Tehanu..

…While we’re at it, Earthsea really does go in order, because it is all one story: A Wizard of Earthsea, The Tombs of Atuan, The Farthest Shore, Tehanu, Tales from Earthsea, The Other Wind. (My British publisher insisted on doing the two last in the wrong order, and I’m very sorry about that, since “Dragonfly” in the Tales makes the bridge between Tehanu and The Other Wind.)

UKLG, Earthsea kitaplarının hangi sırada okunması gerektiğine dair.. (Alternatif bir listeye ve olayların kronolojik sıralamasına da Wikipedia‘dan erişebilirsiniz)

At the end of the fourth book of Earthsea, Tehanu, the story had arrived at what I felt to be now. And, just as in the now of the so-called real world, I didn’t know what would happen next. I could guess, foretell, fear, hope, but I didn’t know.

Unable to continue Tehanu’s story (because it hadn’t happened yet) and foolishly assuming that the story of Ged and Tenar had reached its happily-ever-after, I gave the book a subtitle: “The Last Book of Earthsea.”

O foolish writer. Now moves. Even in storytime, dreamtime, once-upon-a time, now isn’t then.

Seven or eight years after Tehanu was published, I was asked to write a story set in Earthsea. A mere glimpse at the place told me that things had been happening there while I wasn’t looking. It was high time to go back and find out what was going on now.

UKLG, Tales from the Earthsea’nin önsözünden

Tehanu

Az evvel Tehanu’yu bitirdim. İlk üç kitaptan sonra, hakikaten de zihin açıcı bir kitap oldu. İlk üç kitabın çıkış tarihleri: A Wizard of Earthsea – 1968 / The Tombs of Atuan – 1972 / The Farthest Shore – 1974. Serinin çoğunlukla üçleme diye anılması da bundan. Hikayeleri saymazsak, seriye ait 4. kitap olan Tehanu‘nun yayımlanış tarihi 1990. Konu itibarı ile 3. kitabın bittiği yerden başlıyor fakat arada bir 20 yıl var. Bu 20 yıl nasıl mı yansıyor hikayeye ve anlatıma? Şöyle bir örnek vereyim: Tolkien, Hobbit’i 1937’de yılında, Yüzüklerin Efendisi serisini ise 1954-55 yıllarında yayımladı. Bizim zamanımızla aradan 20 yıl, romanda da 60 yıl kadar bir zaman geçmiştir. Hobbit’te Bilbo Smaug’u avlamaya gider, Yüzüklerin Efendisi’nde ise hepinizin malumu, Ejder yerine Sauron’un üstesinden gelmeye çalışılır. Tehanu bu noktada farkını gösteriyor. Hikayeyi okumayanlara spoil etmeden anlatmaya çalışacağım, bu yüzden de biraz sade suya tirit kaçabilir. İlk üç kitapta kitabın kahramanı büyücü Ged’in başından geçen hikayeler anlatılıyor. Ursula Teyze, “Alegorinin anlamını öğrendiğimden beridir her türlü tezahüründen tiksindim” diyen JRRT’nin aksine, ilk kitabı büyümeyle, ikinci kitabı cinsellikle, üçüncü kitabı ise ölümle özdeşleştirdiğini söylemeye çekinmez. Kitapları okurken bu temaları bariz biçimde görebiliyorsunuz, ona bir şey demiyorum, hem ben değil miydim, Richard Kelly Donnie Darko‘nun banliyöde büyüme sancılarını anlattığını söylediğinde, “aaa, hakikaten yahu!” diyen? Neyse, UKLG’e ve Tehanu’ya dönmek istiyorum. 3. ile 4. kitaplar arasında geçen zaman hakikaten Ursula Teyze’ye yaramış. İlk üç kitabın bir derdi, anlatması gereken bir olayı vardı, hedefe varmak isterler, bir sonu vardır. Tehanu ise yudum yudum tadına varılan, dingin bir kitap. İlk üç kitabı okurken, kitapları beğenmekle birlikte, doğrusu UKLG’in kişiliğinden yola çıkarak biraz daha beklentiye girmiştim.. “Bu kral, düzen sevgisi nereden geliyor yahu? Neden ille de erkekler? Niye ille de dünyayı kurtaran kahramanlar, niye one-man-saves-the-day?..” İşte, teyzem, Tehanu’yla birlikte aradığım cevabı çok da sağlam bir şekilde (yine de son 20 sayfayı saymayalım) veriyor. Sıradan insanların sıradan dertleri. Ged ve Tenar Unplugged diyeyim, zaten bilen anlar. Buradaki insanların Ged ve Tenar olması da çok fark etmiyor (yine son 20 sayfayı tenzih ediyorum), hikaye Ged’le başlamıştı, onla sürsün demiş teyzem sanki, yani bir zorunluluk durumu yok. Lebannen’i istese deus-ex-machina olarak kullanabilirdi, kimse karşı çıkmazdı, ama kullanmıyor. Ya da şöyle diyeyim, azıcık kullanarak, aslında istese köküne kadar kullanabileceğinin sinyalini veriyor. Gelelim dokundurup durduğum şu son 20 sayfa olayına (Spark’ın dönüşünden itibaren gelişen olaylar): Bu kitap ille de bir alegorinin hedefi olacaksa, o da kadınlık durumunun olacaktır; pek memnun olmasam da, bunu kabul edebilirim, peki, mutlaka mesaj vermek istiyorsa, verebilir tabii. Ama şu ejder-insan ikileminde biraz klişeye kaçıyor. Tehanu vakası ise bir adet Grand Closing aracı oluyor. Zaten kitabın orijinal adı da yalnızca Tehanu değil, Tehanu: The Last Book of Earthsea. Bu girişe eklediğim kapak çok hoşuma gitti, diğer basımların kapaklarıyla kıyaslandığında da öne geçiyor. İngiliz baskısının kapağı imiş. Burada buldum, aynı yerde diğer kapakları da görebilirsiniz. Amerikan baskısının kapakları daha bir konsepte uygun gelse de, İngiliz basımlarının kapakları daha içten geliyor.

