Bayram.

(Geç olsun, güç olmasın girişler serisi #292)

Şimdi, günah olmaz inşallah ama ne yalan söyleyeyim, ben bayramları oldum olası sevemedim. Akraba ziyaretleri en başta olmak üzere, yani akrabaları ziyaret iyi de, niye bu kadar mandatory, zaten ziyaret ediyorduk. Sonuçta, neyse, tamam, o kadar kötü bir şey değildi bayramlar belki ama o kadar iyi bir şey de değildi. İtalik bir insan olarak, itiraf etmeliyim ki, bu geride bıraktığımız son bayramda bayram ve bir takım dünya görüşlerim hakkındaki düşüncelerimde köklü değişiklikler oldu. Şöyle ki:

Şimdiye kadar bayramlar hep büyükler (bak gene geldi italikler!) için bir olaydı. Biz onları ziyaret eder, onları arar, onların bayramlarını tebrik edegelirdik (bu cümledeki “onları” zamirlerini italikleştirmemek için kendimi pek zor tuttum ama muvaffak oldum gördüğünüz üzere). Bu bayram, sevgili Ruzin’den bir bayram tebriği aldım, sağolsun, diğer arkadaşlardan da tebrikler aldım ama Ruzin’le epeydir görüşmüyorduk (küslük babında değil de, salt iletişimsizlik babında). Yani bayram, bir arkadaşımla tekrar iletişime geçmek için bir vesile oldu ki, tabii ki büyüklerimiz açısından da aslında bu hep böyle bir şeydi, onu anladım. Biz hep küçük olduğumuz için sadece küçük-büyük arası iletişimleri görüyorduk ama şimdi anladım ki, kendi aramızda da benzer bir bağ olabiliyor.

Hikayenin devamında, Ruzin’e, onun mesajına ne kadar sevindiğimi, en normal şeyi bile gözyaşları içinde kalarak anlatan aşırı duygusal ihtiyar modunda saydım saydım ve doğal olarak onu sanıyorum korkuttum. 8)

Ayrıca: Bu bayramda, ağabeyimler sağolsunlar, bizimleydiler, güzel bir bayram sabahı yapabildik sayelerinde, Ece de harçlıksız bir bayram yaşamadı. 8) İsmi lazım değil, Tassadar efendi de gene pişkinlik örneği gösterdi (yoksa o OBM miydi?) (Cevap: her ikisi de!) Sanal el öpmeye ancak World of Warcraft parası gönderilir, bilmez misiniz a gafiller!

Ah, bir de, bu bayramın en sevimli tebriği sevgili Brian’dan geldi, kızmayacağını ümit ederek, mesajının başını alıntılıyorum: “Enişte! Congrats with the Ramazan bayrami. Eet smakelijk, …”

Bir de bir de, sevgili Vadym’in monitörüme iliştirdiği tebrik var, şimdi bulamadım ama aklımda kaldığı kadarı ile: “You are sleeping too much, couldn’t find you in the office, mutlu Kurban Bairam”. (Ayrıca uyumuyordum, bayram münasebetiyle üç gün izin almıştım) Vadym süper, Türkçe’yi de bayağı söktü “Meraba Emre Efendi, Nasil-sin? Çok tişekkir edrim” (biraz abartılı yazdım zira bir Ukraynalı olarak hakikaten epey iyi bir telaffuzu var)

Neyse, Jack Skellington Efendi var sırada, az kaldı. Burada parti kıyafetleri satan bir yer manyak (as in korkunç) bir şey koydu vitrinine, yolumuzun da üstü, her seferinde Ece takılı kalıyor oradan geçerken, bir şey de demiyor ama gözünü ayıramıyor. Nergis Hanım’a rica etsek de, fotoğrafını çekip koysa yorum kısmına (siz resmini çekin efendim, ben gösteririm nasıl yapılacağını).

Sevgiler, sevgiler, sevgiler! Geçmiş bayramınız kutlu olsun, birlikte nice bayramlara!

Her bayram + özel günde bizleri hatırlayıp mutlu eden en sevdiğim öğrencim bu da zaruri peri
Winx Club

Sonbahar


Her şeyi süpürebilirsin;



Sonbaharı süpüremezsin.



Sen her şeyi süpürebilirsin;
Sonbaharı süpüremezsin.



Yalnızsa
Sürekli bir sonbaharı
Süpürür hep..



Düşünemezsin.

(Söylememe gerek var mı, bilmiyorum, o yüzden yazıyorum yine de: Özdemir Asaf, Yalnızın Durumları. Bir de, öyle aşırı bir sonbahar düşkünlüğüm yoktu eskiden, buraya gelince oldu.)

Yalnızca

Yalnızca

Çiçeğim, bu yaşamak değil
Tek tek
Ne geceler bir şeye benzer, ne yollar böyle
Tek tek

Kuzular meler mi ıssızlıklarda
Kuş uçar mı
Kavaklar sallanır mı hiç
Tek tek

İşte görüyorsun doğar yavaşça
Büyür
Çoğalır yıldızlar
Tek tek

İşte görüyorsun kıyılarda
Başlar maviden
Kaplar mor dalgalar denizleri
Tek tek

Çiçeğim, olmaz ki dağlar dağ
Sular su
Ölümler ölüm karanlıklarda
Tek tek

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Cemal Süreya, Papirüs’ün ilk sayısında (’67 diye hatırlıyorum yılını ama artık dergi elimde yok, netten de kontrol etmeye üşendim), kapağa Dağlarca’yı koymuştu (“Tek başına bir okul : Fazıl Hüsnü Dağlarca” alt başlığı ile), sondaki özel bölümde de derinden incelemişti. Dağlarca’yı pek okumuşluğum yok ama en daraldığımız zamanlarda hep işte yukarıda alıntıladığım “Yalnızca” şiiriyle derdimize eşlik etti. Allah rahmet eylesin, yalnızca “Çocuklar Korkunç” şiiri için bile hayranı olunabilir kolaylıkla (Aşina değiller hatıramıza / Severken aynı ağaçları.).