günlerin köpüğü…

Boris Vian mutlu biri miydi acaba? Bazen öyle olur, mutsuz insanlar mutlu görünürler ama mutsuz şeyler yazarlar. Sonuçta, olumsuz bir özelliğe sahip olan biri olumluymuşçasına davranabilir, Schopenhauer’e göre de zaten kötü olan şeyler (hastalık, açlık, mutsuzluk), aslında normalde olanın yokluğudur, eksikliğidir – zaten tam da o yüzden çoğu kez varlıklarında farkında olmayız bu iyi şeyler.

Ben pek mutlu olamıyorum bu aralar. Malesef. Konu yine yaz okulu: bir dolu zorlukla boğuştuktan sonra, en son ortaya çıkan bütçe açığımızı da Hacettepe sayesinde yemek üzerinden halletmiş idik. Hal böyle olunca yemek haricindeki diğer kalemleri eldeki kaynaktan karşıladık, son gün yemeğin faturasını kestirdim, Ankara’ya döndüm. Faturalar bürokrasiye takıldı, iki ayrı fatura kestirmiştik (yemek ile ders aralarındaki kahve+kuru pasta ikramları), tek fatura olacakmış. Rica minnet özür dileyerek, o faturaları iptal ettirip, okulun istediği şekilde tek, "terkifat"lı yeni bir fatura yazdırdık. Perşembe günü BAP’a teslim ettim, bu sefer kabul ettiler, bir de tutanak hazırladılar, cuma günü onu imzalatıp öğleye doğru geri verdim ve o gün öyle derin bir "oh…" çektim ki, okulun bütün yorgunluğu aktı gitti üzerimden. Ece’yle okulun havuzuna gittik, güzelce yüzdük, eğlendik. Çıktığımda BAP’tan cevapsız arama, açıklamalı mail, sorun var.

Tamamıyla bürokratik bir sorun çıktı: bütçe kalemin türünün nasıl yazıldığına bağlı olarak KDV’deki değişimin farklı olması, elimiz kolumuz bağlı, BAP’takiler de benim kadar üzgün farkına varamadıklarından işlemler o şekilde başlamış, yürümüş, onaylanmış, tam bir çıkmaz sokak. Ne yapacaklarını bilemiyorlardı, o akşam o ofisteki bizim projeyle ilgilenen herkesin yüzünden düşen bin parça, benim sıkıntılar misliyle geri gelmiş, bunaldım, daraldım. BAP’takiler de sağolsunlar, bu desteğin ivedilikle çıkması için canla başla çalışmışlardı ama işte çıkıyor bir yerlerden bir sorun. Tecrübesizlik (en başta yemek kalemi yerine konaklama kalemini göstermiş olsa idik, hiç ama hiçbir sorun olmayacaktı / ama o zaman yemeği tercih ettik çünkü konaklamaya ön ödemede bulunmuştum — daha böyle kaç tane "şöyle yerine böyle yapmış olsaydım…"lar var önümde dizili).

Sonuç: Yarın strateji birimi ile görüşüp onlara durumu anlatacağım, bir umut, bir çözüm için danışacağım. Cumadan beri bir karabulut, bir gamlı baykuş… Her şeyin hayırlısı diyelim, dileyelim.


but he has one compensation

She embarked upon a conversation which, I gathered from her tone, was of a facetious and even flirtatious character. I did not pay much attention, and since it seemed to prolong itself I began to meditate upon the writer’s life. It is full of tribulation. First he must endure poverty and the world’s indifference; then, having achieved a measure of success, he must submit with a good grace to its hazards. He depends upon a fickle public. He is at the mercy of journalists who want to interview him, and the photographers who want to take his picture, of editors who harry him for copy and tax-gatherers who harry him for income tax, of persons of quality who ask him to lunch and secretaries of institutes who ask him to lecture, of women who want to marry him and women who want to divorce him, of youths who want his autograph, actors who want parts and strangers who want a loan, of gushing ladies who want advice on their matrimonial affairs and earnest young men who want advice on their compositions, of agents, publishers, managers, bores, admirers, critics, and his own conscience. But he has one compensation. Whenever he has anything on his mind, whether it be a harassing reflection, grief at the death of a friend, unrequited love, wounded pride, anger at the treachery of someone to whom he has shown kindness, in short any emotion or any perplexing thought, he has only to put it down in black and white, using it as a theme of a story or the decoration of an essay, to forget all about it. He is the only free man.

W. Somerset Maugham, detail from "Cakes and Ale"


Ha Robert Vaughn, ha Maugham, ne fark eder? 😛

hazır vakit bulmuşken…

Günaydın, az evvel (6:05) Maia için arayıp, hangi havaalanına götürüleceğini sordular (Atatürk Havaalanı). Ben de yatağa dönmedim bir daha. Yatakla bir haftadır küsüz zaten, sebep? Efendim, şimdi biliyorsunuzdur, bilmiyorsunuzdur, bu aralar kristallografi üzerine bir yaz okulu düzenliyoruz (bugün son resmi günü): CRYSTR2015 – Second Balkan School on Fundamental Crystallography and Workshop on Magnetic Symmetry. Resmi olarak geçtiğimiz pazartesi başlasa da, ondan önceki perşembe Sibel ile İstanbul’a geldik, cuma & cumartesi İTÜ’de son kontrolleri yapmakla geçti (okulu İTÜ’de düzenliyoruz, İTÜ Enerji Enstitüsü’nde). Bir dolu kaygım vardı, okul inşallah kazasız belasız bitene kadar da olacak tabii ki daha da kaygım ama çok şükür her şey rast gitti. Geçelim hikayesine: Evvelki sene (2013 Eylül – Ekim arası) bir kristallografi okulunda hocalık yapmak üzere Sofya’ya yola çıktım, bizden Cem, Sibel, Mustafa ve Emin vardı, bir de Hacettepe Üniversitesi’nden Damla diye bir arkadaş katılıyormuş, bu vesileyle onunla tanıştık. Bulgaristan’daki okulda Massimo ile Mois de vardı, zaten teklif onlardan gelmişti; Mois’in ta İspanya’dayken bahsettiği bir bayan vardı (Rositsa), onlar düzenliyorlardı okulu. Bir tane de ders anlatırken Gemma’nın çektiği müthiş bir videom vardır, gül gül katılırsınız, onu da koyayım bari buraya (becerebilirsem). İşin özeti, bizi krallar-kraliçeler gibi ağırladılar, ellerinden geleni ardlarına koymadılar sağolsunlar. Biz de daha dönüş yolunda, "benzer bir etkinlik düzenlesek ne güzel olur" diye düşündük, dönünce hazırlıklara başladık yavaştan. Yer olarak uzunca bir arayışın sonunda Tuğrul Hoca’nın Marmaris/Turunç’taki ITAP‘ını (Teorik ve Uygulamalı Fizik Enstitüsü) bulup, karar kıldık. Hesapta geçen eylül-ekim gibi yapacaktık ama "okulu madem deniz kenarında, dünya güzeli bir coğrafyada yapıyoruz, o halde biraz daha bekleyip seneye yaz ortasında yapalım, çocuklar da denizin tadını çıkarırlar" (bu cümledeki "çocuklar", ekseri doktora öğrencisi, biraz da master / post-doc arkadaşlar için kullanılmıştır bu arada) dedik, (2014) kasım ayında tekrar açmak üzere projeyi buza koyduk, o civarda da hakikaten çözülmeye bıraktık.

Organizasyon zor işmiş ama bizim gibi tembel adamlar sözkonusu olunca, iyice zor oluyor. Bu arada ITAP İTÜ’ye taşındı, iyi de oldu zira Marmaris’te olsa hem epey daha pahalıya çıkıyordu, hem de ulaşım çok zorluyordu. 30 öğrenci belirlemiştik, başvurular da o civarda oldu, 32 kişi yaptık nihayetinde. Mois geldi, Manu geldi, Rositsa ile Bobby geldi. Her şeyi son dakikaya getirdik doğal olarak (bunu marifetmiş gibi söylemiyorum bu arada). Tolgacığım, canım benim sağolsun, İTÜ yurtları ile konuştu, yemek işini Tuğrul Hoca ile hallettiler, yer sorunumuzu çözdüler (Enerji Enstitüsü). Tarihlerde sorun yaşadık biraz da: 13-19 Temmuz olarak belirlemiştik, geriye çekemedik zira Massimo ile Mois’in (yoksa Manu’nun muydu) başka bir yerde olmaları gerekiyordu, ileriye de alamadık çünkü destekçilerimizden Uluslararası Kristallografi Birliği (IUCr) ile Avrupa Kristallografi Derneği’nin (ECA) ağustosta kendi toplantıları (ECM) vardı ve o toplantının bir ay öncesi ile bir ay sonrasında arasında kalan zamanda düzenlenen toplantılara destek vermiyorlardı (müşteri kızıştırmamak adına). Böyle böyle diye diye, 7 günlük okulun ilk 4 gününü Ramazan ayıyla, son 3 gününü de bayram ile çakıştırma üstün başarısını(!) göstermiş olduk.

Bütçe aşağı yukarı kendini dengeliyor görünüyordu, sonra okulun başlamasına yakın (~ 1 ay), kayıtlar artık tamamlanınca, bir bakalım dedik, epey hallice bir açık vermişiz, onun haklı paniğini yaşadık (bağlantıyı bulmak için gidip baktım da, e zaten o girişte anlatmışım epey). Süheyla Hocam sağolsun, hemen devreye girdi, Hacettepe’ye bilimsel toplantı düzenleme desteği için başvurduk, tabii program, katılımcılar, hocalar hepsi hazır olunca, başvurma süreci daha da kolay oluyor. Oradakiler de sağolsunlar, hemen incelemeye aldılar bizim başvurumuzu, istediğimiz bütçe kalemini (okulun bütçesi maksimum destek miktarının yaklaşık 3 katı olduğundan, sadece yemek kısmını kalem olarak yazmıştık), canla başla çalıştılar (hem şaşırdım, hem de çok ama çok sevindim onların bu şevkine, tekrardan sağolsunlar), işleme koydular. 