Son olarak, şu kitap sıralamasını ararken, UKLG’in resmi sayfasında, Studio Ghibli’nin gönderdiği Gedo Senki özetini okudum da, fena olmamış ama niye orijinalini yapmak varken, böyle bir yola girmişler, bütün hikayeleri harmanlamışlar? Bir de, Ursula K. LeGuin’in ilgili sitesindeki sayfa sayesinde fark ettim: filmin İngilizce adı hep Tales from Earthsea diye geçiyor, orijinal ismi ise Gedo Senki, yani Tales of Ged. Neyse, zaten sıradaki kitap Tales from Earthsea, okuyalım, görelim. 8)

Nil Karaibrahimgil, MFÖ, House

Mazhar-Fuat-Özkan’a MFÖ değil de, Mazhar-Fuat-Özkan diyenlerdenimdir (başlığın ben de farkındayım). M.V.A.B.‘ı çok çok beğenmiştim (yine de en sevdiğim albümleri tabii ki Ele Güne Karşı‘dır). Yeni albümleri AGU‘nun çıktığını duyunca sevinerek gidip aldım ve evet, albüm Mazhar-Fuat-Özkan albümü değil de, MFÖ albümü olmuş. Ya, neden ille de albüm çıkarmak zorunda hissetmişler ki kendilerini? Biraz daha sabretseler, Aysel Gürel’den şarkı almasalar daha iyi olmaz mıydı?

Haftasonuna doğru asıl sürpriz gazetede Nil Karaibrahimgil’in yeni albümünün çıktığını okumamla gerçekleşti. Her gün, düzenli bir şekilde dükkanları dolaşıp albümün gelip gelmediğini sordum, nihayet cuma günü Migros’taki D&R’da albüme kavuştum. Başta Bu mudur olmak üzere, albümdeki şarkılar çok çok iyi. Öyle uyumlu bir albüm olmuş ki, tek başına dinlediğimde pek de beğenmediğim Organize İşler bile epey güzel geliyor kulağa. Starbucks’la birlikte Nil Karaibrahimgil sevgim, yegane tikiliklerim bildiğim kadarıyla. Seviyorum ulan! 8)

Gelelim House‘a. Scrubs, ailecek hastası olduğumuz dizilerin başında gelir. Oradaki Dr. Cox’ı alın, ciddi yapın ama bütün ukalalığını üzerinde bırakın, bir de bacağını sakatlayın, oldu size House, M.D.. Doruk’un tavsiyesiyle almıştım, dün ilk bölümünü seyrettim, zaten Bryan Singer çekmiş, adam çok kişili yönetim uzmanı dengeleme filan süper, bize de beğenmek kaldı haliyle.

house - nil karaibrahimgil - mazharfuatözkan

haftasonu

Ece’nin gelişi nedeniyle almış olduğum iznim hala devam ediyor ama bugün evdeki temizlik sebebiyle yine de okula geldim. İznim normalde haftaya pazartesi bitmiş olacak ama bu hafta da bol bol geleceğim gibi görünüyor. Sebebi de 5. Linux ve Özgür Yazılım Şenliği nedeniyle başta kızımın Gürer Halası olmak üzere, pek çok arkadaşı bir arada görme fırsatımın doğuşu. Hem de bu sene Milli Kütüphane yerine ODTÜ’de yapılacak. Bu arkadaşlardan bir kısmını cts. günü evimizde ağırladık, ispatı alttaki resimdedir. Linux zibidileriyle hiç alakası olmayan pek sevgili Hande Hanım da, bir önceki blog girişinde yazdığımız üzere, taa İstanbul’lardan geldi güzel şehrimize. Emren’in gelmesi de günün sürprizi oldu!

