Bugün öğrendim, güzel haber.

TMNT2’de Bebop da, Rock Steady de, Casey Jones da ve benim için bir o kadar önemli, heyecan verici olarak Laura Linney de varmış. Daha bir şey istemem, take that honest trailer! Ayrıca: bugün, dün aromalı/maromalı puro içtim, daha iyiceyim. Nurullah Ataç okudum yine, buraya alıntılasam dedim, ayakta uyuklamakta olduğumdan bir başka gün artık. Hayat güzel (ha ha ha! 8). Ah, bir de bugün bir anime tavsiyesi aldım Kaan ve Canberk destekli, onu deneyeceğim -bir ara, üç vakte kadar-, Steins;Gate, arka planda iniyor şimdi.

Star Wars Trailer Sweded & Whaling

Gondry’nin "Be Kind Rewind"ı, epey beğendiğim bir filmdi. Bugün bunu gördüm:

 

Internette ne kadar da güzel şeyler var, mesela whaling gibi!

Geçen hafta, ondan önceki hafta filan pek iyi değildi; 2015 pek iyi değildi, 2014 pek iyi değildi. Canım sıkkın olduğunda aldığım ilaçlardan birini vaktiyle şurada bildirmiştim; bu da ikincisi:

 

 
 
amma videolu oldu ama dans etmek güzel… -çok çok çok özel durumlar dışında- insan mutsuzken dans edemez ki zaten! (bununla alakalı olarak sevgili Amy Poehler’ın "Kimse iyi vakit geçirirken aptalca görünmez" ("No one looks stupid when having fun") lafını da alıntılayalım buraya, hatta resim koyalım)

 

hatta hatta hatta videolar yetmedi bir tane de video bağlantısı verelim oldu olacak: Amy Poehler’s laugh is the best laugh in the world. Adile Naşit’inki de bir tanedir.
 

Eylem Kaftan – Görmek Her Şey Demek Değildir

Bu konularda pek tavsiye vermem, ne de olsa facebook ve twitter bu işi gani gani yapıyorlar (ben de, mesela, twitter sayesinde haberdar oldum). Eylem Kaftan’ın 4 kör insanla sohbetlerinden mürekkep bir belgesel "Görmek Her Şey Demek Değildir" (Seeing Isn’t Everything — İngilizce alt yazılı). Eli yüzü düzgün, izleyiciyi bu konuda bilgilendiren, ona bir şeyleri hatırlatan, farkına vardıran…. amaan, ne desem ahkama, klişeye kaçıyor, tavsiye ediyorum işte..

O sırada deliliğin sınırlarında…

1999 yılını İdris sayesinde atlattım. Onunla oturur, diziler izlerdik, bendeki hakkı n=sonsuz. Onun tavsiyesiyle izlediğim bir dizi vardı: Unhappily Ever After. Married with Children, uçta görünen, fakat aslında tam kararında süper bir diziydi. Unhappily Ever After ise onun birkaç adım ötesi (avant-garde mı deniyordu? 8P). Ara ara aklıma gelir, hele de birazdan paylaşacağım sahnesi. Bugün yine aklıma geldi ("gitmek mi, kalmak mı, yoksa hiç olmamış olduğunun ayırdığına varmak mı?" başlıklı oto-münazaram sırasında), netten aradım, dizinin adını hatırlamıyordum, keza tavşan da çorap-kukla diye hatırımda kalmış, neyse ki bunlar Google’a vız geldi, hemen reçeteyi önüme koydu. Wiki’ye göre:

Jack Malloy (Geoff Pierson): A schizophrenic, alcoholic, cynical and depressed man who hates his wholly unsatisfying job as a used-car salesman and his unhappy marriage. He gets little respect from his family, who think that he is insane or senile. He converses with a stuffed bunny (Mr. Floppy) that only he can hear. His daughter Tiffany is his only real hope in his otherwise depressing life, though he is unaware of how Tiffany often uses him to her own advantage. He and his wife tend to bicker over trivial things and she appears to dominate him. He doesn’t really care about his family (except for Tiffany), despite the fact they are the cause of most of his woes. He is the sole source of income for the family and often tries to manage the money he makes, though it never gets to him as he has to pay for bills, food, expenses, allowances, and presents for Tiffany.

Gördüğünüz gibi, Jack Malloy, Al Bundy’nin "çizgiyi aşmış" hali (zaten set de çok andırır, yapımcıları da ortakmış galiba). Fazladan, konuştuğu (& onunla konuşan) bir oyuncak tavşan (Mr. Floppy) var. Bir bölümünde (12. Bölüm, "The Great Depression" imiş), beraber bir telesekreter mesajı doldurmaya karar verirler, doldururlar da. Ama sonradan dinlediklerinde şaşırtıcı bir şekilde sadece Jack’in sesi çıkar. Bunun üzerine Jack "Deli olduğumu unutmuştum!" der, Mr. Floppy de "ben de var olmadığımı!…"

Sahne bu, altta da videoyu koydum:

O halde tekrar soralım: delirmek mi iyi, hiç olmamış olmak mı?.. Siz siz olun, varolmadan önce bir daha düşünün… (Felsefi gönderili mesaj kaygısı içerik falan..) 8P

 

Maslow, Türkiye ve ben

 Sonradan not / Tekzip (15/10/2015) – altta yorumlarda da göreceğiniz üzere, Gürer Bey’ciğimin eleştirisi üzerine kendisini haklı bulup, öne sürdüğüm Maslow üçgenlerinden birini yedim. Yani özetle: yok öyle bir şey, uzaylı da olsa insan insandır (Mahmut haklı). 
 

