The Darjeeling Limited / No Country for Old Men / Lost

ya da Sabun Köpüğü / TV Kafa!

Uzun uzadıya yazamayacağım ama:

  • The Darjeeling Limited: Wes Anderson’ı ailecek severiz çok. Geçen gün bir siteye bakıyordum da (Rotten Tomatoes’du sanırım), bu filmin reklamını gördüm, ancak öyle haberim oldu (çoluk çocuğa karışmak). Hemen ediniverdim bir yerlerden. Sonuç — İyi haber : Fena film değildi. Kötü haber : Wes Anderson’ın en kötü filmiydi. Ayrıca Owen Wilson ne kadar Robert Redford. Sonra Bengü’yle en beğendiğimiz Wes Anderson filmi hangisi ola ki konusunda istişarede bulunduk, o Rushmore ile The Royal Tennenbaums’u pek hatırlamadığını söyledi (e geriye kalıyor zaten bir bilmediğimiz bottle rocket ile bildiğimiz Life Aquatic With Steve Zissou) ben de Rushmore’un en favori Wes Anderson filmi olduğu kanaatinde olduğumu söyledim, konuyu kapattık. Ayrıca günün saptaması benden geldi: Müzikteki Cake’in sinemadaki karşılığı Wes Anderson filmleridir. Anahtar kelime: cool olmayan şeyleri cool bir biçimde yapma sanatı.
  • No Country For Old Men: Coen kardeşleri eskiden severdim. Eskiden olduk şimdi. Evet belki şaşıracaksınız ama Fargo’yu beğenmemiştim ben. O’ Brother Where Art Thou’dan öygh gelmişti, çok çok fena idi. Sonra Intolerable Crulety pofffff, Ladykillers’a gitmedim bile. Bu arada çıkanlardan bir tek The Man Who Wasn’t There idi, bir tek o. Halbuki Barton Fink – başyapıt! Hudsucker Proxy – deha işi! Big Lebowski – İlahi! (Blood Simple’ı pek hatırlamıyorum doğrusu ama Raising Arizona da tam olması gerektiği gibiydi). Neyse, ümidimi kesmiş idim ki, şu son filmleri aldı başına gidince merak ettik, etmez olaydık. Arkadaşlar, buradan duyuruyorum ki, bu Coen Biraderlerle her türlü dostane, ticari ilişkimi kesmiş bulunmaktayım, eğer olur da gelir benim adıma sizden para filan isterlerse vermeyiniz.
  • Lost: Kötü, daha da kötü oldu, bırak allasen. Bu kadar yazmam bile ona övgü. 8P (Ayrıca dünya bir yana, Sawyer bir yana, yiğidi öldür hakkını yemeyelim)

Yaslı gittik şen geldik, merhaba Fişek, biz geldik!

Deneme bir-ki!

Baba ve Kızı

Efendim, belki fark etmişsinizdir, birkaç gündür kepenkleri indirmiş idik. Sebebi de, ODTÜ bünyesinde varlığını sürdüren bu sayfaların, ODTÜ’den haklı olarak “vakit de geç oldu…” uyarısı alması ve akabinde kendisine yeni bir yuva bulma arayışına çıkması idi.

Sağolsun, Barış hemen kendi yerinden teklif etti, gönlümde tabii ki baba ocağı, nam-ı diğer Fişek Bilişim‘e konmak vardı ama şimdiye kadar her bilişimsel sorunumda yardımıma koştukları, bana mecazi ve literally kucak açtıkları için, bir sefer de onları rahatsız etmeden halledeyim şu işi diyordum. Dün akşam Barış’ın yerini ayarlarını filan kurcalarken sevgili cihan değer kraliçemin radarına yakalandık, o da heman patron’a pasladı bizi – hostinken sorunum da birkaç dakika içerisinde tarihin tozlu sayfaları arasında yerini aldı…

Duyduğum minnetle ısrarla www.emresururi.com yerine sururi.fisek.com.tr‘yi kullanmak istedim amma patron bu noktada da “kem küm”lerimi dinlemedi ve işte aynı kanalda, aynı saatte yerde karşınızdayım efendim.

