Bir Hobbit’in Güncesi: Oradaydım… Hala buradayım.

İnsan -niyeyse- 40 yaşa önem veriyor. Bu satırların yazarı yours truly bile bir güzelleme/değerlendirme/ahkam yazısı çekmişti vaktiyle (orada Gürer’e kapak olsun mahiyetinde attığım yorum DEVO’nun – Whip It’i çıktı bu arada, iyi mi! Hayatımız self referans, self reverans, reviendra…). Halbuki 40 geçip gitmişti pek öyle dramaya yer vermeden. 42 farklı çıktı. Bunda tabii ki soğuk, kayıpla geçen baharın (bahar demeye dil varmaz) etkisi var. 40 yaşımda yaptığımı sandığım muhasebeyi 42 yaşımın ertesinde yapar buldum kendimi.

The Babylon Project was our last, best hope for peace.

It failed.

(ya da: vahşi, siyah atlardık; yılkıya bırakıldık (…) çarpıp geri dönen düşlerimizin üstünde / çürümüş cesetleri yüzüyor şimdi vahşi siyah atların)

(ilki Babylon 5‘in açılışından, ikincisi M. Mungan’ın Avara‘sından detay.)

Ailemizdeki ilk kayıp ben çok küçükken çıkageldi, ilkokul 2’deydim sanırım (1984). Ders arası mıydı, ders miydi, gelip beni çağırdılar; ağabeyimi de çağırmışlar. Babam gelmişti, “Allah sevdiklerini yanına erken alır” dediğini hatırlıyorum babamın, Güven Dayım’ı kaybettiğimizi söyledi, bize sarıldı. Babam o gün 34 yaşındaydı. Güven Dayım aile büyüğümüzdü, muhteşem bir insandı, 42 yaşında bir trafik kazasında yaşamını kaybetti. Babam her şeyini kaybedip yaşama sıfırdan başladığında 37 yaşındaydı. Kazasker hiç bilmediğimiz “karşı tarafta”, tarlalarla dolu bir yerdi o zamanlar. Babam hayatını tekrardan rayına oturttuğunda 41 yaşındaydı. Güven Dayım’dan sonra -annemin dayısı- Murat Dayım’ı kaybettik; o da çok iyi bir insandı. Sanırım orta 3’e gidiyordum. Hüsniya (anneannem) biz İspanya’dayken vefat etti, sonra babaannem, ardından Mehmet Amcam. Üç sene önce Murat Dayım’ın eşi Hanife Yengem’i de toprağa verdik. Annem beni sırtında hastaneye taşıdığında 36 yaşındaydı – böyle şeyler, bazı şeyler hiç unutulmuyor, nasıl unutulur! (“Nahit Hanım söyledi yine / Neden babama yazmışım da anama şiir döktürmemişim / Kaç kere yazdım cebimden uçup gittiler / Ben on yedi yaşında beni yıkayan / Anneme şiir yazacak kadar şair değilim — Can Yücel). Tiria, Madrid’deki protestocuları anlatırken “yaşlı insanlar da vardı aralarında, rahat 40 yaşında vardılar” dediğinde biz 35 yaşındaydık. Ben Ankara’ya yerleştiğimde bizimkiler 50 yaşındaydılar. Bengü ile tanıştığımda 18, evlendiğimizde 25, Ece doğduğunda 29 yaşımdaydım. Babam annemle evlendiğinde 24, ben doğduğumda 27 yaşındaydı. Annem şimdi Güven Dayım’dan onlarca yaş daha büyük (Allah uzun ömür versin). 3-4 sene evvel aklıma esip de sünnet düğünümün kayıtlarını izlediğimde fark etmiştim gidenlerin kalanlardan kat be kat daha fazla olduğunu, şimdi ayırdına daha bir varıyorum.

Dün Ece dedi ki “çok hızlı büyüyorsunuz, yıllar çok çabuk geçiyor” (varoluşçu kriz demek ki genetik). Hayatımızın güzel geçtiği için hızlı geçiyor gibi geldiğini söyledik, tabii şu “çok yüce erdemlerimiz” uyarınca, monoton ve rutin (ama iyi anlamda) olmasının da bu hızlı geçişe katkısı olduğunu ekledik. Her gün şükrediyorum ama işte son zamanlarda bir korku peyda oldu, korkuyorum (tabii ki kendi adıma değil bu korku).

Eray geçen gün facebook’a bir resmimizi koymuş: benim elimde Amiga 500, mutlu mesut poz vermişiz, hatta:

Eray şimdi 31 yaşında, çakı gibi bir adam, daha geçen ay ayrı eve çıktı (fotoğrafını facebook’tan tamamıyla izinsiz aparttım, bana ne!)

Diyeceğim odur ki, hayat geçiyor. İnsan yaşlanmadığını sanıyor, hele de günü pırıl pırıl, birbirinden güzel insanlar olan öğrencilerle bir arada geçirdikçe. Ama değil işte, pekala yaşlanıyoruz. Durup bakınca, yılları sayınca, gidenleri düşününce yaşlandığını görüyor. Bir zamanların koca koca kocamış, yaşlı amcalarını, teyzelerini geçmişiz yaşta, onu fark ediyoruz, kıyaslama başlıyor. Büyüklerimiz artık 70 yaşındalar, durunca, bu yıldan o yılı çıkarmaya başlayınca, hesaba kitaba dalınca ortaya çıkıyor. Gidenlerin ardından bakınca daha iyi anlıyor insan. Mozart’ın 35, Schubert’in 31 yaşında ölmüş olduklarını aklım almıyor. 27ler klübü artık çok klişe, oraya hiç girmiyorum.

Neyse ki arkadaşlar var. Kara gün dostları, can dostlar. İnsanın sırtını dayayabileceğini bildiği en değerli hazinelerden. Onlarla birlikte karşılıyoruz bu yeni (eski) yaşları, birlikte geçiyoruz zorlu sınavlardan. Ailelerimiz var, bağlarımız.

[at statiğe, orada kalsın: 25/26 Haziran 2019 04:02]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir