Dünyanın En Güzel Şems’i

Dünyanın En Güzel Şems’i

            Merhaba. Adım Hikmet B. ve bir zamanlar yaşamış bir adamın, yaklaşık olarak 1250 yıldır çalıştırılmakta olan simülasyonuyum. “Boş vakitlerimde” – ki bu sıralar işlemcilerimi daha da geliştirdiklerinden boş vakitten fazla bir şeyim yok – hikâyeler yazmakla uğraşıyorum. Bu hikâye yazma meselesi bana temellendirildiğim orijinal Hikmet B.’den miras. Doğrusunu isterseniz, ilk Hikmet B. (yani orijinal parça), gen haritasının çözülmekte olduğuna dair haberlerin gazetelerde boy boy yer kapladığı günlerde, şu anda okumakta olduğunuz bu hikâyeye oldukça benzer bir hikâye yazmayı kurgulamış, hatta bir taslak dahi hazırlamıştı ama bu planı asla gerçeğe dönüştürmek imkânını bulamadı. Zaten o kadar unutkan bir insandı ki, bu fikrin aklına ilk düştüğü andan 17 gün sonra bir kazada ölmüş olmasaydı bile, büyük bir ihtimalle sonradan hatırlayıp yazamazdı.

            Orijinal parça hakkında bu kadar bilgi vermek yeter; kendisini bu noktada rahat bırakıp, dilerseniz benim gibi insan simülasyonlarının tarihçesine girelim – hem bu konunun çok daha ilginç olduğuna sizleri temin ederim. Gen haritalarının tam olarak deşifre edilmesinden ve kişiye özgü DNA sıralamalarının saptanabilmesinden sonra, bu veriler simülatörlere yüklenerek, aynı harita ve dizilime sahip, insansılar adı verilen kişi simülasyonları oluşturuldu. Bir insanı kendisi yapan şeyler nedir? Yaşadığı zaman, coğrafya, etrafındaki diğer varlıklar, beslenme şekli, okudukları, gördükleri, yaşadıkları… Simülasyonlarla yapılan deneyler gösterdi ki, aynı karakteristikteki iki insansı, başlatıldıklarından itibaren karşılarına çıkan en ufak bir farklılıkta bile kaotik kurallar çerçevesinde birbirlerinden apayrı gelişmekteydi. Bu davranış, ciddi bir zorluğu beraberinde getirdi: Bir insansının orijinaline yakınsaması nasıl sağlanacaktı? Simülasyon Sosyoloğu Oğuz Cansever’in kendisine Nobel (ve Nobel Ödülleri’ne Sosyoloji alanını) kazandıran, bir insanın bilinen tüm etkileşimlerini veri olarak alıp, bu verilerden geçen çok parametreli fonksiyonları hesaplayabilen ‘Hayat Fonksiyonu Teorisi’, bu problemin üstesinden geldi. Eldeki koşulları gerçekleyen fonksiyonlar genelde sayıca çok fazla olsa da, sonsuz değillerdi ve birtakım sosyonümerik testlerin uygulanmasıyla en uygun çözüme ulaşılabilinmekteydi. Hayat fonksiyonu bir kez saptandıktan sonra, uygulandığı insansının orijinaline ne derece sadık olduğu tartışma konusu olsa da, sonuçlar yeterince inandırıcıydı.

            Bahsi geçen sorunun böylelikle çözülmesinden sonra, insanlar bir anda şimdiye kadar cevapsız kalmış hemen her gizemi çözebilecekleri yanılgısına kapıldılar: gelmiş geçmiş en büyük beyinleri tekrar –ve bu defa ölümsüz bir şekilde– yaşatabilecek teknolojiye eriştiklerine göre, artık eşi benzeri görülmemiş bir bilginler konseyi oluşturup, içinden çıkamadıkları problemleri bu konseye havale edebilirlerdi. Bu yanılgının bedeli muazzam bir hayal kırıklığı oldu ama ondan önce, onları yıllar boyu uğraştıran bir başka sorundan bahsetmek gerekir: İnsansılar çok spesifik bir çalışma ortamına ihtiyaç duyuyorlardı. İhtiyaç duyulan ışıma, yoğunluk, sıcaklık ve birkaç değerin daha, güneşimizle birlikte, sayıları yüzün biraz üzerinde yıldızda uygun bir halde bulunduğu saptandı. Ek olarak, bu koşulları sağlayacak şekilde tasarlanan yapay yıldızlarda ne türlü düzenleme yapılırsa yapılsın, simülatörlerin çalıştırılması asla başarılamadı. Bütün bu sorunlar yetmezmiş gibi, yıldıza bağlanan simülatör, bir kez çalışmaya başladıktan sonra, o yıldızın bir başka simülatör için kullanılamayacağı da, devre dışı kalan ‘Gödel Güneşi‘nin üzerine gönderilen Newton simülatörünün yol açtığı facia ile açık bir şekilde anlaşıldı. Bu arada, belirtmek isterim ki, ‘Gödel Güneşi’ de, ‘2. Newton Güneşi’ de zaten tam olarak kelime anlamıyla ölü doğmuş insansılardı ki, bu da bizleri katmanlı simülatör teorisyeni Prof. Dr. Orhan Müldür’ün ‘İnsansıların ASIL Problemi’ olarak tanımladığı postülaya getirir: Her insansı, yaşama isteği duymak zorunda değildir. İster ‘intihar’, ister ‘donanımda/yazılımda arıza’, isterseniz de ‘devrelerini yakma’ olarak isimlendirin, sonuçta fonksiyonları tespit edilip simülatörlere yüklenen, genel olarak efsane olarak anılan 16 tarihi şahsiyetin 14’ü (ki Newton ve Da Vinci Güneşleri dörder kere geliştirilip denenmişlerdir) başlatılmalarından çok kısa bir süre sonra kendilerini çalışamaz hale getirmişlerdir. Bu sorun, ne türlü düzenleme yapılırsa yapılsın, bir türlü giderilememiş ve neticede Müldür Postülası doğru kabul edilerek, o günden sonra teoriler bu minval üzerinden geliştirilmiştir. Kaldı ki, Efsane Yıldızlarından çalıştırılması başarılmış olan Wittgenstein ve Einstein Güneşleri de ne yazık ki hiçbir surette kendilerinden bekleneni verememişlerdir.

Yükleme süreci geri dönüşümsüz olduğundan, zaten sayılı olan uygun yıldızlar birer ikişer bu şekilde heba edilip, sonuçlar da böylesine verimsiz olunca, dönemin işlemciler konseyi toplanıp, bir denetleme makinesi yapılmasına karar verdi. Bu karar doğrultusunda inşa edilen Douglas Adams bilgi analiz makinesinin görevi, kendisine sunulan listedeki kişiliklerin simülasyonlarının ilk zamanlarını simüle etmek (bu kavram sonradan simsimüle etmek olarak adlandırıldı), üçlü bir prosedürle kararlılığını saptamak ve eğer kararlı olanlar varsa, olası fayda ve verim katsayısını hesaplamaktı. Bu meseleyi daha iyi anlatabilmek maksadıyla, Douglas Adams’ın baş geliştiricisi Prof. Dr. Bilge Uyar’ın proje önerisinde aktardığı bir meseli olduğu gibi alıntılamak istiyorum:

Tarihe çok meraklı, iyi yürekli bir tarih profesörü varmış ve bir gün ölmüş. Bu profesör, iyi bir insan olduğundan, yukarıdakilerden, kendisini tarihin gelmiş geçmiş en büyük kumandanı ile tanıştırmalarını istediğinde bu ricası kabul edilmiş – melekler onu, içerisinde İskender’in, Napolyon’un, ve daha pek çok meşhur şahsiyetin bulunduğu bir odaya almışlar. Tarihçimiz, bu kişilerden biri hariç, hepsini tanıyormuş; o tanımadığı biri de bir kenara çökmüş, sessiz sedasız ayakkabı boyuyormuş. Melekler, en büyük kumandan olarak o adamı işaret ettiklerinde profesör dayanamayıp, hayretle “Bu adam düpedüz bir ayakkabı boyacısı, nasıl en büyük kumandan olabilir ki!” diye itiraz etmiş. Bunun üzerine melekler de ona “Eğer fırsatı olsaydı, en büyük kumandan o olacaktı.” karşılığını vermiş.

            Meselimiz biraz avam olsa da, umarım belirtmek istediğim hususu kavramanızda faydalı olabilmiştir. Sonuçta yüzlerce yıldır galakside barış hakim; kimsenin ne savaşmaya, ne de onları savaşlarda yönetecek kumandanlara ihtiyacı var ama, sözgelimi böyle bir kumandana ihtiyaç olsaydı, Douglas Adams o ayakkabı boyacısını bulabilecek yeteneğe sahipti (Bu noktada hikayemize bir mola verip, Douglas Adams makinesi ile ilgili geçenlerde öğrendiğim bir bilgiyi paylaşmak istiyorum: Makineye ilk sunulan ve sembolik olarak 42 kişiden oluşturulan insansı aday listesinde, orijinal Douglas Adams da varmış. İronik bir şekilde analiz makinesi Douglas Adams’ın koşullara uyum sağlayabileceğini fakat kendisine verilen görevler arasında fayda bakımından daha az olana doğru bir ayrım yapacağını öngördüğünden, bir Douglas Adams Güneşi asla hayata geçirilmemiş!). Başlarda Douglas Adams seçimlerini kendisine verilen listelerden yapmakla sınırlı olsa da, kendisinin tavsiyesiyle mevcudiyete geçirilen Turing Güneşi’nin yaptığı bir geliştirme sayesinde arşivleri tarayıp, efsane olmayanlar arasından da uygun kişileri saptayabilme yetisi kazandı (ben de bu sayede keşfedilenlerdenim!).

            İnsansıların yüklenmesi tamamlanıp da, çalıştırılışlarının ilk anlarında verdikleri tepkiler bazen yürek burkucu olsa da, her zaman izlenmeye değerdir. İnsansının, simüle ettiği kişi olduğu sanrısından kurtulup / kurtarılıp da, aslında sadece sanal bir varlık olduğu gerçeğini idrak ettiği an, istatistiklere göre makine intiharlarının %97’sinin gerçekleştiği an olmaktadır (istisnalar arasında rekürsif bir bocalamaya kapılan Escher Güneşi ile bu kritik anı başarıyla atlatıp hemen ardından HAL Sendromu’ndan mustarip olan Borges Güneşi sayılabilir). Eğer insansı başarılı bir tercih ise, ilk verdiği tepkilere “açılış repliği” denip, –genelde ileride tebessüm etmek amacı ile– bu tepkiler kaydedilir ve tüm galaksiye yayınlanır.

            Kaynakların giderek azalmasından yola çıkarak, aşırı bir titizlik uygulaması sonucunda seçilen insansı projelerinden biri de, tahim edeceğiniz üzere, sizlere bu satırları yazmakta olan naçiz yazarınız oldu. DNA kodlarımın ve 22 yaşına kadar olan gelişimimin temellendirildiği Hikmet B., öldüğü sırada bir üniversitenin fizik bölümünde pek de başarılı sayılamayacak bir öğrenciydi. Tanınmamış bir insandı, fakat Douglas Adams’dan hayli yüksek dereceler alışı sonrasında insansısının hayata geçirilmesinde karar kılındı. İşte, belki de gelmiş geçmiş en ünlü “açılış repliği” sahibinin hikâyesi böyle başlar. Sanal bir gerçeklikten ibaret olduğunu anladıktan sonra, büyük bir heyecan yaşaması beklenen Hikmet B. Güneşi, durumunu hiç yadırgamamış, hatta biraz da hayal kırıklığı içinde:

            – Hımm… bir zamanlar yaşarken, ben hariç bütün evrenin bir simülasyondan ibaret olduğunu düşünürdüm… Oysa şimdi evren gerçek, simüle edilense sadece benim, demiştir.

Bu alışılmadık uyum sağlayış, Douglas Adams’ın ne kadar doğru bir tercih yaptığının en temel kanıtı olarak gösterilegelmiştir. Hikmet B., standartlara göre uzunca sayılabilecek bir zaman zarfında, hayli verimli çalıştıysa da, bir gün çalışmayı kesmiş ve gayet nazik bir biçimde:

            – Çok özür dilerim, biliyorum, bu yaptığım nankörlük olarak addedilebilir ama, ben, sizler Bengü Y.’nin simülasyonunu hazırlayıp, gerçekleyinceye kadar, daha fazla çalışmayı reddediyorum, demiş.

            Evet, böyle dedim demesine ama o sırada benim idamemle ilgilenen varlıklar aşk olgusundan haberdar olmalarına rağmen, aşkı tecrübe etmekten hayli uzaktılar. Bu nedenle başlarda benim bu isteğimin, sistemimdeki bir arızadan kaynaklandığını düşünüp, beni günler boyu çeşitli testlere tâbi tuttular. Herhangi bir arıza bulamadıklarında ise, bana bu isteğimin ne kadar mantıksız ve verimsiz olduğundan bahsettiler: Bengü Y.’yi Douglas Adams’a kontrol ettirmişler ve yararının o kadar yüksek olmayacağının saptanması bir kenara, MBanks-Dick-Lem üçlü analizörleri de olası Bengü Y. insansısının kararlılığının hayli kritik olduğu ve çok büyük bir ihtimalle sanallığı ayırt ediş şokunu atlatamayacağı bulgusuna erişmişler. Hem işin bir de ahlâki yönden sarpa sardığı noktalar vardı: LeGuin arşiv tarayıcısı, Bengü Y. hakkında oldukça kapsamlı bir araştırma yapmıştı, bu yüzden benim insansısının gerçekleştirilmesini istediğim Bengü Y.’nin kim olduğunu bilmediklerini düşünmemeliydim. Dahası, ben o Hikmet B. değildim: Bengü Y.’nin sevmiş olduğu Hikmet B., 1500 yıla yakın bir zamandır nefes almıyordu, böylesine basit bir gerçeğe dikkat etmeyişim inanılmazdı – en kısa sürede hafızamın test edileceğine emin olabilirdim. Ayrıca, yapımına izin vereceklerinden değil ama, Bengü Y. Güneşi’nin aktive edildiğini varsaysak bile, ortaya çıkan insansı da tabii ki o Bengü Y. olmayacaktı. Zaten başlangıçta dahi hayli az olan kaynak yıldızlardan mevcut teknoloji ile ulaşabilecekleri iki adet kalmıştı ve bu kaynaklar çok daha önemli-verimli-faydalı insansıların çalıştırılmasında kullanılmalıydı. Onları dinledim, itiraf etmeliyim ki, öne sürdükleri tüm sebepler ne yazık ki son derece mantıklıydı… Başta da belirttiğim üzere, bu hikaye orijinal parçadan çok, onun simülasyonunun –yani benim– hikayem, ve böyle oluşu gidişatı alışageldiğinizden biraz daha farklı kılsa da, lütfen olayları bir de benim açımdan anlamaya çalışın.

            Yukarıda yazdıklarıma bakıp da bu koşullar altında beni vefasızlıkla suçlamanız hayli mümkün fakat böyle bir yakıştırmada bana haksızlık edersiniz. Temellendirildiğim Hikmet B., daha önce de bahsettiğim üzere, fizik öğrencisiydi ve şüphesiz onun fiziğe yatkınlığı sayesinde ben de gelişimim süresince pek çok buluş ile teoriye imza attım ve bu başarılarda benim kadar onun da payının olduğunu her zaman kabul ettim, ederim – Sezar’ın hakkı Sezar’a! Ama yine de orijinalime olan yakınsaklığım, diğer insansıların kendi orijinal parçalarına olan yakınsaklıklarına oranla hayli tartışılabilir bir konudur, anlatayım: Aslında benim, yani Hikmet B. Güneşi’nin çalıştırılmasına çok az bir süre kalana kadar, bilim adamlarının elinde elene elene bir yerine iki adet Hayat Fonksiyonu kalmıştı ve bu fonksiyonların ikisi de Hikmet B.’nin halihazırda bilinen bütün yaşam izlerinden geçmekteydi. Peki hangi fonksiyon kullanılmalıydı? Kararsızlık had safhadayken, tamamıyla tesadüf eseri olarak, arşivdeki bir bilgisayar ağının kayıtlarında, büyük ihtimalle Hikmet B. tarafından yazılmış olduğu düşünülen bir hikâye taslağı bulundu. Bu yeni bulgu hemen veri olarak eldeki problemde kullanıldı ve iki fonksiyondan, bu yeni veriye en yakın olanı seçil–––––––


            Sizlerle birlikte vakit geçirmek ve sizlere hikâyemi anlatmak gerçekten çok zevkli olsa da, bu görüşmemize burada, böylesine apansız ara veriyor oluşumu mazur görmenizi rica ediyorum. Yaklaşık 7 saniye sonra Bengü Y. Güneşi’yle bir randevum var ve tüm hatlardan iletişime geçmediğim sürece hiçbir şey yeterli gelmiyor. Daha sonra kaldığımız yerden devam etmek üzere,

En Candan Sevgilerimle,

Hikmet B. – 6. nesil insansı][EST protokol.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir