Never trust an Elf…

Biz gençken (lisede) FRP oynardık: çokluk Dragonlance, bazen Forgotten Realms, çok nadir Cthulhu filan falan, boşverelim şimdi. Üniversitede Neuromancer, William Gibson, Neal Stephenson filan haberdardık, Billy Idol neydi, Max Headroom aslında neydi bilirdik bunları. Daha o zamanlar yemiş yutmuştum ben bunları babında, marifet olsun diye söylemiyorum, o zamanlar lame şeylerdi bunlar, marifet değildi, nerd olduğunuzun tescili idi (beni edebiyat kurtardı 8). Resim de bulalım bir tane ayaklı filan…

DM’lik yaparken, sene 1995, Ekinler’in Beşiktaş’taki ev. Arkamdaki Bera, ayağın sahibi Eki’dir herhalde, yandan tek dizi görünen de Karaadam’dır diye tahmin ediyorum

Okumaya devam et “Never trust an Elf…”

Levent ve 7 purolar cüceler

Levent, en sağlam bir arkadaşımdır, güzel müzik dinler, iyi filmler izler, Murakami okur, arabadan bilgisayara her konuda sohbet ederiz. Efkar adamıdır, Morphine severiz, ortak zevklerimiz çoktur, ek olarak o caz sever, ben sevmem ama son yıllarda bu konudaki üzerimdeki kötü etkisini de inkâr edemem. Özetle tam bir keyif adamıdır. Levent bu senenin başında puroya başladı.

Okumaya devam et “Levent ve 7 purolar cüceler”

Sınavlara Veda… (E. S. Hemingway)

Merhabalar, cuma itibarı ile -bildiğim kadarı ile- akademik hayatımdaki bildik anlamdaki sınav anlamı ile sınavları bitirmiş bulunmaktayım. Çok karışık, rekürsif bir cümle oldu ama özetle haberler iyi.

Okumaya devam et “Sınavlara Veda… (E. S. Hemingway)”

Grrrrrr…. ve diğer smiley’ler (emoticonlar, emojiler…)

Bizim zamanımızda smiley derdik, acid vardı, metalciler olarak sevmezdik pump up the jam’i filan, küçüktük tabii, o acid’in “o türden” asitlere dendiğini bilmezdik, rave anlamazdık.

Sonra üniversite zamanında Watchmen’lerin smiley’si, comedian’i geldi vs, vs..

Şimdi de bu:

cumaya doçentlik sınavı var. Güzel tesadüfler oldu, mesela Bengü ile aynı seansta giriyoruz, ODTÜ’de, ben fazla uzağa gitmiyorum, jüri konusunda da çok şanslı hissediyorum kendimi, sonra Betül, Süheyla ve Sevgi hocalarım sağolsunlar, muazzam bir destek aldım bölümden de. Hayırlısıyla şansımı deneyeceğim. Sınav anlamında, bu önümdeki nihai sınav. Kısmet.

Bu tür kaygılı durumlarda her zaman yaptığım üzere, cuma günü öğleden sonra beni aklınızdan güzel şeylerle (dua/şarkı/dans/güzel bir anı) geçirirseniz müteşekkir olurum. 8)

(Geçtiysem sonucu yazarım, yazmamışsam da sormayın n’olur…)

2011, PHYS743

 

El çabukluğu marifetim ile sihirbazlık yaptığım zamanlardan…
bkz. 30+ : Eller, eller, eller!.. (tek rakibim Barış Manço) 8)
[International School on Fundamental Crystallography, Bulgaristan, Eylül-Ekim 2013]

Alice ve ben.

Aslına bakarsanız, yazacak başka bir ton konum vardı, aldığım notlar, mesela: imgeler & izlenimler üzerine bir yazı vardı; Mürdüm eriğine, onun Freza eriğine dönüşümüne methiyeler düzecektim, 7 ömür yılan yaşayanların nasıl ejder olduğundan bahsedecektim; Walk the Moon’un solistinden, Fatih Mühürdar’dan, onun İlhan İrem taklitlerinden, İlhan İrem’den, Gaffur Uzuner’den, Sermet Erkin’den lafı açacaktım, bir zamanlar adıyla varolan… diye bağlayacaktım o yazıyı da; The Who’nun Sell Out albümünden, Frances Ha’nın satıcı arkadaşından, Eşkiya’daki Şermin Hürmeriç’in oynadığı karakterden, sat-kurtul’dan – müziklere (Plumtree, Discount, Sex Bob Omb, oradan bir ihtimal Sleater-Kinney (belki o vesileyle Portlandia) / Le Tigre’nin This Island‘ını geçen seyahatlerimde THY’nin listesinde görüp gaza gelişim*). Ah, tabii ki asıl Hal Hartley’den. Olmadı, Alice (Munro) geldi, gitmedi.

Okumaya devam et “Alice ve ben.”