bu aralar

odada oturuyorum, bengü kanapede uyukluyor. televizyon kapalı, ayça şen başlamış olmalı, içerdeki bilgisayarı ayarladım, o kaydediyor, hem ayça şen harikalar diyarında‘yı, hem de ardından gelecek olan arka sayfa‘yı, artık yarın sabah uykusuz bir şekilde seyrederiz (ki yine de uykulu olunca tadı daha bir artıyor mu ne..)

bu aralar civIII / alpha centauri oynayasım gelmişti, tesadüf eseri elime civIV geçti, bir hevesle kurdum ama benim emektar laptop (IBM Thinkpad R40 / ATI Mobility Radeon 7500) abuk sabuk çalıştırdı. Esas tesadüfse, bu oyuna ulaşmamı sağlayan e-mail listesindeki arkadaşın aynı zamanda üst kat komşum olmasında!.. dünya büyük bile olsa, global köy hakikaten köy! Neyse, sanırım civIII oynayacağım.

Bugün ayrıca Sezen (Sekmen) geldi Bursa’dan, parış’la yeterlilik çalışacaklarmış, allah yardımcıları olsun. ben yeterliliği geçen sene verdiğimden beridir rahatım..

başka, başka?.. öyle işte. dark tower’a ilgim epey azaldı, yarın uzun uzun okuyayım da, en azından aksiyon kısımlarına geleyim, bir ihtimal sarar belki o zaman. ha, bir de miranda‘ya söyleyeyim de, blog’una bir şeyler girsin artık! 9 eylül’den beri aynı sayfa!..

tom waits: bir delikanlı abimiz..

haftabaşına tom waits girişiyle başlamak ne derece normal bilemiyorum ama şu sıralarda, vaktiyle dinlediğim ilk tom waits albümü olan the heart of saturday night‘ı hele de san diego serenade‘i dinliyor olmam şüphesiz güzel bir şey:

San Diego Serenade

I never saw the morning ’til I stayed up all night
I never saw the sunshine ’til you turned out the light
I never saw my hometown until I stayed away too long
I never heard the melody, until I needed a song.

I never saw the white line, ’til I was leaving you behind
I never knew I needed you ’til I was caught up in a bind
I never spoke ‘I love you’ ’til I cursed you in vain,
I never felt my heartstrings until I nearly went insane.

I never saw the east coast ’til I move to the west
I never saw the moonlight until it shone off your breast
I never saw your heart ’til someone tried to steal, tried to steal it away
I never saw your tears until they rolled down your face.

ya 1993, ya 1994… lise sondayım, eXpress sayesinde haberim olmuştu Tom Waits’den. ilk olarak, dediğim üzere, The Heart of Saturday Night‘ı dinlemiştim, arkasından da büyük bir şans eseri Frank’s Wild Years‘ı.. Innocent When You Dream, doğal olarak kafama fena vurmuştu.. iki sene sonra da Jarmusch gelmişti festivale, ne güzel günlerdi onlar.. Daha önce de yazmıştım, Tom Waits, müzikal dehasının yanında, ne yazık ki aktörlük kabiliyetinin 0 olduğu bir abimiz.. bir de şöyle bir olay oluyor, öylesine televizyonu açıyorum, alakasız bir şekilde, alakasız bir filmde Tom Waits’i görüyorum, dumur yaşıyorum.. dün de bengü’yle gilliam’ın ‘Fisher King‘ini seyrederken pat diye giriverdi adam görüntüye, ondan önce, cuma günü ben stiller’ın, geoffrey rush’ın filan oynadığı ‘Mystery Men‘ adlı abuk bir filmde gene gösterdi kendini.. ah ah! bir de ‘Cold Feet‘ dumuru var ki, hiç girmeyeyim!..

