O şekilde (/dağınık) bırakmak istemedim, o yüzden bu (kriptik olacak) mesajı yazayım istedim. Bu aralar kendime oto-sansür uygulayıp durmakla meşgulüm, öyle böyle değil, normalde çok önemli bir şeyler söyleyeceğimden de değil. Bir şeyleri bekliyorum arada, bilmiyorum neyiz ve nerelerdeyiz (elbet bulunur bir çaresi). Şarkı sözlerini hatırlamakla, çağrışımlar yapmakla meşgulüm (kafiye olsun diye değil). Georgina için defter tutuyorum bir süredir (bir ayı aşkın bir süredir olsa gerek), görünce teslim edeceğim. Geçen sene bunun bir benzerini Nerea ile yapmıştık, Nerea da bir şeyler bekliyor, hepimiz bir şeyler bekliyoruz, ikimiz birden sevinebiliriz, göğe bakalım (böyle yazınca acaba açık açık referans vermek de gerekiyor mu, mesela Turgut Uyar‘a? Turgut Uyar gücenmezdi, onu bilirim, Cemal Süreya olsa mutlaka (gücenirdi anlamında), Edip Cansever olsa umursamazdı). Bu aralar hep eski şiirleri, eski şairleri okuyorum (eski şiirleri yırtsan ne çıkar, yenilerinde de aynı hava, sana göre ben huysuz oldum, bana göre sen alıngan, işin özü hep aynı kalmamızdır, istersen beni bir süre arama* — aaaah, bu referans verme işi yavaşlatıyor beni, referans verince sadece ezberden de yazamıyorum bu sefer, doğru alıntılamak gerekiyor zira…). Şarkı sözleri mi çağrışıyor demiştim başta, değiştirelim onu, ya da genişletelim anlamını, şiirleri de katalım. Geçen Bengü’yle karşılaştıktan sonra Behçet Necatigil, Sevgilerde geldi doğal olarak aklıma: ne güzel okumuştu Bengü o gün o şiiri o edebiyat dersinde (14 yıl önce). Ben de Nurullah Ataç gibiyim: şiirden anladığımı sanırım, şiir yazamam ama.
Ne diyecektim ben sahi? Vakit geçirecektim, yazı yazacaktım (Ankara’dan abim gelmiş, evde bir bayram havası). Düşes’ten bu görüşmemizde de "Düşes Kitaplığı"na bir dolu kitap aldım, saymakla biter mi, bakalım:
- Julian Barnes / Staring at the Sun
- Julian Barnes / Before She Met Me
- W. Somerset Maugham / The Razor’s Edge
- James Herriot / All Creatures Great and Small
- J.M. Coetzee / Disgrace
- Katherine Mansfield / The Collected Stories
- Enis Batur / Kediler Krallara Bakabilir
- Enis Batur / Elma
- Enis Batur / Amerika Büyük Bir Şaka, Sevgili Frank, Ama Ona Ne Kadar Gülebiliriz?
Bir de Ece’ye gelen "Mujercitas" var (Geronimo Stilton adaptasyonu olan – iki gündür harıl harıl okuyor, çok heyecanlanıyoruz ama bir şey de diyemiyoruz büyü bozulacak diye 8). [Dudağımın altındaki ben] // (Sana aid lebimdeki buse, Lebinin surh-ı bizevali benim (Dudağımdaki öpücük sana ait, Dudağının hiç geçmeyen kırmızılığı benim*) Ahmet Haşim okumaya başladım da gene, nicedir).
Resim koysam ne güzel olur… Gittim, baktım buldum bir tane, bir sürü güzel insanın olduğu, izin filan da almıyorum, political correctness da bir yere kadar, (itirazı olan varsa çıksın söylesin beyler, photoshop’la kaş-göz çizeyim… kendim blurred çıkmışım diye de söylemiyorum bak!)
"Turkish Physics Scene, circa 2013" 8P) [Foto: N.Nayır]
Dün eski CD’lerin içinden Tom Petty & the Heartbreakers çıktı da, kendimi dostların arasında buldum. Tom Petty, Ramones ile birlikte, kaybedenlerin ("Losers"ın Türkçe mealini "Kaybedenler" diye yazınca, terimin orijinalinden bağımsız olarak, misal Sincerely, L. Cohen’in "Görkemli Kaybedenler"i (Beautiful Losers) gibi aslında hiç içerilmeyen matahlık, iyi bir şeylik payesi veriyor gibi hissediyorum. O yüzden müsadenizle günümüz ("dünümüz?" zira 20 sene kadar oluyor bu kullanımı ilk duyduğumdan) gençliğinin kendilerinden beklenmeyecek bir yaratıcılıkla vuku buldurttukları "ezik" tabirini kullanacağım – bunu yazmamla birlikte, aslında şimdiye kadar kocaman bir parantez içinde bulundığumuzu ve fark ettim ve kapattım) önde gidenleridir. Şimdi bu tür önermelerde, karşı argüman (Nimzowitsch Açılışı) "o kadar çok tutulan, tanınan adamlardan ezik olmayacağı" savunmasıdır. Olur efendim, bal gibi olur, hatta daha da bir güzel olur, zira yüksekten her akşam düşmek, hep kıl payı ile ıskalanmak ezikliğin pekiştirici pekmezindendir. Bu noktada fotoğraf albümüze dönecek olursak, sene 1995 (1996?) "sevdiğim kız" bilgisayarın yanındaki Suicidal Tendencies – Still Cyco After All Those Years albümünü eline alır, oradaki konser fotoğraflarındaki tipleri görür ("kimse bakmıyormuşçasına danset" yok mudur, işte onlar bunun gerçeğidir), zaten CD’yi aldığım Sui’yi de tanımaktadır, "işte sizin gibi tipler.." der (kaldı ki, çok sevmişti o kız beni, her seferinde onlarca şans tanıdı, kazanmamı istedi de hiçbirini başaramadım, o da çok takmadı sonradan, yollarımız ayrıldı, gitti). Kazananları sevemedim hiç. Başarılı insanları takdir ettiysem de, kazananları tutan olamadım. Ramones’i (müsadenizle Espanyolca aksanıyla (~ yazıldığı gibi) okuyacağım) de bu yüzden sevmiştim zaten. End of the Century’ye kadar (ve özellikle o albümde) hep yırtmak, meşhur olmak istediler, hiçbir zaman olmadı, ölümlerine değin. Kliplerinde Lemmy oynadı, Eddie Vedder konserlerinde pinhead maskesiyle dans etti, ama onlar o ufacık sınır çizgisini aşamadılar, istediler ama aşamadılar ve kabul ettiler ve ait oldukları yerde çaldılar.
Tom Petty’yi aklıma geldikçe dinlerim, ya da bazen 