müzik, müzik, müzik… (ve onlarca bağlantı)

Bugün RHCP Anthony Kiedis’in 2002’de gerçekleşen Talking Heads’in Rock and Roll Hall of Fame’e kabul edilmelerinden önce yaptığı davet konuşmasını izledim. Konuşmasına o günün daha öncesinde yapılan Ramones’in takdimini gerçekleştiren Eddie Vedder’ı iğnemelerle başlıyor (ama hakikaten de Eddie, o da neydi öyle yahu! Biz seni hep Ramones’in 96’daki veda performansında pinhead olarak sahne alışınla hatırlayalım pls!). Bu videoya Tina Weymouth videolarını (çok güzel bir örnek olarak, bkz. Connecticut Women’s Hall of Fame – Tine Weymouth Tribute) izlerken ulaşmış idim. Kiedis, Talking Heads’den bahsederken, onların hayatında ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu, 77’de onları ilk defa Psycho Killer ile dinlediğinde nasıl da çarpıldığından yola çıkıyor. “Smart kind of cool”. David Byrne de bunu diyordu zaten: “dans edilebilir entel bir müzik yapma hedefimiz vardı” mealinde. (Ayrıca, ortalara dönersek, Dee Dee kırgın, John her zamanki bönlüğünde, Marky hemen her zaman olduğu gibi ortalığı toplamaya çalışıyor; Just Heads çok uzun bir zamandır David Byrne’e küsler).

John Strummer, Jarmusch’un Mystery Train’inde Elvis kılığında çıkıyor.

Remember to kick it over / No one will guide you, Armagideon time

Şarkıyı (Armagideon Time) hatırlamak için ararken aklıma Point Grosse Blank OST geldi (ki o da ne güzel filmdir!), baktım, orada bir sürü Clash olmasına rağmen bu yokmuş, olsun, buldum ya. Tank Girl filmini severim, (bonus olarak da daha henüz ünlü olmamış Naomi Watts bütün o güzelliğiyle kendisine hiçbir şekilde oturmayan bir filmde, bir rolde çıkar) açılış jeneriğinde de DEVO’nun “The Girl U Want”ının orijinaline 10 kat yeğ tuttuğum bir varyantı çalar (aletlerde DEVO ama vokalde Bulimia Banquet vokalisti Jula Bell (imiş). İşte -yine geçenlerde- bu versiyonu arıyordum, Spotify’ı sıradan geçirdim ama bulamadım. Ama onu bulamazken Robert Palmer’ın versiyonunu buldum ve dumur oldum. Alemlerin en karizma adamlarından (o kadar ki, $izoSuru 3: 80lere dahi kapak olmuştur) Robert Palmer, alemlerin en abuk, anti-karizmatik gruplarından olan DEVO’nun (Whip it’i yazıp çekmiş bir gruptan bahsediyoruz) bu şarkısını yorumlamış, hem de ne yorum!..

Sadece başı dinletseniz ya NIN ya Ministry denecek kadar sert girmiş ağabeyimiz, inanamadım, bir daha, bir daha dinledim. Bu saygı/tribute işine yine kafamı erdiremedim.

Bu saygı duruşlarının en meşhuru herhalde Beatles’ın 65’te Elvis’i ziyaretidir. Prince var sonra (bahsetmiş miydim acaba evvelden — bir koşu gidip bakayım… baktım da geldim, bahsetmemişim, yaşasın!). Prince uzaktan saygı duyduğum bir artiz (formerly known as). Creepy’dir, mesela şöyledir:

elinde -çok afedersiniz- fallus’tan hallice gitarıyla, wiyonnkkkk nynnnk vauuu vauuu diye funky funy takılır (bu resmi alıntılayınca Psych’ın Gus’ının taklidini es geçmeyelim diyeceğim ama Prince’i var, Michael Jackson’ı var (hem de Shawn Tears for Fears’in Roland Orzabal’ı iken!). Ama aynı zamanda “Purple Rain”i, hele de “Nothing Compares 2 U”yu yazan kişidir, unutulur mu bunlar! (bugün bir de -yeni, iki gün önce, yayınlanmış- prova görüntüleri üzerine “Manic Monday” yorumunu (evet, onu da Prince yazmış, TIL) izledim)

İşte bu viyuvvv viyuvvv diye gitar çalan Prince, 2011 yılında diğer ağır ağabeylerle ve George Harrison’ın oğluyla birlikte George Harrison saygı şeysinde sahne alıyor. Başlarda öyle bir köşede, elinde gitarı, kimsenin umurunda değil, kendi halinde takılıyor, sonra sonra… ama sonra… imzası da dahil olmak üzere, her şeyini atıyor, damgasını basıyor. Eğildiğinde düşmesin diye destek alması detayı muhteşem (yine de bir James Brown’ın “Please Please Please” performansı(!) değil ama olsun (ve evet, Blues Brothers 2000, end credits). İşte Prince’in o George Harrison tribute performansını ağzım açık izledim, günlerce, haftalarca ondan bahsettim, Levent başta olmak üzere pek çok arkadaşın kafasını şişirdim, pişman değilim (bağlantıyı bir daha veriyorum, sonuna kadar seyretmeyen bizden değil! — şimdi bağlantıyı alırken, bu da Rock and Roll Hall of Fame induction’ı imiş, onu fark ettim iyi mi! (ve aklıma gelmişken yazayım, içimde kalmasın, cânım Regina Spektor ve While my guitar gently weeps yorumu…)).