Fişek Bilişim’e, baba ocağıma, Doruk ile Didem’e dijitalden analoğa mazimdeki katkıda bulundukları bütün o oylumlu yapıtaşları için: sağolun varolun!

multimedia

Numb3rs
numb3rs House’u alın, tıbbı çıkarıp yerine matematik ve fiziği koyun, Hugh Laurie’yi de bizim sevgili gözümüzün bebeği Joel Fleischman Rob Morrow’la değiştirip, hastalık yerine de hastalıklı insanları koyun alın size oldu mu Numb3rs…

Ama House öyle anlaşılmaz tıbbi terimleri sıraladığında ne kadar profesyonel oluyorsa, bu numbers’daki matematikçi ve diğer fizikçi arkadaş (Peter MacNicol oynuyor bu arada fizikçiyi – hani Ally McBeal ve Sophie’nin Seçimi) ne zaman ağızlarını açsalar çok kötü oluyor anlayana. Ya yerçekim kanununu bütün dünyayı çözecek bir şey gibi pazarlıyorlar, ya hiç komik olmayan bir şeyi geek esprisiymiş gibi yapıyorlar ya da poff, bu en kötüsü, nasıl anlatayım ki? Schrödinger’in Kedisi’nin Alev Alatlı tarafından kitap ismi yapılması gibi mesela, öyle kötü bir şey. Anlamadan “cümle içinde kullanma” sevdası (bu tür terimleri / olguları cümle içinde kullanmak istiyorsanız şayet, bana başvuracaksınız, ben de size QM’den 5 soru soracağım, bu kadar basit)…

Örneğin bkz:

“If something as simple as a heavy bottom antiquark bound with a strange quark can reverse its identity three million times a second, how do we expect something as complex as the human mind to simply remain unchanged?”

ya da

“We assume that Dwayne Carter intends to get to China from Los Angeles by a direct and safe path. Now, he is aware of all the resources at your disposal: police dragnets and surveillance on family and friends.

I mean, you don’t need Karmarkar’s algorithm to see where this is going.

Ernst Strauss posited a roomful of mirrors and a man lighting a match.
(…)

Well, it was 40 years before George Tokarsky devised an answer: a 26-sided room.”

ama mesela öldürücü bitirici bir örnek için: (Abdülcanbaz’dan HAyatın Anlamı da Çıkabilir Netekim kategorisi altında saklanmak üzere)

Consider the game of chicken in which there are three nash equilibria. Each driver can choose to drive straight at the other consistent with a rational strategy and rationally crash.

So game theorists recognized this conundrum during the 1950s as we contemplated nuclear annihilation. Mathematical theory confirmed what we instinctively understood that the sane man often operates at a disadvantage.

So what am I illustrating?

I’m illustrating the ability of math to do more than define the parameters of our lives. It can illuminate the human condition.

And some day, perhaps, it will even define what lives deepest in our hearts.

offf offf. Dizi güzel bu arada, yani izlenebiliyor, tebessüm oluşturuyor bu bilimsel pek bir kompleks breh brehler de yanında… House’la bir ortak yanı daha: House’un yapımcısı Bryan Singer, bunun yapımcıları da Ridley ve Tony Scott, daha ne olsun! 8)

Bu da bizim ekip. Numb3rs takımından 15 kat daha karizmatik değilsek neyim! 8)

mat3rials

Mirror Mask
Mirror Mask, Neil Gaiman’ın yazdığı ama Gaiman’ın değil de, Dave McKean’in (Sandman kapakları ile Kara Kule – Wizard and the Glass’ın iç çizimleri) mührünü bastığı bir nevi David Bowie’li Labyrinth’in varyantı. Güzel seyirlik ama bir yandan da tipik Gaiman abuk subuk “çocuk kalmış hiç büyümemiş bir yazarım ben!” böğürtüleri.. yani bir şeyin ilginç olması demek bin tane şu ya da bu şekilde şu kadar ya da bu kadar şeyi art arda sıralamanın da ilginç olacağı anlamına gelmiyor pek yazık ki… Yani film değil de, adventure oyunu yapsalarmış, daha bir amaçlarına hizmet eder olacakmış gibi geliyor bana yoksa bir şüphen mi var? Filmde başrolü oynayan Stephanie Leonidas mıdır kimdir kendisi, o hanımı yakın takip listeme aldım. Güzel değil ama bir şeyleri var kendine çeken. Bu bağlamda Numb3rs’da da bir Ramanujan(!) var ki, o da aynı kategorinin insanı. Değişik şeyler bunlar, organize organze filan. Bu Mirrormask’ı Selma’ya izletmek gerek diye düşünüyorum, sanırım çok beğenir (resim yapan kızlar kardeşliği sisterhood).

Flogging Molly
Bu gruptan da -tıpkı az evvel kulaklarını çınlattığım MirrorMask gibi- Neslihan ve dünyalar iyisi yavuklusu Brian sayesinde haberim oldu. Alkole İrlandalı karıştırın (Atlı Süvari gibi oldu), alın size Floggin Molly süper gaza getiriyor insanı. Nefis bir şeyler. İrlandalı şansları daim olsun, çok sevdim ben bu çocukları..

Üç gün sonra karıma, kızıma kavuşuyorum hayırlısıyla, son 10 dakikadır manyak bir Spoonfull konser kaydı dinliyorum, (baktım şimdi daha da 6 dakikası var amma öttürmüş Clapton amcam yaw..), az evvel bera’dan süper bir haber aldım, daha ne ister deli gönül yahu!

Kalın sağlıcakla,
Sururi down and under
Sururi over and out–

man of the hour ya da wovie zowie

Tesadüf bu ya, beri yanda Pearl Jam’den “Rearview Mirror” çalıyor. Geçenlerde Neslihanlara gittiğimizde depreşti yine. Gerçi şu avakado mudur, papaya mı, artık her neyse, işte onun olduğu 2006 tarihli albümleri hakikaten iyi gibi ama 10 yıl sonra 10 yıl yaşlı adamların yapmasını bekleyeceğim müzik değil. Hoş, Metallica Load’da yaşının icap ettirdiği müzik yaptı da bana yaranabildi mi nein davut, bu derin bir tutku.

Buraya geleli çok olmamıştı ki, gayet normal bir grup toplantısında ortalığı berbat etmiştim (bkz: “so much for the self esteem…“) hani, işte onun sıkıntısını bir türlü atamamıştım üzerimden. Burada “kendini onaran malzemeler” nam-ı diğer “self healing materials” (SHM) üzerine çalışmalarda bulunmaktayım. Üniversitenin çeşitli bölümlerde SHM üzerine çalışanları bir araya getirmek için oluşturduğu bir grup var, işte mimarlıktan elektroniğe, vesaire vesaireye kadar birçok bölümden insan 2 ayda bir toplanıyoruz, neler yaptığımızı anlatıyoruz. Benim ilk katıldığım toplantı 2 ay kadar önceydi ve o toplantıda grup başkanı “Emre, bir dahaki sefere sen konuş bakalım..” dedi, ohoooo, daha iki ay var, yazar da yazarım… Mamafih kazın ayağının öyle olmadığı toplantıya çok kısa bir süre kala ortaya çıktı. Cuma günü Bengü ile Ece’yi yolcu ettikten sonra başladım harıl harıl çalışmaya. Daha evvelden de yazmıştım, hatırlıyorum, İTÜ’deyken sabahlamak eğitimin gereğiydi, hele son dönemdeki final haftamda bir haftayı toplamda herhalde 10 saat kadar filan uyuyarak geçirmişimdir (ve dahi son sınava da girdiğimin gecesi ilginç bir şekilde uyanmıştım – baktım sanırım yazmamışım, HaytNet’teki ilgili mesajı bulup bunun altına iliştiririm elbet bir ara). Ama insan yaşlanıyor. Uzun zamandır sabahlamak benim için 5 gibi yatıp 7 gibi kalkmak, yani ille de uyunacak. Neyse, pazartesi günü grup toplantısı vardı, orada prova mahiyetinde sundum benim sunumu (“tutacakları tutun!” yazardı otobüslerde, sunumu sunmak da farklı bir şey olmasa gerek). Sanıyorum o ilk geldiğimin batırışının izlerini silmeyi becerdim nihayet. Ama bir sürü düzeltme ve geliştirme ve değiştirme önerisi aldım (bunun anlamı: pazartesi sabahla, salı sabahla). Çarşamba günü başladım sunmaya.

