Yerdeniz

Yerdeniz çoklamasının ilk kitabı olan A Wizard of Earthsea, evvelsi gün bitti. Kitap oldukça güzeldi ama beni en çok vuran sonundaki toparlama, ya da bağlama diyelim, oldu. Spoil edileceğinden korkmadan devam edebilirsiniz:

If Estarriol of Iffish kept his promise and made a song of that first great deed of Ged’s, it has been lost. There is a tale told in the East Reach of a boat that ran aground, days out from any shore, over the abyss of ocean. In Iffish they say it was Estarriol who sailed that boat, but in Tok they say it was two fishermen blown by a storm far out on the Open Sea, and in Holp the tale is of a Holpish fisherman, and tells that he could not move his boat from the unseen sands it grounded on, and so wanders there yet. So of the song of the Shadow there remain only a few scraps of legend, carried like driftwood from isle to isle over the long years. But in the Deed of Ged nothing is told of that voyage nor of Ged’s meeting with the shadow, before ever he sailed the Dragon’s Run unscathed, or brought back the Ring of Erreth-Akbe from the Tombs of Atuan to Havnor, or came at last to Roke once more, as Archmage of all the islands of the world.

Ursula K. LeGuin, A Wizard of Earthsea

Bu tür bir kapanışın bir benzeri ile, yıllar evvel, Doris Lessing’in Bir Sokak Çeşmesinin İçinden hikayesinde karşılaşmıştım; o da şöyleydi:

Bu hikaye, uçağa davet edildiğimiz duyurusuyla sona erdi. Işıklar altında tutam tutam beliren sis parçalarının hala dağılmadığı aprondan uçağa giderken Teksaslı hanım, hikayeyi anlatan adama, yoksa Ephraim siz misiniz, diye sordu.

“Hayır,” dedi Dr. Rosen, 60 yaşlarında Johannesburg’lu, çevik, iyi giyimli, dünya vatandaşlarının çoğu gibi dikkat çekici hiçbir özelliği olmayan adam.

Hayır, çok vurgulu bir şekilde, Ephraim değildi.

Öyleyse nereden biliyordu bütün bunları? Belki orada bulunmuştu?

Evet, orada bulunmuştu. Ama o korkunç, her şeyin alt üst olduğu hafta -ah korkunçtu! korkunç!- hangi sebeplerle bulunması gereken yerden 100 mil uzakta, o şehirde olduğunu anlatmaya kalksa bu hikaye şimdi bize anlatılandan çok daha uzun olurdu.

Hiç değilse NEDEN orada olduğunu bize anlatamaz mıydı?

Belki o da Ephraim’in kutusunun peşindeydi! İstersek böyle düşünebilirdik. Böyle düşünmemiz mazur görülebilir. O kutunun içinde bir servet yatıyordu ve birlikteki herkesin bundan haberi vardı.

Öyleyse Ephraim’in arkadaşıydı? Tanıyordu Ephraim’i.

Evet, böyle de söylenebilirdi. Ephraim’i, dur bakalım, 50 yıldır tanıyordu. Evet, Ephraim’in arkadaşıyım diyebilirdi.

Uçakta Dr. Rosen, bize artık bir şey anlatmadan oturup kitabını okudu.

Ama bir gün, Nikki, ya da Raffele adlı bir gençle tanışacağım: ya da boynundaki altın zincire bir inci asılı olan bir genç kızla: ya da, incilerin insana kötü şans getirdiğini düşünen, kendisi asla inciye el sürmediğini söyleyen orta yaşlı bir kadına rastlayacağım: bir zamanlar küçük kızkardeşine bir adam bir inci vermiş ve o olay kardeşinin bütün hayatını alt üst etmiş. Böyle bir şey olacak ve bu hikaye bambaşka bir şekil alacak.

Doris Lessing, Bir Sokak Çeşmesinin İçinden, çev: Taciser Belge

Dün de, Tombs of Atuan‘a başladım. Böylelikle [[fkk]]’m Neslihan Ece Arha’nın da adının nereden geldiğini öğrenmiş oldum. 8) Ayrıca, Yerdeniz serisinden sonra okuyacağım kitabı da buldum: pek sevebileceğimi sanmasam da Haruki Murakami’nin bir kitabı olacak – Norwegian Wood olabilir, Hard Boiled Wonderland olabilir, The Wind-Up Bird Chronicle olabilir – sanırım The Wind-Up Bird Chronicle olacak. Neyse, bekleyelim, görelim..

Potter bitti, enter Ged.. JK Rowling vs. Ursula LeGuin – II

Günaydın! Bugün bizde temizlik var, hem o yüzden, hem de Şakir Hoca mesaj atmış, sabahtan toplantıya çağırıyordu, okula erken geleyim dedim. Saatimi 8.00’e kurup da, 7.00’de kendiliğimden uyanınca da, “fırsat bu fırsattır” diye düşünüp, servisle geldim. Bu arada, dün gece gördüğüm rüyadan da bahsetmek isterim: Rüyam, doğal olarak Harry Potter evreniyle dirsek temasındaydı. Profesör Dumbledore gitmiş, bizler de onun odasında toplanmışız, kalabalık açıklama bekliyor. O sırada American Splendor’un (Film güzeldi ama nasıl ki Robert Crumb’ı size sevdirecek olan Fritz the Cat (ille filminin de olmasına gerek yok, hoş Crumb da zaten filminden nefret ediyormuş) ya da Crumb‘ın ta kendisi değil de, Ghost World ise, bu da hiç tanımadığım Pekar için öyleydi) ve Sideways’in (ki bu gerçekten çok sıkıcıydı) Paul Giamatti’si (ki kendisini ve The Lady in Water‘ı heyecanla bekliyoruz, Shyamalan’ın hastasıyız) kalabalığı sakinleştirmeye çalışıyordu ama ben bütün heyecan ve kederimle olayı onun için biraz daha komplike hale getiriyordum. O sırada, tavanın köşesindeki yazı dikkatimi çekti: I’m a sun already! Rüyamda, bu deyiş çok tanıdık geldi, nereden bildiğimi hatırlayamadım ama sonrasında aslında Latincesini ya da o tarz bir ölü dildeki karşılığını duymuşluğum olduğunun ayırdına vardım (rüyada bu tümce pa minerva! gibi bir şeydi, evet, ben de biliyorum Latincede böyle bir şey olmadığını, ayrıca gramatik açıdan I’m already a sun‘ın çok daha doğru durduğunu.. 8) sonrasında da uyandım, saat 7.00 idi, kalktım, giyindim, servise bindim, okula geldim. Yolda başta Nina Persson kulağıma fısıldıyordu, sonrasında yerini gene Imogen Heap’e bıraktı. Ayrıca A Wizard of the Earthsea‘ye de bu vesileyle başlamış oldum — sanırım o kitapları bütün aksi yöndeki hatırlamalarıma rağmen okumamışım çünkü okurken hiçbir şeyi hatırlamadım.

Gelelim dün gece bıraktığımız yere: Sevin Okyay, diyordum, ailecek sevdiğimiz bir zattır. Bana nedense sevgili Betül’ü hatırlatır her görüşümde. “Kapıyı çalıp da, ‘Merhaba, ben geldim de, bu gece sizde kalabilir miyim?’ diye sorarsa kabul edeceğimiz kişiler” listemizde yer alır (diğerlerinden bazıları: sigarasını balkonda içmeyi kabul ederse Deniz Özbey, Kanat Atkaya, Kanat Atkaya ile beraber gelmişse eğer Can Kozanoğlu, Fatih Özgüven (gelirken yanında Gece Gibi Geçiyorum‘u da getirsin lütfen, oradan “Arkadaşım Alışverişe Çıkan Beyefendi” pasajını almak istiyorum, kitabı bir türlü piyasada bulamadım da*) ortak karar olarak Lucy Liu, belki Woody Allen, Bengü’nün isteği ile Brad Pitt ve benim isteğim ile Gwyneth Paltrow — Miranda July gelse sanırım Bengü’nün korkusundan onu içeri alamam 8) Ayrıca, bu insanlardan eğer gelecek olan var ise, tercihen birkaç gün evvelinden haber verecek olurlarsa bizim açımızdan daha rahat olur. Sevin Okyay, 6. kitabın çıkışı vesilesiyle Radikal Kitap’ta çıkan bir yazısında Ursula LeGuin’in bırbır yaptığından dem vurmuştu. Dün, halihazırda Potter’dan Duny’ye geçiyorken, nette biraz arama yapıp, ilgili bırbırı buldum:

