mesut bahtiyar simulasyon ya da işte öyle bir şey…

(Hani bir yıldız kayar da insan / Hani bir telaş duyar ya birden / İşte öyle bir şey)

-hala otoparkta beklemekte olan Marvin’e-

Birkaç şey, 1: (geek special). Evdeki bilgisayarınızdan açın terminali, okuldaki bilgisayarınıza SSH çekin, o terminalden de evdeki bilgisayarınıza girin, bir şeyler yapın, dosyaları kurcalayın, ‘touch’ this, touch that. Eve geri döndüğünüzde bir şeylerin kurcalanmış olduğunu görün, kendinizi sobeleyin. (Philip K. Dick – A Scanner Darkly)

2. Sims’i açın, oradaki karakter bilgisayarda oyun oynasın, oyunun detaylarını çok da net göremeyin, neye benziyor bilemeyin ama aslında o oyun da Sims olsun, o oyundaki küçük adam da oyun içinde oyun açsın, ama oynadığı oyun siz olun. (Neil Gaiman – A Game of You (başlıktan sadece), Zaphod de hhgttg)

3. Elinizi arkası yere değecek şekilde yere koyun. Üzerine sadece parmaklar dışarıda kalana değin toprak dökün, öyle ki sanki parmaklar aynı yere bağlı değillermiş gibi bir etki olsun, parmaklar birbirlerinden bağımsızlarmış gibi düşünsünler mesela, ayrı benliklere sahip olduklarını da, bir gezegende birey olduklarını da. (Half Life’da sizi bile bırakıp birbirleriyle dalaşmaya başlayan timsahımsı ve ötekimsi yaratıklar).

4. Elinizde hakiki olduğuna emin olduğunuz bir tablo olsun. (Çok sevdiğiniz) bir arkadaşınız o tabloyu çok seviyor; normalde derhal, sevgiyle hediye ederdiniz ama öte yandan tablonun sizin için manevi değeri var. Nihayet bir gün aklınıza bir çözüm geliyor – çok yetenekli bir ressama tablonun röprodüksiyonunu yaptırıyorsunuz, niyetiniz sizdeki aslı bir yere saklayıp, arkadaşınızı “birazcık” kandırarak olsa da, mutlu etmek. Aslı ile kopyasını almaya gittiğinizde, ressam sağ elinize aslını, sol elinize de resmin röprodüksiyonunu (TDK’dan baktım bu arada yazımına) veriyor. Tam arabanıza koyacakken resimleri ayağınız takılıyor, resimler düşüyor, karışıyor, hangisinin asıl olduğunu anlayamıyorsunuz. Sonra aklınıza bir ihtimal daha geliyor (ressamın yiyebileceği bir herze). Elinizde hakiki olduğuna emin olduğunuz bir yaşam olsun. Sonra bir gün bir simulasyon bunun eşdeğerini sunuyor. (Zhuangzi, Milattan Önce 3. yüzyıl).

Geçmişte şu andaki teknoloji, onun getirdiği rahatlıklar olmadan paşa paşa yaşadık çünkü böylesi bir şeyin varlığından haberdar değildik. Bir şeyin olabileceğini, olduğunu bilmek, onun olmadığı durumun kayıtsızlığını imkansız kılıyor. Şu anda bir gerçeğimiz varsa, bunu sanalın gerçekle -henüz- boy ölçüşecek duruma gelmemiş olmasına borçluyuz.

5. Bir simülatör insanlara istedikleri her şeyi veriyormuş ve bunu da yoğun-zaman denilen bir hızda yapıyormuş, öyle ki, simülatörde 1 hafta “yaşandığında”, gerçek hayatta sadece bir gün geçmiş oluyormuş. Simülatöre (“gerçek” zamanda) 2 yıl bağlı kalmak için, (“gerçek” zamanla) 1 yıl boyunca simülatör için ağır işlerde çalışmak gerekiyormuş. Ama 14 yıllık cennet vizesi için 1 yıl çalışmanın sonuçta lafı mı olur! Bir süre sonra insanlar simülatördeki dünyanın gerçek olduğunu, ağır çalıştıkları öbür dünyanın ise asıl simülasyon olduğunu çakmışlar (çünkü zorlukla geçirdikleri alem sayesinde cennet gibi gerçeğin değerini kavrayabiliyorlarmış). Bazıları ise hala tersini savunmaya devam ediyormuş. (EST, Jack and the Bean Stalk 3000)

İhtiyacımız olan: kişi başına (bu galaksi ölçeğinde bir sistemi simüle edebilecek seviyede) bir bilgisayar; yeterince yüksek bir sanal zaman / gerçek zaman oranı. İşte o zaman hiçbir şeyden emin olamadığımız o (mutlak?) nihai anarşinin hükmüne gireceğizdir.

Geçen Bölümün Özeti: Olay, A gerçeğinin içindeki B simülasyonunun içindeki C simülasyonu değil; olay, B simülasyonunun içindeki C simülasyonunun içindeki A simülasyonun içindeki B simülasyonu. Olay barizin kabulünden ibaret, kendine yeter, kendi içine sınırlı, hayli ekonomik ve pratik bir çözüm. Çok mu bilim kurgu, zorlama? Mandelbrot’la Koch’un selamı var, lolo lala bla.

Son nokta: “Simülasyon olduğunu anladığında rahat bir nefes aldı..”

A ile B

A ile B aynı dizide oynuyorlar. Dizi 20 dakika, çekimleri haftada 3.5 – 4 gün sürse de, A’nın rolü çok fazla olmadığından, A genelde yarım günlüğüne çağrılıyor. B, dizinin başrol oyuncusu, A da onun eski sevgilisi. Senaryo icabı B, A’ya hala aşık ama A artık B’yi sevmiyor. Birlikte oynadıkları bütün sahnelerde B, A’ya yalvarıyor geri dönmesi için, A kabul etmiyor ama bir türlü. Gerçek hayatta A, B’ye delicesine aşık, B’nin haberi yok, zaten haberi olsa da pek umrunda olmazdı. Birlikte oldukları her sahnede A sesli olarak B’ye gitmesini söylerken, içinden kalması, rol icabı bile olsa bir araya gelmeleri için dua ediyor. A’nın dizi dışında pek bir yaşamı yok, hayattaki tek gayesi B ile dizide tekrar birbirlerine aşık olmak. A yakında bir başkasıyla evlenecek, ya da bir kaza geçirecek ya da sözgelimi Japonya’ya gidecek, B çok üzülecek. Terk eden A olacak, giden de o. B’yi aklına bile getirmeyecek hiç.

$izoSuru No:4 – Mutlu Sonlar

$izoSuru #4 — Mutlu Sonlar

  • Feist – My Moon, My Man (2007)
  • The Chordettes – Lollipop (1958)
  • Eisley – Marsh King’s Daughter (2007)
  • Maia Hirasawa – And I Found This Boy (2007)
  • Imogen Heap – Glittering Clouds (Locusts) (2006)
  • Bjork – Earth Intruders (2007)
  • The New Pornographers – Myriad Harbour (2007)
  • Camera Obscura – French Navy (2009)
  • Do Wacka Do – Roger Miller (1965)
  • Slow Club – When I Go (2009)
  • Nick Cave – Disco 2000 (2006)
  • Kate Nash – Merry Happy (2007)
  • The 88 – At Least It Was Here (2009)
  • The Bird & The Bee – Polite Dance Song (2007)
  • + Emre Sururi’den yorumlar, ahkamlar, karalamalar….

İndirmek için bu bağlantıyı takip ediniz / Please follow this link to proceed with download.

Feist – My Moon, My Man (2007) Take it slow /  Take it easy on me / And shed some light /  Shed some light on me please

The Chordettes – Lollipop (1958) I call him / Lollipop lollipop /  Oh lolli lolli lolli

Eisley – Marsh King’s Daughter (2007) Stealing to your window /  “Well, you know”, I say, “We could fall in love” /  Sighing in exasperation /  “No”, you say again, “This simply is not love” / And I just know that we could work out

Maia Hirasawa – And I Found This Boy (2007)
And we talked about life,  we talked about time / We talked about me, while he was looking around / He was searching for something new and exciting, / while I was standing there right in front of him / (HELLOOOO!!!!)