tom waits / fisher king

tom waits / mystery men

tom waits / cold feet

ayça şen, cem mumcu, can kozanoğlu, kanat atkaya, ntv

televizyon, televizyon, televizyon. cuma günleri ntv’de saat 23.00’de ayça şen harikalar diyarında programını keşfettik geçen hafta. ayça şen’i severiz biz, bengü daha çok sever aslında, radikal’de cumartesi yazılarını okuruz, eskiden, çok eskiden bir radyo programı vardı, olduğunu hatırlıyorum, sonra televizyonda da bir şeyler yaptı sanırım.. yarım saat sürdü, bienal’e giydirdi, cem mumcu’yla hınzır hınzır kikirdediler, eğlenceli bir programdı ama dediğim gibi, yarım saat sürdü. ondan sonra arka sayfa start aldı, bu yeni sezonun ilk bölümüymüş, yani daha önceden de varmışlar bir zamanlar ama haberim yoktu. Can Kozanoğlu ile Kanat Atkaya hazırlamışlar güzel güzel, keyifli bir sohbete daldılar. onları seyrederken sanki -diyelim- çetin bey ile gürer bey’i, ya da emir ile doğan’ı ya da mustafa’yı seyreder gibi evde hissettim kendimi (feels like home, ain’t it özenti bendeniz?).. ikinci yarıda perihan mağden’i çıkarttılar misafir bâbında, o da keyifliydi. güzel programlardı yani demek istediğim.. tavsiye filan..

ertesi gün bbcprime’da, strictly come dancing‘de lesley garret elendi, o komik dansları yapan çocuk kaldı. lesley garret’ı günden güne (daha doğrusu programdan programa) anlamsız bir şekilde sibel can’a benzetir olmuştum, entelektüalitem açısından elenmesi belki daha doğru oldu. vatan sağolsun.

pazar..

bugün pazar ve ben okuldayım. cuma günü, sevim hanım’ın bilgisayarına yeni sistem yüklemeye başlamıştım, o gün yetiştiremeyince, bugün gelip yarına hazır hale getirmeye uğraşıyorum. aslında iyi ki de okula gelmişim bugün, zira hüseyin’le karşılaştık, o da bugün kore’ye dönüyormuş, gitmeden önce bir kez daha görüşmüş olduk böylece.

bir yandan xp cd’sini yazarken, bir yandan da bu girişi yapıyorum. az evvel baktım, drawing of the three‘yi 13’ünde bitirmişim; dün de wastelands‘i bitirdim. bugün herhalde wizard and glass‘a başlarım. bundan sonrası bilmediğim topraklar..

alakasız olacak ama, BBCPrime’da harika bir program daha keşfettik. geçen hafta grumpy old men’i beklerken takılmış, sonrasında da grumpy old men’i unutmuştuk. program ‘strictly come dancing’, adından da anlaşılacağı üzere, dans yarışması. profesyonel dansçılarla ünlüleri eşleştirmişler, her hafta bir çift eleniyor. bu hafta lesley garret’ı ispanyol dansı yaparken görmek yeterince şaşırtıcı idi, ama haftaya samba yapacaklar! 8)

3 non-blondes

3 non-blondes, BBC Prime‘da cuma akşamları (22.30) (ve pzt geceleri (01.30)) yayınlanmakta olan nefis bir komedi programı. birbirinden esmer ve topluca 3 hanımın millete yaptığı şakalardan mürekkep. yalnız bizdeki ve şimdiye kadar gördüğüm diğer tüm kamera şakası programlarından farkı, bu bayanların sanatlarını icra ederken, karşısındakini rencide etmeyip, illa ki birileri rencide olacaksa kendilerinin bu görevi kabullenmesi. örneğin bu akşamki programda, otobüste giderken alarmı çalıyor ve ovulasyon evresine girdiğini fark edip, “i’m ovulating, can somebody please do me?” diye etrafından yardım istiyor! 8) başka bir tanesinde ise üzerinde “i’ve just come out” yazılı bir pankartla bağırıyor: “i’m a lesbiaaaan!”.. anlatmakla olmuyor, as usual..

3 non-blondes’dan sonra ise Steve Coogan’ın “I’m Alan Partridge”i başlıyor. Steve Coogan’ı ilk kez “24 Hour Party People”da Tony Wilson olarak görmüştüm ki, o film de şahane idi, Ian Curtis çok çok başarılı bir şekilde çizilmişti. İngilizlerrr! Geçen hafta ise, Jim Jarmusch’un “Coffee and Cigarettes”inde Alfred Molina ile seyrettim.. Gerçi 3-non blondes da, I’m Alan Partridge de 2002 yapımı — BBC Prime temcit pilavı olayında mı? diyecektim ki, Black Adder‘lar geldi aklıma: tamam, yok bir şey.. 8P