Her credit to JK Rowling for giving the “whole fantasy field a boost” is tinged with regret. “I didn’t feel she ripped me off, as some people did,” she says quietly, “though she could have been more gracious about her predecessors. My incredulity was at the critics who found the first book wonderfully original. She has many virtues, but originality isn’t one of them. That hurt.” Savoured by adults and children, the Earthsea quartet, including The Tombs of Atuan (1971), The Farthest Shore (1973) and Tehanu (1990), has never been out of print, and was augmented in 2001 by Tales from Earthsea and the novel The Other Wind.

Kaynak: Guardian, 17.12.2005

Teyzenin bir de, bir soru-cevap faslında söylediği bir şey var Potter ile ilgili, onu da alayım ama asıl ilginç olan Yerdeniz’deki şu isim meselesi. Aslında söylediği sonuçta o kadar ilginç değil, ilginç olan yine meselenin ta kendisi..

Q: Nicholas Lezard has written ‘Rowling can type, but Le Guin can write.’ What do you make of this comment in the light of the phenomenal success of the Potter books? I’d like to hear your opinion of JK Rowling’s writing style

UKL: I have no great opinion of it. When so many adult critics were carrying on about the “incredible originality” of the first Harry Potter book, I read it to find out what the fuss was about, and remained somewhat puzzled; it seemed a lively kid’s fantasy crossed with a “school novel”, good fare for its age group, but stylistically ordinary, imaginatively derivative, and ethically rather mean-spirited.

Q: Where did the idea of discovering ‘true names’ as a means to powerful magic come from? Do you know what fired you to include it in the Earthsea books as such a central theme?

UKL: It’s a very old idea in magic, all over the world. I read Lady Frazier’s Leaves from the Golden Bough as a kid, and probably met it there. Or almost anywhere. A writer, an artist whose medium is words, is likely to find the idea of magic as naming, words as power, a quite natural one.

Kaynak: Guardian, 9.2.2004

Sonrasında, Earthsea’nin filme çekilebilirliği ile ilgili birkaç şey daha söylüyor UKLG, bu muhabbetin, bir önceki yazıdan daha ilginç olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim (yani, sevgili okur, eğer bu sene Ursule LeGuin hakkında sadece bir yazı okuyacaksan, o da bir önceki değil, bu olsun! 8P 8)

Yerdeniz güzel başladı. Oylumlu Harry Potter’lardan sonra, insan 10 sayfada, nereden nereye geldiğini görünce şaşırmadan edemiyor doğrusu! Tabii, bir de işin edebi yanı var – şu cümlelerdeki ahenge bakar mısınız lütfen:

So he went on from word to word and from spell to spell with the witch till he was twelve years old and had learned from her a great part of what she knew: not much, but enough for the witchwife of a small village, and more than enough for a boy of twelve. She had taught him all her lore in herbals and healing, and all she knew of the crafts of finding, binding, mending, unsealing and revealing.

Bir de, son olarak Eco’nun “Yanlış Okumalar”ına taş çıkartacak bir sayfanın adresini vereyim: Aslına bakarsanız, komik olmaktan öte trajikomik. (Bu arada, yorumlara bakıp da, istatistik çıkartmaya çalışmayın sakın; sonuçta, o yorumlar sadece o blog’u yazan arkadaşın uygun gördüğü yorumlar..) Bir de uyarı – 6. kitabı bitirmeden bakmayınız, zira fena halde spoiler içermekte:
http://parsha.blogspot.com/2005/10/cracking-harry-potter-6-ha_113069507115543915.html


*(24 Mayıs 2006 itibarı ile güncelleme) Fatih Özgüven gelirse, hala bekleriz tabii ama kitabı getirmesine gerek kalmadı, Bayram Tekin sağolsun, Amerika’da iken kitapçıların altını üstüne getirip, bulmuş… Bir de, insan orijinalinden de okuyunca, Fatih Özgüven’in çevirisinin güzelliğini daha da iyi kavrıyor..

Potter bitti, enter Ged.. JK Rowling vs. Ursula LeGuin – I

Evet, bir saat kadar evvel, Harry Potter’la vedalaştık. Baştaki tren sahnesinden hiçbir şekilde tatmin olmadığımdan dolayı, belki doyurucu bir cevap bulurum niyetiyle netteki forumlara takılırken, bir anda göz ucumla Melez Prens’in kim olduğunu bir güzel öğrenip, sondaki sürprizden mahrum kalmıştım. Kitabın çıktığının ikinci ya da üçüncü günü de, yine ufacık bir gezinme sonucunda, bu kitabın ölüsünü de öğrenmiştim. JKR, bildiğim kadarı ile 4. kitaptan beridir kitaplarını editöre elletmiyor (kitapların oylum grafiklerine (fit edilmiş ve tahmini) buradan ulaşabilirsiniz).

Harry Potter Kitapları Oylum Grafiği

Bu editöre yollamama ya da az elletme o kadar iyi bir şey değil çünkü 5. kitap berbat bir kitaptı (filmde Dolores Umbridge’i Vera Drake’i oynayan hanımın canlandıracağını öğrenmem tüylerimin daha da diken diken olmasına yol açtı). 6. kitap 5. kitaptan sonra cennet gibi geliyor ama hala favorim 4. kitap. Son kitabın sıralamada fazla bir değişiklik yapacağını düşünmüyorum, zira 6. kitaptaki gidişat kolay kolay bozulamaz (standart HP taktiği: “O aslında bildiğiniz gibi değil” ve büyük final: “O aslında bildiğiniz gibi değil diye bildiğiniz gibi değil” – oder (-1).(-1) = +1). Rowling’in yapabileceği şeyler kısıtlı ama kendine hakim olup, bütün beklentilerin ve gidişatın tersine 7. kitabı (-1) olarak bitirirse, şapkamı çıkartırım. Bir son dakikada Neville sürprizi de hoş olurdu şüphesiz 8)

Gelelim Ursula ablaya. Kendisi ile ortaokul sıralarında, Reading Prentice Literature’ın kalın, yeşil ve içinde bir sürü yazardan seçme parçaların olduğu kitabında tanışmıştım. Yanlış hatırlamıyorsam “Song of the Sirens”di. Sonrasında bu teyze 1995’te Mülksüzler ile küçük Beyoğlu komünümüzün (Emir, Bera, Gökhan, Cengo, Alex, Eda, Ümit, Şeyda,.. başka?) Lönk! diye ortasına düşmüştü (Şeyda’nın “Benim Mülksüzlerimi hanginiz aldı?” başlıklı naçizane vecizesi hala kulaklarımda çınlar). Shevek hayatımı bir yönden başka bir yöne kaydırmıştı (O kadar adı konulmamış olsa da, Tro***’den Baku*** Amca’ya diyelim). Ama yine de o kadar da bayılmamıştım Ursula Teyze’ye. Sonrasında, bir önceki blogda bahsettiğim üzere, ucundan Yerdeniz’e bulaştım, bir de 5-6 sene evvel fkk’dan alıp okuduğum Başlama Yeri var külliyatının bende yansıması olarak.

Burada bir mola verip, Sevin Okyay, nam-ı diğer vınvın‘a (ya da vinvin‘e) geçiş yapalım diyecektim ki, uykumuz gelmiş, yatıyoruz biz, ne deniyordu satrançta? Adjourn edelim, hamlemizi de bu şekilde yazmış olalım, kandırmaca yok… İyi geceler, Günaydın’da görüşürüz elbet.

If you really want to put your hand there…

Hearts in Atlantis

“If you really want to put your hand there, I think you owe somebody a phone-call, don’t you?”

Carol Gerber, Hearts in Atlantis – Stephen King

Dark Tower serisini bitirdikten sonra, seriyle alakalı bir kitap olan Hearts in Atlantis‘e başladım. İlk hikaye (Low Men in Yellow Coats), Ted Brautigan’ın silahşörlerle karşılaşmadan önce yaşadığı bir olayı anlatıyordu (“I think King might have written Ted’s story, too,” she said. “Anybody want to take a guess what year that story showed up, or will show up, in the Keystone World?” “1999,” Jake said, low. “But not the part we heard. The part we didn’t hear. Ted’s Connecticut Adventure.” – Jake). Bu hikayede Ted’e 11 yaşındaki Bobby Garfield da eşlik ediyor, hatta Ted, Jake’i ilk gördüğünde onu Bobby zanneder.. Bir de Bobby’nin Carol adında bir kız arkadaşı var: Carol Gerber.. ah Carol Gerber!..

Hearts in Atlantis’te adını veren ikinci hikaye, 1960’larda Maine Üniversitesi’nde geçer. İlk hikayedeki Carol artık üniversiteye gitmektedir. Bu hikayeledeki karakterler daimi olarak Hearts oynamaktadırlar; Hearts, bizim King dediğimiz oyuna çok benzeyen bir varyant. Hatırlıyorum da, İTÜ kantininde de en çok oynanan oyundu king. Bir kere dışında -ki o bir kerenin de kendince bir hikayesi vardır: belki başka bir zaman anlatırım-, üniversitede hiç king oynamadım. Bir ara Ar-Tur’a da sıçramıştı bu king furyası, Güvercin’in gazinosunda, Gemiyatağı’nın oradaki yükseltilmiş sahilde oynadığımızı hatırlarım.

Özetle: “If you really want to put your hand there, I think you owe somebody a phone-call, don’t you?” – Carol Gerber. budur.

kara kule

pazartesi gecesiydi sanırım, sonunda Kara Kule‘yi bitirdim. Bugün Hearts in Atlantis‘e başladım, It‘i de tekrardan okuyasım var.. Stephen King -belki daha evvel yazmışımdır- bana okumayı öğreten adam olmuştur. 1991 senesiydi galiba, 1990 senesi de olabilir, ilk defa o yaz Ar-tur’a gitmiştik, asosyal bir çocuk olarak ne dışarı çıkmak, ne de denize girmek, koşmak, oynamak, vs.. ilgimi çekiyordu. Bir yazlıkta olağan karşılanabilecek bir format olarak evi möbleli tutmuştuk. Ev sahibi bir de kütüphane koymuştu. O yaz oradan alıp okuduğumu hatırladığım kitaplar arasında iki tane Dr. Who kitabı, Asimov’un Hedef Beyin‘i ve Stephen King’in Sis‘i (The Skeleton Crew) vardı. Sonrasında, okuldan arkadaşım Tamer Aydoğdu (kimbilir ne yapıyordur şimdi – bu arada, koray, eğer okuyorsan: sana bir email attım, içinde iki tane de resim vardı, toplam boyu yarım megabyte’lık bir email, hotmail, geri gönderdi, yarın bir daha deneyeceğim, posta kutunu boşalt, e mi! 8) sayesinde onlarca Stephen King okumuştum. Tabii ilerleyen yıllarda hayatıma Kafka, Nietzsche, Camus, Sartre (hele de o kör Sartre!) girince, King maceralarım bayağı bir sekteye uğradı 8) işte böyle, nereden nereye.. Wizard and the Glass’i okurken, oradaki thinny, King’in en etkilendiğim hikayelerinden biri olan Raft’ı hemen çağrıştırmıştı bana, bunu da ayrıca belirteyim (Açıklama: King, sitesinde Dark Tower‘da Skeleton Crew‘a gönderme yaptığını açıklayınca, herkes Sis hikayesi sanmıştı..) aman da aman, sururi’ye 10 puan! 8P