Prince gitarı hakikaten de ağlatırken…

Saygı işi, yorumlama ciddi, uğraş isteyen işler, yoksa ben de bilirim geçen gün malesef (sic!) denk geldiğim Greta Van Fleet zibidileri gibi kişiliksizce Led Zeppelin taklidi yapmasını (bilirim de yapamam 8P).

Laf lafı açıyor, bağlantılar peşi sıra geliyor. Saat 2 buçuğu olmuş sabahın, bana müsade, size rastgelsin. Hem ne demiş John Lennon “sizce Ringo bu dünyadaki en iyi baterist mi?” diye sorulduğunda (“Ringo bu gruptaki en iyi baterist bile değil!..”) 8)

Kardeşlik. (Fransız bayrağında ve Kieslowski’de en sevdiğim renk, kırmızı)

…gittim de geldim, bir şey daha diyecektim, unuttum: Talking Heads işte Rock and Roll Hall of Fame’e kabul edilirken sahneye CBGB’nin efsane sahibi Hilly Kristal’ı da davet ettiler. Ayrıca: ilk sahneyi orada almaları doğal ama ilk performanslarını Ramones’in açılış grubu olarak almalarına ne diyorsunuz? Yaaaaa…. dünya küçük (enter Disneyland – It’s a small world)

[Eki seyretmiş midir acaba CBGB’nin filmini? Eki bunları okuyor mudur acaba? Peki diyelim ki okuyorsa, Sound City‘yi de izlemiş midir acep?]

“müzik, müzik, müzik… (ve onlarca bağlantı)” için 3 yorum

  1. BBC podcastları epey birikmiş, yavaş yavaş eritiyorum. Yeni bir film, “Yesterday”. Özeti: Richard Curtis talks to John Wilson about The Beatles, the rom-com and time itself. He’s written Yesterday, a musical fantasy comedy directed by Danny Boyle in which a musician, after an accident, finds himself in another world. Here he is the only person who remembers The Beatles, a fact he turns to his advantage. He takes the credit and becomes famous for writing and performing their songs. Himesh Patel stars as the singer and Lily James, Kate McKinnon, and Ed Sheeran also appear.

    :)))

    Ağlayan gitar eşliğinde yazıyorum. John Lennon demişken, şu benim Spotify listesini oluştururken onu oku/bunu oku moduna geçtim (aha, Prince solosu geldi) ve bir kez daha John Lennon’dan tiksindim. Ama işin ilginci, çocukluğumdan hatırladığım ilk anılardan biri tek kanal TRT’nin haberlerindeki ölüm haberidir.

    LedZep yan sanayi bebelerinin de sahnede biraz daha kıvırtmayı öğrenmeleri lazım, yoksa tam da kopya olmayacak. Klipte de bir “Zoso” filan yazmadıkları kalmış, höh. Geçen sene bir ara bir Robert Plant ropörtajı okumuş muydum, dinlemiş miydim hatırlamıyorum, adam orada kibarcık kibarcık “ay evet, biliyorum, pek beğeniyorum” filan diyordu bunlar için. Yani, müzik güzel, hoşuma gitti ama yan sanayi yani…

    Galiba bu kadar.

  2. Prince demişken, Martika’nın Love… Thy Will Be Done‘ında da parmağı olduğunu biliyor muydun?
    (Evet yeni okudum bu yazdıklarını, ne var?)

    1. Ne iyi dedin kraliçem ya! Aklıma gelse yazardım, hakikaten de çok güzel şarkıdır (Martika da Kübalı mı neydi, öyle bir detay).

      Efendim, biz ân’a değil, zamana yazıyoruz yazılarımızı: sonrasında olur, öncesinde olur, adımız miskindir bizim, No, no, I must speak. When I, when I came to this war, I had two arms, two good arms, but when the time came to… to lose one, I .. I gave it gladly, I smiled as they cut if off, (music under: ‘There’ll Always Be An England) because I knew there was a future for mankind. I … I knew there was hope… so long as men were prepared to give their limbs (emotionally) And when the time came for me to give my other arm I… I gave it gladly. I… I sang as they sawed it off. Because I believed… (hysterically) Oh you may laugh, but I believed with every fibre of my body, with every drop of rain that falls, a… a flower grows. And that flower, that small fragile, delicate flower… (two modern-day ambulance attendants come in with a trolley which they put the padre onto and wheel him away; he is still going on)… shall burst forth and give a new life. New strength! (cut to a present-day ambulance racing out of TV Centre in speeded-up motion; it man through the streets, and arrives at the casualty entrance of a hospital; the doors swing open and the padre is rushed out on stretcher [still in fast motion] totally under a blanket; we hear his voice) … freedom. Freedom from fear and freedom from oppression. Freedom from tyranny. (the camera picks up on sign which reads: ‘Royal Hospital for Over-acting) A world where men and women of all races and creeds can live together in communion and then in the twilight of this life, our children, and our children’s children and . .. (by this time he has disappeared in through the doors of the hospital for overreacting actors) (malesef kamuya açık alanda fidyosunu bulamadım, ama skripiti işte beyle (öpsün düşesi cenıfır ehle 8))

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir