(ya da: shaken, not stirred)
“A Beautiful Mind” filminin bonus malzemelerinden birinde, filmde kullanılan özel efektlerden bahsediliyor. İlgili videonun, 5. dakikasından itibaren de, “güvercin ve kız” sahnesine yer veriliyor. Filmde, özel efektlerin kullanımı kendi başına epey ilginç – vaktiyle okuduğum Star Wars kitaplarından birinde (Heir to the Empire – Timothy Zahn) “General” Han Solo, tehlikeli bir adamla buluşmaya bir bara gider, adamla konuşurlar ederler, kalkarken adam Han Solo’ya der ki “sivil korumaların çok bariz idi, daha dikkatli olmalısın..”, Han da, “haklısın kardeş, ne yapalım, idare etmeye çalışıyoruz…” mealinde bir şey söyler, o “gizli” korumalara işaret eder, onlar da oturdukları masadan kalkarlar, hep birlikte mekanı terk ederler. Onlardan çok sonra, “asıl” gizli korumalar da masalarından kalkıp giderler. Filmdeki özel efektler de bu minvaldeydi, iki üç tane kör gözüme parmak efekti görünce insan burun kıvırıyor ama işte, bu girişte -konudan sapmamayı becerebilirsem- paylaşacağım örnekte olduğu gibi, esas oğlanların farkına bile varmıyoruz (eskiden, ben ilkokuldayken, “Balance of Power” diye bir oyun vardı, onun yazarı demişti: “Oyunun gerçek dünyadan eksikliklerini fark etmeye başladığınızda, oyun amacına ulaşmış olacaktır” deyu. Bir de klişe “Tanrının mükemmeliyetinin en büyük kanıtı ateistlerin varlığıdır.” hedesi).
İşte geçen gün tramvayda giderken (Prag tramvaylar şehri), aklıma geldi o sahne. Hani bu nacizane yazarınız (yours truly) kafayı pek bir takmış durumda ya şu “sanal ne, gerçek ne?” muhabbetine, ondan kelli, hoş bir farkına varış oldu, anlatayım, şöyle ki: (artık gerçek bir adamın hayatından aktarılan film ne derece spoil edilir, bilemem ama) şimdi John Nash şizofreniden muzdarip ya, buna bağlı olarak gerçekte olmayan kişilerle haşır neşir oluyor, işte bu kişilerden biri de Marcee adında, bir arkadaşının yeğeni olan küçük bir kız (ki aslında yok öyle biri). Filmi seyrederkden insan (ben) farkına varamıyor, Marcee’nin ilk göründüğü sahnede, Marcee bir parkta, güvercinlerin arasında neşe içinde koşuyor ama güvercinler ürküp koşmuyor (çünkü aslında yok öyle bir kız). Gayet ince, gayet de güzel bir detay (ama gelin görün ki, benim takdirim için visual effects for dummies takdimine ihtiyaç duyuluyor). Peki, görsel efekt, güzel, hoş ama işte bu noktada -benim için en azından- bir güzellik daha vuku buluyor: Filmde kız sanal, güvercinler gerçek. Halbuki gerçek dünyada (i.e. filmin çekildiği ortamda) kız gerçek, güvercinler sanal. Film, gerçekliği tersine çeviren bir aynaya dönüşüyor.
Yazmak istediğim diğer şeyin bunlarla hiç alakası yok ama kısa bir şey olduğundan onu da bu girişe dahil edeyim: Vaktiyle (2005’te) NTV’de Can Kozanoğlu ile Kanat Atkaya’nın hazırlayıp sunduğu, “Arka Sayfa” adında leziz bir program vardı. Hele de bir önceki cümlenin bağlantısında bahsettiğim Perihan Mağden’li olan bölüm nasıl keyif doluydu! Enternete baktım, birileri belki bir ihtimal bir yerlere koymuştur kaydını diye, yok, birileri koymamış ne yazık ki (belki -çok düşük ihtimal- bizde duruyordur kopyası, eve dönünce bakayım ama çok çok düşük ihtimal). Neyse, arada aklıma gelir “X ne yapıyordur acaba şimdi?” diye düşünürüm; bugünkü o X, Can Kozanoğlu idi işte. Ne yapıyordur acaba şimdi? Hayır, internete sormayacağım, böyle birinin ne yaptığını merak etmek vesilesiyle onu yad ediyor olmak da başlı başına güzel bir duygu/olgu.
İyi geceler, Emre Sururi ve 40 Haramiler.
Duymuşsunuzdur, duymamışsınızdır ama öyle ama böyle, Florence+the Machine’in ikinci albümü çıktı sonunda. Heyecanla bekliyordum, sonra beklerken uyuyakalmışım, hemşirem Anda’nım sağolsun, vaziyete uyandırdı beni, bir heves edindim, dinledim hemen.
Mesela Zooey Deschanel, “She & Him” ikilisini vücuda getirdiği grubuyla 2 sene aralıkla, birbirine çok benzeyen iki albüm çıkardı, ilkinin adını “Volume 1”, diğerinin adını da “Volume 2” koydu, bütünlük sağladı, biz de aferin dedik, zevkle dinledik (yılları kontrol etmek için Wikiciğime gittiğimde az evvel (24 Ekim 2011) bir
Beth Orton ile şimdi hatırlamadığım bir şekilde tanıştık. Kendisi orta yaştan hallice, çok tatlı bir hanım. Şimdi tam benim tipim yazıp da başımı belaya sokacak değilim ama sonuçta minyon, kızıl, çilli ve de yeşil gözlü, wispish, impish, elvish hanımlar da daha bir (pek!) sevimli oluyor, yalan mı? İşte ben de Beth Orton’u kliplerinde zevkle izliyorum izlemesine de, pek de dinlediğimi söyleyemeyeceğim, hatta genelde sesi kapatıyorum (sesi kötü olduğundan değil ama şarkıları beni pek açmıyor). Yine de, ucundan azıcık azıcık dinleyerek başladığım son dönem şarkılarından “
$izoSuru vesilesiyle bu indie dalgasına karıştığımda, Fierry Furnaces adında bir gruptan da haberdar olmuş, ammavelakin açık söyleyeyim, pek beğenmemiştim. Sonra Georgina (ki canı çok sıkkın değilse her gün bir şarkı yollar facebook’a / benim twitter hesabına) Eleanor Friedberger diye birinin “
Up All Night, sadece Will Arnett için bile seyredilir sanıyorduk, yokmuş öyle bir şey, Will Arnett gibi sonsuz bir ferahlık absürdite awkwardness şelalesini fıskiyesini harcamışlar, e ben daha ne diyeyim… Christina Applegate ne yazık ki istikrarlı düşüşünü sürdürüyor (poffidi poff… taa kaç sene evvel (20) Married… with children’da oynarken ettiğim evlenme teklifini kabul edecekti, bak şimdi ne oldu (dönsen bile dönsen bile bulamazsın beni bende…)). Bu arada, Arrested Development geliyor — 1 sezon + film olarak, darmadağın olacağız. Kocasından bahsediyorken, hanımına değinmezlik olmaz: bugün, posta kutumda amazon.de’den bir mektup buldum, “Jetzt neu: “Pawnee: The Greatest Town in America” von Leslie Knope” diyordu, artık nereden öğrenmişse zaaflarımı (
Bakayım bir daha, neler vardı… Free Agents ya. Bilirsiniz, bilmezsiniz, İngiliz dizilerinin Amerikan adaptasyonları tutmaz. Bir tane istisna vardır, o da “Office” bunu da dünya alem bilir (Episodes’da da bahsi geçer). Bunun yanı sıra uyarlama olduğu halde tutmuş iki dizi daha vardır – biri İsrail’den gelen (gerçi o da 3. sezondan sonra iptal edildi ya, ama neyse) “In treatment”, diğeri de Avusturalya’dan “Wilfred” (iti). In treatment’ın senaristini bizzat getirmişlerdi, Wilfred’ın itini. İt yazınca, aklıma geldi, IT Crowd da başka bir ülkede uyarlanmış fakat tutmamıştır, bilin bakalım hangi ülke? Hayır, bilemediniz, doğru cevap ALMANYA!!! olacaktı! ALMANYA! 30 Rock’ta Alman sitcom’ları vaktiyle süper bir şekilde işlenmiş idi (

As you might (or might not) know, I have an honorary sister for quite a long time. Even though her name is Neslihan, I used to call her Ece but after my daughter was born and was also named Ece, things got a little bit complicated and we had to switch back to the real name basis again.




After two years, we moved to Spain and departing away from them was the worst part of the whole deal. They came to our visit shortly after but we just can’t get enough of them, and after that visit, they also moved outside the country to California, USA, and now it’s an ocean apart.