Dee, Patron, Löker, Eki
Eki uzay zamanı bükerken

lol2
Sevgi Yumağı – bunu lütfen şuradaki Northern Exposure resmi ile kıyaslayın.. Hande zaten kendisini Maggie ile özdeşleştirmişti, artık Joel kim olsun, Marilyn kim olsun biraz düşünüp bulun. 8)

Pazar günü de abim (ağabeyim 8P), Ercü Dayımlarla Aslı’yı getirdi, güzel bir akraba kaynaşması oldu. İstanbul’a dönerlerken annemi de yanlarına aldılar. Akşama Bengü tarafından anne ve babam da evlerine dönünce ilk defa çekirdek aile kadromuzla (Ben, Bengü, Ece) başbaşa kaldık 8).

Geçen hafta İTÜ’den Hakan’la (Elbasan), Koray’ım (Kara) aramışlardı tebrik için, eski günleri yâd ettik, hakikaten çok özlemişim yahu! Biri İzmir’de, diğeri de Çanakkale’de ikâmet ediyor. Ne çılgın günlerdi off off! Bera da bu çarşamba Türkiye’ye giriş yapıyormuş, büyük ihtimalle Mustafa (Mehmet Batur) ile gelecekler, Mustafa ile de nikâhtan beri görüşememiştik… Hem bu vesileyle, hem de Ece’nin gelişinden sonra almış olduğum tebrikler dolayısıyla, en kısa zamanda bir arkadaş tarihçesi vermek istiyorum, işte kim kimdir, nasıldır, neresinden yenir, vs.. Az evvel yazmaya ara verip, Mustafa’ya (Öztürk) bir mail salladım, “ne zamandır bir şey yazamıyorum, kabalık diye algılama” mealinde 8) Ah ah ah! Ece Hanım sayesinde Cengo ile de haberleştik. Arkadaşlıklarımın sevdiğim bir özelliği bu Pause tuşuna basılıp, sorunsuzca kalındığı yerden devam edilebilmesi..

Bego!

Bengü sonunda dün ayağa kalktı! Bu vesileyle sevgili kâri, hamilelik ve doğumla ilgili bütün bildiklerini unut, çünkü hepsi hepsi hepsi yanlış. Bizim kız da son iki gündür iyice coştu, gecelerim kucakta bebek sallamakla geçmelerde.. Şikayetçi değilim, keko kazara bir güler gibi yaptığında bile dünyalar benim oluyor. Ama bir de o henüz görmeyen boncuk boncuk gözlerle sizin gözünüzün içine bakıp da içli içli ağlaması yok mu!..

Şimdi, haftalık geleneksel [[fch]] ziyaretimdeyim… Yarın Hande gelecek İstanbul’dan, Eki, Dee, Doruk, Löker de buradan gelecekler bebek sevmesine. Hande’yi de görmeyeli yıl oldu yahu. Allahtan kendisi çok zengin bir insan da, özel jetiyle gelip gidecek (“birikmiş millerim var”mış! Haydi, haydi Hande Hanım, o miller durup dururken birikmiyor herhalde! 8).

Pazara da abim (ağabeyim) geliyor ziyarete Ercü Dayımlarla, annem de onlarla dönecek…

Neyse, bu blogu keseyim buralarda, kızımı özledim – eve gideyim de, seveyim 8) Aslında kaç zamandır kafamda kuruyordum, buraya bir ton şey yazacaktım ama hatırlayamadım şimdi 8P — aaa, hatırladım:

Konser, kalabalık fobisi olan bir insanım. Kalabalık görünce daralıyorum. O seviyede ki, evlenmekten değil, nikahımdan korktum deliler gibi. Gruplar konser vermeye güzide yurdumuza gelirlerkene, “Yok,” derdim, “ancak Therapy? ya da Cure ya da Tori Amos gelirse giderim..” Sonra Cure geldi, Therapy? geldi, Tori Amos geldi, gitmedim, gidemedim sevdiceklerim… Kalabalık gözümü korkuttu. Geçen gün öğrendim ki, Ninacığım geliyormuş bu yaz, The Cardigans olayı yani.. pofffidi poffidi..