Bu sunum olaylarında, sözlülerde filan çok heyecanlanırım. Elimde olan bir şey değil ama şimdiye kadar hep bir şekilde avantajıma çalıştı bu heyecan. Heyecanlanınca daha samimi daha spontane oluyor gibi. Genç bir lisans/master/doktora öğrencisi için, onu tanıyan bir kesimin gözünde bu sempatik olsa da, kendisini tanımayan ve safi akademik enformasyon için izlemelerde olan bir izleyici güruhu için kart bir postdoc aynı sempatiyi oluşturamıyor. Yani ben anlatırken yine başka bir boyuta gittim, iyi geçti seminer ama sonradan iyice düşününce, iyi geçmiş olmasına rağmen seyircilerin bir kısmını ara ara kaybettim (you can fool a person for all the time all all the people for some time but you can not fool all the people all the time – Abe Lincoln mıydı? 8) Neyse, sağ kurtuldum çok şükür, tekrar özgür bir insan oldum ama çok fena gerilegelmiştim (“gerileee!” as in Altan Erkekli çığırıyorken “Cemileee!” previously in Bir Demet Tiyatora). Şimdi rahatım, mesela bu blogu yazıyorum (aslında bloga üzerindeki tarih olan Çarşamba gecesi başlamıştım ve bugün günlerden cuma (tekrar et) neyse, better late than never geç olsun da güç olmasın ve dahi I want to break free (God Knows).

Evvelsi gün Emir’in current lokasyonundan (Minnesota) Susy Cream Cheese’e ve Zappa’ya, Zappa’dan FreakOut!’a (ki zannımca gelmiş geçmiş en mama (of intervention) albümlerden biridir), oradan da yine Emir, Ben ve dahi İdris’ime zapladım (Dit ist een reason for that “wovie zowie” in the başlık).

Anneannem iyi gibi çok şükür, konuşuyoruz hemen her gün. Bu pazar (17) akşamı İstanbul’a konacağım (I am the fly, I am the fly – fly in the ointment (Wire)), hemen anneanneme gideceğim, Salı (19) gecesi Ankara otobüsüne bineceğim, Çarşamba (20) sabahı Ankara’ya ayak basacağım, Pazar günü (24) İstanbul’a döneceğiz ailecek, 28’inde de İstanbul’dan evimize hayırlısıyla inşallah. Diyeceğim odur ki cemaati İstanbul’a, hazır benim bekar yakalamışken, mesela 19’una ayarlayalım bir Çorlulu Ali Paşa ziyareti. Arkadaşlarımın arasında bir sürü işsiz güçsüz var (Hande, Gürer, Betül(?)), bir sürü de semi-işsiz geek tayfası (Eki, Çağlar, Disq(?) başka kim vaa?) fırsat bu fırsat (Ve bir de: Eki, eki hiç haberleşemedik poff yani! Özledim seni en çok). Böyle de bir şeyler.

Bu arada ilginçtir, Ankara’dayken bir Niğde gazozu içerim diyorum, bir de Tömbeki’ni hayalini kuruyorum (Arkadaşları karıştırmazsak). Bir de (asıl ilginç olan şey buydu) ODTÜ’ye gitmek kadar (ondan da çok belki) ODTÜ Esat personel servisine (sabahtan) binmek istiyorum (niyeyse) ama işte o mümkün değil (herhalde niyeysenin cevabı, “ODTÜ Paket”inin tanımının servisle başlıyor oluşu).

Güzel günler göreceğiz çocuklar.. (İnşallah)
İmza: Sizi Seven Sururi.