Normal zamanlarda bile pek mutlu olmayan bir insanım (belki fark etmişsinizdir). En son olarak, ideal hiçbir sistemin var olamayacağını (yani asla şeylerin istediğim gibi olamayacağını) falan filan idrak ettikten sonra biraz düzelir gibi olmuştum ama ne oldum dememeli, bakın ya da yok, bakmayın en iyisi.

Uzunca bir süredir (en son üniversitedeyken (lisans), 1938’de İspanya’ya gitmek istemişliğim vardı) tarihin hiçbir döneminde, içinde bulunmak istediğim bir topluluk, yer olmadı. Ütopik hayallerim var ama onları boşverin şimdi. Buraya geldiğimden beridir 1936 yılının malum bir ülkesi ile çok fena paralellikler kurmaktayım, günden güne daha da benziyoruz o topluma. Sorun kötü insanlar değil, kötü insanlar hep var, sorun insanların çoğunun kalpsizleşmesi. Her musibette -internet sağolsun- illaki o kötü şeye sevinen, espri yapan, neşelenen epeyce kalabalık bir kitle var. Bu gelişler hayra değil. Çözüm üretemiyorum.

Politik bir insan değilim (en son üniversitedeyken (lisans), ya neyse boşverin şimdi bu teraneleri…), gerçekçiyimdir, öyle iyi yürekli, birbirini seven insan topluluklarına da hiçbir zaman inanmadım (o dediğiniz Ertem Eğilmez filmleri idi, aman gerçek hayatla karıştırmayın). İstatistiğe güvendim, insanların (yığınların) az çok değil, tam olarak nasıl davranacaklarının analizlerini görüp hak verdim. Kendimce simetriden yola çıkarak bir hayat düsturu geliştirdim (çok merak ederseniz: mekan ve zaman değişimleri altında kendinizin dönüşmüş haliyle uyumlu olarak bir arada bulunabiliyorsanız, doğru yoldasınız demektir falan filan).

Kötülüğü bencillik, empati yoksunluğu olarak tanımlamıştım. Büyük ihtimalle kötü olmak elimden gelmediğinden, beceremediğimden dolayı (ellerini yukarı kaldırıp quote/unquote yapar) "iyi" taraftayım çünkü kötülük düşünmeye yatkınım ve böyle düşünme işini malesef iyi becerebiliyorum ("mutlu, huzurlu" yaşamımı insanların genel olarak kötü oldukları ve kötülük yapacakları varsayımına dayandırmaktayım).

Ne diyordum? Yukarıdaki üçgen Maslow’un gereksinimler tablosu: en alttan en üste. Aç olan, tehdit altında korkarak yaşayan bir insanın yıldızların hareketleri üzerine düşünmesini bekleyemezsiniz. O insanın kendinde böyle bir potansiyelin varlığını sorgulamasını bile bekleyemezsiniz.

Ben, ben, ben… Ben en nazik tanımlamayla "Bir Demet Tiyatro"nun Angut, pardon Tankut, pardon Anıl‘ı gibi, ya da Kaynanalar’ın Tijen‘i gibi bir şeyim; kabuğuma sığmaz taşarım, sonra da kabuğumu beğenmem, kaçarım. Kaçamam da. Bir garip bir şeyim.

Diyeceğim odur ki 2015 yılında geleceğe dair hiçbir umudum yok bir şekilde yaşamaktayım. Uzaylılar gelmedi, simülasyon olduğumuz da ortaya çıkmadı, sonumuz kötü (tarih bizi yazacak). Her zaman yüksek sesle bağıran taraf haklı çıkacak, savunmanızda diretirseniz ya onlara benzeyeceksiniz ya da zaten hiçbir işe yaramayacak — zamanında da demişim, gittim buldum o yazıyı da.

Başa dönelim: benim böyle bir yazıyı yazmış olmam bile dünyanın çivisinin çıktığının kanıtı değil de nedir? Başa dönelim: bu yaşadığımız yer (evren bazında, lütfen kişiselleştirmeyelim), bir ceza kolonisi değil de nedir? Bu vesileyle benim yapamadığımı yapmış olan sevgili Wenjie Ye’ye de buradan on bin selam ederim.

Sözlerime ve ahkamlarıma burada son verirken, bize vaktiyle Baltimore Akıl Hastanesi’nden yazan arkadaş için geliyor: Smashing Pumpkins – Bullet with butterfly wings (aka "the world is a vampire / set to drain us").. Kırın, kırın taşları arkadaşlar… penaltı kol… gol.

 
David Hockney – Pearblossom Highway, 11-18 April 1986 #1