Hal Hatır und 40 Satır

Bir süredir İstanbul’dayım. Bu sabah misler gibi Sarıyer Böreği yedim (om nom nom) – aramızda kalsın ama ne zamandır börekten konu açıldığında kendi kendime bir durup düşünüyordum Karaköy müydü, Sarıyer miydi diye… o derece ama buradayken ucundan özüme döner gibi oldum, birkaç semtten geçerken oranın ismini, etrafındaki semtleri hatırladım az çok (Halıcıoğlu, Balat, Eyüp, ilk halı saha, Dinarsu…)

Kadıköy’e inmedim (sadece yürüme mesafesindeki Hups* ile Panel Kırtasiye’ye gittim, işte bir de bu sabah Öz Sarıyer Börekçisi’ne) ama Kadıköy güzel bir yer (ortaokula kadar Şişli’de (bir apartımanda), ortaokul/liseyi Bakırköy’de, üniversiteyi kısa bir süre Kağıthane, uzun bir süre Ataşehir’in oralarda yaşadım: Lise / üniversitenin ilk yılları yoğun şekilde Beyoğlu’nda, üniversitenin son yılları ise Beyazıt/Çemberlitaş civarında geçti daha çok). Slow Horses 3’de Fantastic Beasts’in teyzesi (Katherine Waterston imiş adı) Ortaköy’den bot-taksi’ye binip altyazı’da “to Kadıköy” yazdığında, inip de dolaştığı yerin Karaköy olduğunu bilecek kadar unutmamışım buraları henüz. 8)

İstanbul güzellemesi yapmayacağım, sonuçta klişe tabirle: “İstanbul gezilecek yer, yaşanacak yer değil.” (okkada 8) Kadıköy şöyle güzel bir yer mesela:

Güzel insanlar, güzel semt! 8)

*Hups’ta da şöyle bir şey oldu: Ben girdiğimde bir bey alışveriş yapıyordu, oradaki hanımla sohbet ederken “Ankara’da, aletli pilates yaparken…” dedi, ben de, 10 bin yılın introvert’i, artık nasıl olduysa atladım “aaa, Ankara’da hangi reformer pilatese gidiyorsunuz, ben de Ankaralıyım…” (şair burada “reformer” diyerek, konu hakkındaki engin bilgisinin havasını atıyor), meğerse Ankara’da pilates eğitmeni imiş arkadaş. Sonra onun işi bitti, vedalaştık, bir süre sonra da bir hanım, bir çocuğu ve çocuğunun arkadaşı girdiler, meğerse onlar da Ankara’dan gelmemişler mi! Sonrasında dedim ki: siz en iyisi Ankara’da şube açın, bugün Ankaralılar günü olmuş! (bu vesileyle ben de ileride okuyacağınız -çünkü bu kısım sonradan edit-üzere, ürün yerleştirmesi yapmış gibi oldum ama Hups’u bilmemeniz çok normal, zira kendi halinde, ihraç fazlası kıyafet satan güzide, küçük bir mağaza… 8)

Burada ayrıca bol bol televizyona maruz kalıyorum: gelinim mutfakta, survivor, Zuhal Topal’la Yemekteyiz, Esra Erol’la bir şey, Müge Anlı’yla bambaşka bir şey, Kızılcık Şerbeti, İnci Taneleri, Sandık Kokusu, Miğfer Dibi Savaşı (bu sonuncu şaka tabii, ah keşke keşke…). Müge Anlı’da Ankaralılar vardı; amca kaybolmuş, onu arıyorlardı, sonra arabasında görüntülenen bir çocuğu buldular, çocuk mantıklı mantıklı anlatmaya çalıştı, ben inandım masum olduğuna, meğer -sanırım- katil oymuş, öldürmüş amcayı!..

Travma üzerine travma!.. Mesela Gelinim Mutfakta’da markörle kaş çizilen şu teyzenin aşırı ciddiyeti:

Photoshop yok, gerçek ekran görüntüsü
Dişi Yakarış’ın Dönüşü!
Türk Gelin Programlarında Sıradan Br Gün, Elvira ile Çullama Köftesi

Bir de ürün yerleştirmesi diye bir şey var, öyle böyle değil. Kızılcık Şerbeti’nde genelde layikler yapıyor, mesela bağırış çağırış (bağırış çağırış Türk dizilerinin gerek şartı, raison d’etre‘si) olmuş herkes birbirine trip atmış, arkadaşlar mutfağa gidiyor, arkadaki gergin müzik bir anda bitiyor, bariz neskafe poşetinden bariz neskafe kupalarına dolduruyorlar kahvelerini, yüzlerinde bir tebessüm, “bu bardakta kahveden fazlası var” diyorlar yudum alırken (şaka değil, gerçekten böyle!). Tik tok var sonra, aman ne pis ne pis bir şeymiş… Kızılcık Şerbeti de, Didem Arslan Yılmaz da tü kaka aman sakın ha diye iyice tembihliyor… (yok zaten bende tik tok).

İnci Taneleri’nde zengin düğmeci fabrikatör teyze var, ne kadar ne kadar tanıdık geldi, düşündüm düşündüm durdum, sonra “Şehnaz Tango’nun yakartop’u” geldi aklıma, bir bir saat de onu aradım, buldum, Gül Onat’ın canlandırdığı Nilgün karakteri imiş. İnci Taneleri’ndeki karakteri oynayan da Selma Ergeç imiş, tabii aralarında 40 yaş fark vardır ama televizyon seyretmediğim için bende rezonansa giriyor. Ah bir de aklıma takılmıştı, işte hayatınız gibi bir programdı, o günün misafirinin kravatını keserdi hatıra olsun diye, ara ara, düşün düşün… bir türlü bulamadım. Bloomberg’te “Aslı Şafak’la İşin Aslı” diye bir program var, o da çok benziyordu bu aradığım kişiye, sonra annem hatırladı, Yasemin Bozkurt’tu ya(w)! Yasemin’in Penceresi. Ach zo!

İşte bu derece battık televizyona, paçalardan akıyor. Halbuki Ece’nin 4 yaşından beri (Miyazaki sağolsun) dile getirdiği bir şey var: bir filmde sadece kötülük yapan kötü bir karakter varsa, safi iyiler varsa dandik bir şey izliyorsunuzdur (aha şimdi de Kızılcık Şerbeti’nde temizlik robotu mutlu mesut bir şekilde evi süpürüyor! Ondan bir sahne önce çocuğu başkasından diye evden kovulan bir teyze hüngür hüngür kapıda ağlıyordu).

Televizyon korkunç Allah’ım

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir