peki bakalım, öyle olsun. İşte bir yerde yemekleri sipariş ettik, ödeme kısmında değişik bir şekilde “isterseniz hemen ödeyip kapatmayın zira belki sonra birkaç bir şey daha sipariş edersiniz” diyordu (ömrümüz başlarda her saniye başı ekran görüntüsü alıp, onu çevirtmekle geçiyordu, artık ben her gördüğüm şeye basarak üstesinden gelmekteyim bu sorunsalın), “aaa, haydi öyle olsun” dedik yemekler geldi, güzelce yedik, ödeme kısmına geçtiğimizde “bu işletme yabancı kredi kartı kabul etmemektedir” demez mi app! Sağolsun Chenxi yetişti de bizi kurtardı dayak yemekten (garson/işletmeci teyzelerin şakaya alınacak bir durumu yoktu onlara durumu anlattığımızda). Bir keresinde de “bu işletme haftalık yabancı ödeme kotasını doldurmuştur” diye uyarı verdi ama sağolsun oradakiler “sağlık olsun, siz siparişinizi verin, sonra ödersiniz, derdimiz bu olsun” dediler (onda da sonra aklımıza parlak bir fikir geldi: bizim hesabı garson çocukcağıza ödetip, meblağı ona transferle ilettik 8). Buradaki yüzlerce lokanta maceramızda sadece işte iki kere başımıza geldi ama yine de bizi korkutmaya yetti (olur da buralarda böyle bir şey başınıza gelecek olursa: panik olmayın, ödeme QR kodunun ekran görüntüsünü alıp, Çin’de hesabı olan bir arkadaşınıza yollayın, uzaktan ödenebiliyor(muş)). Yemek -ödeme- adabıyla ilgili yazacaklarım şimdilik bu kadar olsun.

Yabancı kredi kartlarına bir de sürşarj(?) uyguluyorlar — normalde düşük yekünlerde pas geçiliyor ama az biraz yüksekse yaptığınız ödemenin %15’i gibi miydi neydi (geçti o günler, Nergis Hanım da, ben de hatırlayamadık şimdi), ek kesinti oluyor.

Sonra kasım geldi, 11.11 indirimleri diye şişirilip indirilmiş indirimler yapılıyor ya, burada öyle olmuyor, doğrudan yarı-yarıya bulduğunuz ürünler oluyor (sonrasında fiyatlar hakikaten de o üstü çizili fiyatlara geldiğinden biliyorum / ah bir de tabii taobao’ya kendi app’inden değil de, “bir yabancı edasıyla” (merhaba Eda!!!) Çin telefon hesabınızla fakat uluslarası kullanıma açık alipay’in app’inden girdiğinizde çıkan fiyatlardan biliyorum! 8)

İşte, dediğim gibi, burada online alışveriş için iki temel site kullanılıyor. taobao & JD. JD daha aklı başında, bu işe elektronik eşya ağırlıklı olarak girip gelişmiş, sıkı kontrollü, hızlı kuryeli (genelde geceyarısı bile sipariş etseniz ertesi gün elinizde oluyor) böyle biraz daha “klas” bir site. Taobao ise, gözetip kolladığı etiketler olsa da (hem kendisinin bizzat denetlediği satıcılar, hem de “7 gün içinde koşulsuz iade hakkı” vs. şeklinde güvenlik garantisi verdi(rdi)ği satıcılar olsa da, genelde “saldım çayıra” modunda çalışan bir pazar. Aynı ürün resmini/videosunu 30 yuan’a satılan bir yerde de buluyorsunuz, 300 yuan’a da. Bu noktada alıcı yorumlarını, daha da önemlisi alıcıların gönderdiği fotoğrafları iyice incelemek gerekiyor.

Satışta üç çeşit durum sözkonusu: birinci durum, ürünün adı geçen ürün olarak satıldığı durum. Diyelim ki A marka yağmurluk alacaksınız, evet, Türkiye’de 3000 TL ise burada da ona karşılık gelen 500 yuan’a satıyor arkadaş, yapacak çok bir şey yok, istiyorsanız buyurun. İkinci durum namussuz namussuzlar dediğim satıcılar: A markasının yağmurluğunu aynı fotoğraflarla size süper düper bir indirimle 300 yuan’a satıyor. Ben örneğin Türkiye’de 1100 TL civarı satılan Lamy Safari marka dolmakalemi burada 150 TL karşılığı 25 yuan’a aldım (daha anlatacağım, biraz sonra). Üçüncü durum ise namuslu namussuzlar olup da, size A marka ürünü son dakikaya kadar vallahi billahi sudan ucuza satma vaadiyle satın alma formlarında ilerletip, en son aşamada ne sihirdir, ne keramet, el çabukluğu marifetiyle (epey kısık sesle / ya da Çince 8P) “a’bi ondan yeni bitmiş, ama onun kadar süper şu laylon markasından muadili var, he mi…” diyen satıcılar var.

Şimdi normalde tabii ki namuslu namussuzların, namussuz namussuzlara tercih edileceğini düşünürsünüz ama öyle olmuyor. Örneğin -kaweco tarafından satın alındıktan sonra ne oldular bilmiyorum ama- Lamy dediğiniz marka, Almanya’da işçisinden yöneticisine toplamda 300 kişinin çalıştığı bir fabrikada üretilen bir marka. Yani Çin’de daha ucuza bulmanızın yolu yok. Ben de bunu bal gibi biliyordum siparişimi verirken. Canımız ciğerimiz dizilerimizden merhum Brooklyn Nine-Nine’ın bir bölümünde Nina’nın evine hırsızlar girer, çalınan şeylerin listesini istediklerinde, her şeyin yerine yenisinin alınacağını çok dert etmediğini ama bir tek bilmemne marka çantasının çakmasını yapan sweatshop’ın kapanmış olduğunu, ona yandığını söyler (çakması orijinalinden daha iyidir, evet, sana bakıyorum Bono, sana da U2 (pun intended 8)). İşte bu namussuz namussuzlar da hakikaten o riske girince (yani kalemlerin üzerine Hero değil de, bizatihi Lamy yazdıklarında) sonuna kadar gidiyorlar, neredeyse orijinalinden iyi bir ürün çıkıyor (bunca senelik Lamy’ci olmasam, bir de tabii fabrika lokasyon olaylarını filan bilmesem, bana gönderilenin çakma olduğunu anlayamazdım — arkadaşlar kartuşun üzerindeki Lamy kabartmasını bile yapmışlar, kalem de iyi — orijinali kadar iyi değil ama bir uca (nib) bakar en nihayetinde). Ama işte asıl o namuslu namussuzlar yok mu! İnsanı aptal yerine koyuyorlar. İlk sipariş ettiğimiz ürünlerden olan bir çelik tavanın bize vaat edilen değil de, son dakika ali cengiz oyunuyla “o markadan esinli” bir tava olacağını daha kargoda gelirken fark edince suratımız epey asılmıştı ama meğerse iade işlemi o kadar kolaymış ki, inanamadık: ürün geliyor, “ben bunu iade edeceğim, bana söylendiği gibi değil (ya da sadece “iade edeceğim, öyle işte.”) diyorsunuz, size bir numara veriyor taobao bir de ne zaman evde olduğunuzu soruyor (evde değilseniz de kapınızın önüne bırakıyorsunuz — ondan da bahsedeceğim: Çin’de bu tür hırsızlıkmış, gaspmış, yan gözle bakmakmış, laf atmakmış, hiçbir suç kalmamış, inanılmaz bir şey, yaşayıp görmek lazım!), ertesi günü kargocu geliyor (zaten kargocular günde 4-5 kere geliyor her yere), kutuyu alıyor, aldığınız yere ulaşınca da paranız anında iade ediliyor (biz kullanmadan, paketini açmadan iade ettik, ama arkadaşımız Taikang’ın dediğine göre tepe tepe kullanıp da 7 gün geçmeden koşulsuz iade eden de oluyormuş). Bir kere de morunu sipariş ettiğim Huang Dian kalemim siyah çıktı, onu iade ettim, pürüzsüz, ‘kılçıksız’.

Dediğim gibi, internetten sipariş en temel alışveriş yöntemi. Bizim kampüste örneğin gelen kargoların istiflendiği, kargo merkezi var — içinde kitapların yerine paketlerin olduğu bir kütüphane düşünün, öyle bir yer, hatta şöyle bir yer:

Harry Potter & the Goblet of Fire
Emre Patır & the Patır Patır
Patır Pator

Bir kere kargonuzu yol boyunca takip edebiliyorsunuz (zaten maksimum 2, en en 3 gün sürüyor normal geliş, hızlandırabiliyorsanız da), geldiğinde size raf bilgisi geliyor (oda-dolap-raf : 21-4-2 gibi bir numara). Biz hoca olduğumuzdan, sağolsunlar kampüs içindeki evimize kadar getiriyorlar (tabii ben tez canlı olduğumdan olay genelde şu üç şekilden biri olarak gerçekleşiyor: numara bilgisi geliyor, ben hemen gidiyorum, henüz rafa konmamış oluyor (%25 ihtimal); numara bilgisi geliyor, ben geç gidiyorum, ürün eve teslim edilmek üzere raftan kaldırılmış oluyor (%74 ihtimal); numara bilgisi geliyor, ben gidiyorum ve ürünü rafta buluyorum (%1 ihtimal, yani çoğunlukla elim boş dönüp, eve gelmesini bekliyorum — akşamına geliyor bu arada, ama işte… derde gel derde 8)

Şimdi resimleri görünce aklınıza şöyle bir şey gelmiş olabilir: bunlar böyle ortada duruyor demek… e peki kimse kimsenin malını almıyor mu? Çok çok net bir “hayır”. İsterseniz kameralar olduğundan falan filan bahsedebilirim ama belki vaktiyle kameraların etkisiyle, belki sopayla/copla bir şekilde o tür bir güdüyü (?) bünyelerinden atmışlar (belki şu maymun nesilleri – muzlar deneyinde olduğu gibi Lamarckian bir evrim yaşamışlardır). Yani akıllarına bile gelmiyor. Ha, peki hiç mi olmuyor? Oldu bir kere. Biz. Biz kodu yanlış görüp, paketi alıp eve geldik, açtık, alakasız bir ürün olduğunu görünce uyandık. Doğruca gerisin geri kargo/paket merkezine gidip, oradaki ablaya durumu anlattık, sağolsun, “tamam bana verin, ben hallederim” dedi de, bizi büyük bir sıkıntıdan kurtardı (öyle olmasaydı bu satırları size demir parmaklıklar arasından yazıyor olacaktım!..). Çin’de suç yok. (nokta). Hırsızlık yok, kavga yok, birbirine karışmak yok. Zaten insanlar vakitlerinin çoğunu telefona bakarak geçiriyorlar: bu şekilde yemek yiyorlar, bu şekilde yürüyorlar, bu şekilde metroda duruyorlar, bu şekilde bisiklet/motorsiklet sürüyorlar (bu şekilde bir tek araba sürmüyorlar çünkü onun kontrolü çok sıkı — hani plaka okuyan alıcılar var ya, onların yanısıra geçerken anlık flaş patlatıp, sürücünün resmini çekip analiz eden aletler var). İnsanlar sosyalleşmiyorlar da. Biz kampüsteyiz örneğin, beklersiniz ki, eğlence, gürültü, şamata olsun, olmuyor. Zaten gece 9:40’a kadar dersler devam ediyor (standard değil, yani her bölüm öyle değil ama görüyoruz işte sınıfları gezerken), onun dışında maksimum iki kişilik gruplar oluyor, sessiz sessiz konuşuyorlar (sizi kandırdım yine: sessiz sessiz konuşmuyorlar, yan yana, telefonlarına baka baka yürüyorlar). Ara ara kendimi zombi dizilerinden birinde gibi hissediyorum, sağımdan solumdan başlarını eğmiş bir dolu insan geçiyor.

Bu eylemsizliği kıran bir grup var ki onlar da yemek servisçileri (/kuryeleri) — başlarındaki kasklardan ve hüt-hüt-hüt-hüt koşar adım, herkese çarpa çarpa dümdüz bir doğru üzerinde ilerlemelerinden hemen tanıyorsunuz. Yemek servisi burada çok hızlı. Yemek paketleri de güzel, kaliteli, isotermal filan. Yemekleri bırakın, tek bir kupa kahvenin bile (kahve dediğime de bakmayın: vanilyalı-sütlü-kavunlu-buzlu-çay olarak okuyun siz) nakledildiğini çok gördük. Bizim evin oraya bir kupa kahve teslim etmişlerdi 3 hafta önce, herhalde adres yanlış girilmiş, geçen güne kadar o bardak (karton bardak, starbucks’takiler gibi, işte poşet içine konmuş) orada geçen güne kadar bekledi de, bir Allah’ın kulu da, ya ben bunu alayım buradan götüreyim diyemedi (burada benim favorim Luckin Coffee diye bir zincir var, temel özelliği doğrudan iletişim kurmadan servis alabilmeniz: telefonunuzdan siparişi veriyorsunuz, numaranız gelince gidip tezgahın üzerinden alıyorsunuz, işte orada çok sık oluyor, yanlış şubeye sipariş veriyorlar, o sipariş sabahtan akşama alınmadan o tezgahta duruyor).

Çin’deki tuz ve şeker yoksunluğundan bahsettik, Çinli midelerin arası sütle de pek iyi olmamalı ki, çok az tüketiyorlar, olan sütler de Yeni Zelanda’dan geliyor. Bildiğiniz üzere Çin’den her yere günde binlerce konteynır taşınıyor yüzlerce tankerle, e hak verirsiniz ki, o tankerlerin gittikleri yerlerden boş dönmeleri epey israf olurdu, bu da bizi peynir maceramıza getiriyor: Çin’de peynir pek bilinen bir şey değil. Buraya geldiğimizde (taobao erişimimiz yokken henüz) konuyu sevgili Lû ve Taikang’a açmıştık ki, onlar da bizi sağolsunlar, konsolosluklar / artistik bölgesi olan Batı Nanjing Sokağı’ndaki “City Super!” süperdüpermarketine yönelttiler, gidince gördük ki, evet, budur: her ülkeden her ürün, peynir dahil. Pınar Beyaz, Labne dahil! O gün İspanya’dan semi-curado Manchego , güzel yurdumuzdan Pınar Beyaz, Fransa’dan La Vache Quirit üçgen, Danimarka’nın mavi peyniri ile çok emin olamasam da Gouda aldık, eve gelip pretzellerle şirinledik. Çay yoksunluğumuzu da sevgili Ahmet (Ahmad Tea’nin Ahmad’ı 8) giderdi. Zaten sonra taobao açıldı. Çinceniz “Kars kaşarı” yazmaya yetmiyor mu, çeviri programınız anlamıyor mu? Nema problema! İnternette resmini aratın, ya da elinizin altında varsa çekiverin fotoğrafını, taobao aynısını buluyor. Abartıyorum sanıyorsunuz ama buluyor (kendimi aratmaya korkuyorum, çünkü biliyorum ki bulur), o derece. Yapay zeka, görüntü işlemesi zaten inanılmaz seviyelerde. Bizim sıklıkla gittiğimiz, büyük ama az evvel sözünü ettiğim City Super! gibi süper düper, artistik olmayan bir marketimiz var, “YH” adında, örneğin oraya girmeden çantanızı koymak için dolaplar var, İspanya’da da vardı, açardınız, çantanızı koyup, 1 euro’yu rehin bırakırdınız (kilit mekanizması o parayla çalışırdı), işiniz bitince anahtarı geri takıp, 1 euro’nuzu alırdınız. Burada şöyle oluyor, kameraya bakıyorsunuz, pat! kapak açılıyor, çantanızı koyup kilitliyorsunuz, işiniz bitince bir bakış daha atıyorsunuz, pat! haydi buyur bakalım. Yüz tanıma gündelik bir olay, demişimdir belki, devlet asıl yürüyüş örüntülerinden (pattern) tanıyan sisteme geçmiş (Dune? Fatbot Slim – Weapon of Choice? Bahsetmiştim sanki yaw).

Bir de her şey paketli! 40 kere paketli, 100 kere paketli. Tuvalet kağıdı alıyorsunuz, 12’li, paketi açıyorsunuz, 12 tane tek tek paketlenmiş rulo; elma alıyorsunuz, 4’lü plastik kutuda (her bir elmanın içinde olduğu bölmeli, elmalar da şu şişeleri kırılmasın diye sardığımız filelerle sarılı); hediye meyve götürebilirsiniz, bildiğiniz hediye paketinde, güzelce kutulu, uyumlu karton poşet içerisinde. İspanya’dayken favori meyvem mango idi, burada biraz ayrı düştük (var yine, epey yaygın ama ben herhalde büyümüşüm), şimdi artık pomelo delisi oldum: soyması zevkli, meyvesi kocaman, soyduğunuza, uğraştığınıza değiyor, uzun uzun yiyorsunuz, ne portakal gibi çok tatlı, sulu (portakallar ayrı leziz burada bu arada — portakal delisi Hollandalılar bile portakala boşuna “Çin Elması” (sinaasapple) dememişler!), ne de greyfurt gibi o kadar uğraş dur, bir de acısı gelsin arada, yok canım sağol, pomelodur benim sevdiğim. Yalnız sanırım pomelonun görüntüsü müstehcen sayılıyor zira şimdiye kadar açıkta bir tek pomelo görmedim — ille ya opak bir pakette, ya da iyice sarıp sarmalanmış olarak bulunuyor (muzır neşriyat vardı ben çocukken, şimdi bırakın muzırı, neşriyat kalmadı 8). Bir de asıl durian var, henüz / daha hâlâ cesaret edemedik yemeye, bir yandan da diyoruz ki “gider-ayak ‘yemeden gitmeyelim’ deyip yermişiz, sonra da ağlarmışız, biz nasıl kaçırdık böyle tadı bunca zamandır yemeyerek!..” diye.. 8) Ama hakikaten çok korkutucu bir meyve. Haziran’daki gelişimizde böyle dikenli dikenli bir erik çeşidi keşfetmiştik, onu bekliyorum bir yandan da.

Artık benim de akşamlarımın bir bölümü telefona bakıp bakıp, ihtiyacım olduğunu bilmediğim‘i bir kenara bırakın, öyle bir şeyin varolabileceğini bile bilmediğim/düşünmediğim ürünleri taramakla geçiyor, e 10 taneye bakınca, 1 tanesini de alıyoruz doğal olarak. Yapay zeka bizi kıskıvrak eline geçirmiş durumda, ama ben kendi payıma şikayetçi değilim! Eski usül Çin kıyafetleri aldım kendime (benim zevkim Tang Hanedanı dönemi modasıyla örtüşüyormuş), onları giyip mutlu mesut dolaşıyorum sokaklarda, yabancısını bırakın, Çinlilerin üzerinde bile görmedim benim giydiklerimden giyeni, o nedenle, eğer olur da sokaklarda altında şalvar, kafasında fes dolaşan bir Çinli görürseniz şayet, benim hatırım için normal karşılayın… zira bilin ki karşılığı buradadır! 8))

Fung-ku!

We’re Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band!

“Alışveriş çılgınlığımız (ve biz…)” için bir yorum

  1. Sgt. Pepper & “Bir müjde veriyorum, size ALO diyorum” diyen paşamız arası bir şey olmuş(um).

sururi için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir