Bera & Cure

 Dün rüyamda Bera’yı gördüm, bugün Cure dinliyorum (Head on the Door). Adam gibi bir tweet hesabım olsaydı oraya yazardım, olmadığından buraya yazdım. Hayat garip. Sabah üç bilgisayarı ana bilgisayara gösterebildim diye mutlu oldum (dünden beri uğraşıyordum – anahtar kelimeler (çok lazımsa) Rocks, CentOS, qstat, insert-ethers falan filan).

Bakın mesela bunu (şunu) adam gibi olmayan tweetim‘e de yazabilirdim pekala:

ne geçmiş var ne gelecek 
dem bu demdir barışalım 
 

(Mazhar Alanson, God Save the Queen)

Bir yılın ardından

 Herkese merhabalar, bugün ocağın 8’i, geçmiş yeni yılınızı (yeni yıl ne zaman geçmiş sayılır? ilk buluşma öpüşme, üçüncü buluşma 3rd base olmak zorunda mıdır?) kutlarım öncelikle! Geleneksel listeler yapasım vardı (var) ama öncesinde bir sürü bir sürü dosta e-posta atasım olduğundan bu güne değin bekledim (hala da kesin değil listelere başlayıp başlamayacağım ama göreceğiz artık).

 

Geçen yeni yılda Barış ve Efeler bizim buralara gelmişlerdi, Madrid, Endülüs derken epey bir yolları arşınlamıştık. Bu sene geleneği devam ettirelim dedik, Barış’ın Liege’deki konağını 7.5 kişi 10 gün boyunca işgal ettik, merkezi Liege alarak daha evvelden görmüş/görmemiş olduğumuz birtakım Belçika köy ve kasabalarını gezdik ama en güzel bonus şüphesiz kendimize bile sürpriz yapıp gittiğimiz iki günlük Delft ziyaretimiz oldu. Epey duygusal anlar yaşadık, İstanbul’da da, Ankara’da da böyle olmamıştı, niye şimdi burada oldu diye merak ettim, düşündük, taşındık, Bilbao’da da olmayacağına kanaat getirince, olayın (ah şu bizim sentimental blue heartımız şekerim) büyük ihtimalle Delft’in küçüklüğünden ve buna bağlı olarak metrekare başına düşen anılar silsilesinin yüksek mevcudiyetinden olduğunu anladık. Delft’te Deniz ve Nadiya’lar ile, Tongeren’de ise benim hayali arkadaşım Liliana ile buluştuk. Liliana, gerçek bir şatoda yaşamasıyla, gerçekten de hayali bir arkadaş olduğunu kanıtladı.

 

Liliana’ların Şatosu (Ben şato gördüm) 

 

 Belçika akşamlarına Settlers of Catan damgasını vurdu: Neslihan en Brian’ın bize sardırdıkları oyunu biz de Barış, Efeler ve Sezen’e bulaştırdık, yetmedi o bir gecelik Delft molamızda Nadiya’lara da aşıladık. Ece şu anda yol, köy, kasaba, gelişme kartı için gerekli kaynakları ezbere biliyor, sanki sınavda bundan soracaklar, hıh! Akşamları ayrıca projektörden film seyrettik (biraz Woody, biraz Sarah Silverman, Black Books, bolca SW) hakikaten hakkını yemişim ben vaktiyle bu projektör olayının.

 

 "You big cat, you!"

 

 

 Kim demiş Catan iki kişiyle oynanmaz diye? 

 

 Yeni yılın modası: Eat meal yum. Tamam da ne yiyoruz arkadaşım? Kabahat faslı, mozaik pasta. 

 

 

 Turnemden görüntüler. Bol olmasa da, alkış almadık diyemem. Suzy ile performansımızın videosu da var, belki bir gün. O arkamızdaki arabada da Ece dönüyor. Çocuk eğleniyor, büyükler eğleniyorlar, işte yeni yıl yeni yıl. Böyle de bir şovmen aktif interaktif insanıyımdır, çok pis, ben bile bilmem hani.

 

Belçika’dan pazartesi günü (2 ocak) öğlen döndük, 3 ocak gecesi de otobüse atlayıp sabah 6’da konsolosluk işleri için Madrid’e vardık, gece yolculuğu Ece’yi fena çarptı, yol tuttu, uyku tutmadı öyle biraz hırpalandık… Konsoloslukta hem benim askerlik işim için gereken birtakım ek işlemler vardı (maşallah diyelim, her şey yolunda gidiyormuş, yani parada eski hesaptan (5K EUR), uygulamada yeni hesaptan (21 günlük eğitim yok) faydalanabileceğim gibi görünüyor… Ailecek de pasaportları yeniledik – bu ağustosta bitiyordu süreleri, öyle bir şeyler işte.

Ebru & Banu forever!

 

Brüksel = Starbucks. Madrid = Starbucks (beni bilmeyen biri okusa yani şu satırları der ki ah tikiye bak, memleket güme gidiyor, şunun krem döla krem (krem döla yala) haline bak. Hoş beni bilen biri de aynı şeyleri söyleyebilir, şimdi fark ettim.

 Oradan da çarşamba gecesi döndük, dinlenme sürecine girdik (bu noktada Coraline’ın koza içinde "dinlenen" Bayan Spink & Forcible’ını ya da Mezarlık Kitabı’nın sandukası içinde "uyumakta" olan Silas’ını gözünüzün önüne getirebilirsiniz)