İşte biz de İstanbul’a geldik, Tolga bir başka konferansa katılmak üzere Roma’daydı, ondan onun ofisin anahtarını aldım, bir haftalığına "fahri İTÜ’lü" oldum: Neşe Hoca’yla karşılıklı ofisimiz oldu, eski arkadaşlar, hocalar (Emanullah Hoca dekan olmuş arada, onunla da hoşbeş ettik sağolsun), Bengü (İTÜ yıllarından arkadaşım olan Bengü) ile de buluştuk fırsat buldukça, ne iyi oldu.

Bu organizasyon için tanıştığımız / karşılaştığımız / iletişime geçtiğimiz herkes bütün iyi niyeti ile yardıma koştu — enerji enstitüsü kapılarını açtı, ama nasıl bir açış, ne kadar iyi insanlar; yemek işi için Ankara’dayken zar zor, epey tartışmalı anlaştığımız Okyanus Kafe’ye gidince, onlar bizi, biz onları görüp sevdik, bir görüşme 10 bin telefon / yazışmaya bedelmiş, o ortaya çıktı. Her şey çok şükür çok rast gitti, inşallah böyle de devam eder.

Her gün Mois ile Manu’yu görmek çok güzeldi, Bengü de izin alabildi, Stefka ile Helga’yı (ve kendini) alıp İstanbul’u gezdirdi. Herkes çok yoruldu, yoruluyor ama keyifler yerinde. Bu akşam veda yemeğimiz var, yarın da hemen herkes memleketine dönüyor. Bir haftadır günlük ortalama 4 saat uykuyla motoru çalıştırıyorum, ama heves var, her şey çok iyi olacak inşallah – ha ha, şimdi uyandırma alarmım çaldı (7:12), artık kalkayım bari. 8)

Haydi hoşçakalın, güzel bir gün olur inşallah! İyi bayramlar!

 
Şimdi resmi gönderince aklıma geldi: öğrencim Nadire bir türlü Bengü ile bunca yıldır bir türlü tanışamadıklarından dem vururdu, bu okul vesilesiyle bir anda hemen tüm sülale (Bengü, Ece, annem, ağabeyim, eşi, yeğenim) ile görüştü 8)

Bu da ben (Futurama / Slurm / McKenzie):

Şu 2013’teki okuldaki videoyu da sonra halletmeye çalışırım…Neyse, çok da uğraşmayayım, facebook’dan ref verilebiliyormuş. Videonun anahtar kelimeleri "Eller, eller, eller" (Yıldırım Gürses vurgusuyla) + Barış Manço Nick the Chopper.

İyi insanlar…

   

Soldaki 2013 Sofia, sağdaki 2015 Ankara. Bugün Sibel, ben, Ece İstanbul’a vardık. Okul (http://www.cryst.ehu.es/crystr2015/) bu pazar günü başlıyor hayırlısıyla. Bir sürü güzel insan tanıyorum, ne mutlu bana (darısı başınıza)! Haydi hayırlısı (ilgilenenlere not: daha hala dertler tam/kesin olarak bitmedi ama göreceğiz bakalım (buraya da yazarım iyi haber çıkarsa)).

Google’dan günün sürprizi, anlam ve ehemmiyeti üzerine…

(aka "breh breh…")

Vaktiyle, insanlar daha interneti pek bilmezken, Şener Şen (ŞŞ) Pamukbank’ın reklamında oynarken (ve doğal olarak Pamukbank varken), bir reklam filminde ŞŞ kart mı alıyordu, SMS mi alıyordu, işte doğum gününü kutlayan otomatik bir mesaj eline geçiyordu sonuçta. Etkilenmiş bir şekilde kameraya dönüp, "Vay be! Tamam, otomatik olarak kutlanıyor ama bir düşünün, bu kadar müşterisinin doğum gününü fark edip onlara otomatik mesaj gönderen sistemin karmaşıklığını, büyüklüğünü.." filan diye, son derece boş, eli klavye tutan her insanı Pamukbank’tan soğutan bir yorumda bulunuyordu. Bize de doğal olarak "peeeeh, kara cahiller!" demek düşüyordu.

[Enter the dragon, enter 20 küsür yıl sonra]

Ece’yle sabah okula geldik, bilgisayarı açtım, browser’ı açtım, açılış sayfası google, pas geçtim, istediğim sitenin bookmark’ını klikledim, yeni ekran açılırken Ece "bugün neyin kutlaması varmış Google’da?" diye sordu, dikkat etmemiştim, "bakalım" deyip yeni bir sekme açtım, evet, pastadan Google doodle’ı vardı, mouse’u üzerinde bekletince, "bir de ne göreyim!" ‘Happy Birthday Emre!’. Kek gibi de şaşırdım, google da tüm Pamukbank IT elemanları nezdinde benden onların ahını çıkarmış oldu.

Demek ki neymiş? İyi ki doğmuşum. (Aferin. 8)  — ve bir de kekmişim. Elmalı kek.