Imogen Heap – Glittering Clouds (Locusts) (2006) I’m not always like this /  It’s something I’ve become, /  A terrible weakness /  In my nature, in my blood. /   Save me, oh save me, save me from myself / Before I hurt somebody else again.

Bjork – Earth Intruders (2007)
We are the earth intruders  / We are the earth intruders /  Muddy with twigs and branches  /  Turmoil! Carnage!

The New Pornographers – Myriad Harbour (2007)
Someone somewhere asked me, / “Is there anything in particular / I can help you with?”  / All I ever wanted help with was you.

Camera Obscura – French Navy (2009)
I’ll be criticized for lending out my art /  I was criticized for letting you break my heart /  Why would I stand disappoint for looks? /  I’m fully grown, but I’m on tender hooks  / Ooh with the looks, on tender hooks  / Ooh with the looks, the looks, the looks…

Do Wacka Do – Roger Miller (1965)
Yeah, I see you’re goin’ down the street in your big Cadillac, / You got girls in the front, you got girls in the back, / Yeah, way in back, you got money in a sack, / Both hands on the wheel and your shoulders rared back / root-doot-doot-doot-doot, do-wah

Slow Club – When I Go (2009)
If I get to sixty will you let me slip away  / Into an armchair for the rest of my days / Cos you’ve got your family and I’ve got mine  / The love that we share is for another time

Nick Cave – Disco 2000 (2006)
Oh, what are you doing Sunday, baby? /  Would you like to come and meet me, maybe?  / You can even bring your baby. / Ooh ooh-ooh-ooh-ooh..

Kate Nash – Merry Happy (2007)
So I learnt from you /  Do do do da do do do do do do da do do do do do do da do /  Do do do da do do do do do do da do do do do do do da do /  I can be alone /  Yeah /  I can watch a sunset  / On my own / I can be alone /  Yeah / I can watch a sunset / On my own / I can be alone / I can watch a sunset / On my own / I can be alone / Yeah /  I can watch a sunset / On my own / I can be alone / Yeah /  I can watch a sunset /  On my own  / I can be alone /  I can watch a sunset /  On my own

The 88 – At Least It Was Here (2009)
Give me some rope / Tie me to dream / Give me the hope / To run out of steam / Somebody said / It could be here / We could be roped up, tied up / Dead in a year / I can’t count the reasons I should stay / One by one they all just fade away

The Bird & The Bee – Polite Dance Song (2007)
Pardon me /The music is moving / Moving from left to right / Apologies / For losing my cooling / Losing the day to night.

İlgili bağlantılar, aklıma getirilenler:

Scrubs / Lollipop : http://www.youtube.com/watch?v=KGaL3gMsEHY

SW Mos Eisley Edit : http://forgng.blogspot.com/2010/09/star-wars-mos-eisley-edit.html

xkcd playlist shuffle : http://xkcd.com/668/

The New Pornographers’in bahsettigim “diger” sarkisi All the Things that Go to Make Heaven and Earth imis bu arada, hakikaten de guzel sarki. Ayrıca bahsettiğim sağcı moronun adı Jimmy Swaggart imiş ve dahi o bu lafı rock müzik için söylemiş ve dahi sene 1986 imiş ama fekat grup meğer adlarını oradan değil, bir capon filminden alıyormuş (this sentence is wrong on so many levels).

“La Même Histoire”yı bu sefer de doğru telaffuz edemedim. (Heyhat!) Ayrıca program boyunca sürekli aksi yönde çaba sarf ettiysem de, tahriklere kapılmayınız, Eisley’nin şarkısının adı “Marsh King’s Daughter”, Björk’ünkü “Earth Intruders”, Kate Nash’in son albümünün adı da “My Best Friend is You”.

Yanlış hesap Bağdat’tan döndü, Camera Obscura için boşu boşuna içeri gidip ağlamışım, matematiğim kuvvetli değil sadece (2011’in evvelki senesi: 2009, hesap tamam ama 3 sene değil, 2 sene öncesi, gerçi aslına bakarsanız 3 senedir dinliyorum, evet, yine kafam karıştı, matematik zor, iyi ki sözeli seçmişim (karşılaştırmalı edebiyat).

Programın listesi hazır olduktan sonra Selma, Zappa ve Sabun’la paylaşmıştım, sağolsunlar görüşlerini esirgemediler, bu vesileyle onlara programda bir kedi selamı çakacaktım ammavelakin program telaşesi içinde yandı bitti kül oldu gitti aklımdan, bir selam borcum olsun. Benzer minvalde, bu program için Ece en favori şarkılarından olan She&Him’in “In the sun”ını söylemişti, ama Audacity dayanamadı, kilitlendi, göçerken yanında bilgisayarı da götürdü, o da başka bir sefere artık. Ayrıca bu, bunları ikinci yazışım çünkü 20 dakika öncesinde, xkcd’nin şu literary criticisim’le ilgili olan strip’ini ararken firefox’un o tab’i göçtü, o da yanında benim epeydir yazdığım şeyleri götürdü, sinir oldum, kalktım Chrome yükledim, o da editörü Javasız açınca, firefox 4’ü indirip yükledim çaresiz.

Bugün Bengü’yle konuştuk, ne kadar çok kız+oğlan, hepi topu o kadar grup var diye. The Bird & The Bee’den başladık saymaya, Pomplamoose, Eats Tapes, Stereophonic, She & Him, Slow Club, var da varrrr… (Kızlar süper, oğlanlar da geek gibin yalnız niyeyse).

Slow Club, Çetin Beyciğim (biraz Meren havasi da mi var sanki yoksa sakaldan mi) :

Bu da Raising Hope’taki Do-Wacka-Do sahnesi:

 

Geçen programda (80ler) arka planda çalınan müziklerin dizileri (bir son dakika karışıklığı olmadıysa sıralı olarak):
Dallas, McGyver, The A-Team, Air Wolf, P.I. Magnum, Knight Rider, Twin Peaks, Quantum Leap, Mission Impossible. Yarışmayı 3 doğruyla sevgili Bilgehan Demir kazandı (yaşının verdiği avantajla diyeceğim ama bu diziler için biraz büyük kalıyor gibi gelmiyor da değil!). Bir gün şayet 80ler devam programı olursa, 3 şarkıyı kendisinden isteyeceğiz, vermezse de küsüp bozulacağız (aka küs boz burnun iki karış yaptırımı / cips kola kilit blöf (cımbız) yaptırımından sonraki en sağlam yaptırımdır, “ayna demek yok” korumasını da baştan sallıyorum ortaya (+2/-1, vurdum mu?).

Imogen Heap’in Glittering Clouds (Locusts)u zor bulunan bir parçadır, benim radyoODTÜ olsa gerek, radyo vesilesi ile haberim olmuştu, geçen sene de Spotify’dan para verip aldım (internetten satın almış olduğum tek mp3’tür kendileri bu arada). Bu program için listeyi toparlarken, The 88’in “At least it was here”ını çok alasım vardı ama ne Spotify’ın şeysinde, ne ubuntu one’da ne de amazon ve diğer arkadaşlarda bulamadım — bir tek Apple’ın iTunes’unda vardı, ondan da indirdikten sonra ya taşıyamazsam kaygısıyla alamadım.

(Yeni gelin mode on) yerim olsaydı bunları da çalacaktım kategorisindeki şarkılar:

Sia – Buttons
/ Şarkının özellikle orijinal klibini tercih etmedim link verirken çünkü Sia “Ben kliplerimde bilgisayar kullanmadan özel efekt yapabilirim” düsturunu kendine ilke edinmiş bir nom nom yönetmen ile çalışmış, üç şarkının üç klibi de bu kadar mı kötü olur yahu! (Total eclipse of the heart’a laf ettik ya geçen programda, beterin beteri geldi).

Kate Nash – Do-Wah-Do
/ Süper – ama bunu yerim dar diye değil de, zaten halihazırda Merry Happy’sini çalıyorum diye alamadım.

Pogues – Rocky Road to Dublin
/ Bunu başta almıştım, sonra niye aldığımı anlayamadım, çok güzel şarkıdır ama mutlu son ne alaka? olsun, dinleyelim coşalım, Shane McGowan için içmeyelim bu gece.

Feist – My Moon, My Man (Boys Noize remix)
/ ohar.

Pulp – Disco 2000
/ Bu da orjınali. Ya bana bir bu adamı, bir Suede’in Brett Anderson’ını, bir de Love Actually’de Billy Nighy’nin canlandırdığı Billy Mack’i versinler, dans edeyim onlarla (garip danslar kategorisi, katakullisi).

The Dresden Dolls – Coin Operated Boy
/ yok, bunu da çalmayacaktım, Maia Hirasawa’nın And I found this boy’u vesilesiyle kulaklarını çınlatıyorum da, oradan şey ettim.

Hayatımın filminin (metaforik bir anlam yüklenmemektedir, cenazemde çalınması için değil, bizzat eğer bir gün hayatım filme çekilirse o filmi kast etmekteyim) sonunda çalınmasını isteyeceğim iki şarkı var, biri The Cardigans’ın In the Round’u, diğeri de Rage Against the Machine’den Sleep now in the fire. (biri perhiz, diğeri lahana turşusu). [cenazemde çalınacak şarkı olarak vaktiyle Danzel – Pump it up‘ı istemişliğim vardır, fakat bu isteği yaparken ciddi değildim, ciddi değilim hala, ama yine de, aklımın bir köşesinde cenazemde sevgili dostunun bu son isteğini gerçekleştirmeye teşebbüs ederken linç edilip, yanımda gömülecek sevgili arkadaşım OBM ile ilgili böyle bir fantazim de yok değildir 8]

GürerSan için Roger Miller – Do Wacka Do‘daki amcadan (Thumbs Carlisle – nasıl bir insandır o ya!) Batman şeysi giymesini rica etmiştim, o da beni kırmadı. Ayrıca Roger Miller’ın Erol Evgin’in biyolojik babası olduğu yönünde söylentiler de yok değil (değil).

gülümseyin ve peynir deyin. Pazar kahvaltısı yazısı.

Küçüklüğümden beri peynir insanıyımdır. Kahvaltıda reçel ve diğer zevzek şeyler (bal, kuşburnu pekmezi, vs..) ancak peynir keyfimden sonra hala biraz yer kalmışsa gündeme gelirler (reçellerden gül, çilek ve ahududu, tercihen anneler yapımı, öylesi olamıyorsa da “Bon Maman” markası – balı reçelden /sanırım/ birazcık daha fazla sevsem de, kaçınılmaz ele bulaşması (o yapış yapış şeyin) yüzünden pek tercih etmiyorum).

Anne tarafım Erzincan’dan olduğundan, tulum peyniri ve bilmemki nereden (bol tuzlu) örgü peyniri, çeçil ve şimdi hatırlayamadığım bir çeşit peyniri daha severim, el/dil üstünde tutarım (hatırlayamadığım peyniri hatırladım: Kıbrıs hellim peyniri, mangaldan/ızgaradan/hiçbiri olmadı tavadan yeni kaldırılmış, gıcırrrr gıcırrr). (Ekmeğe sürülebilecek kadar yağlı) beyaz peynirsiz bir sofra düşünemem zaten (illa ki)

Severdim, el/dil üstünde tutardım, beyaz peynirsiz bir sofra düşünemezdim.

Hollanda’ya yolculuk göründüğünde, heyecanla bekliyordum bu peynir ülkesini. Meğerse bizim kaşar peynir (alt) klasmanı, orada ana klasman olarak tasavvur ediliyormuş. Ama Türk marketler sağolsun, o kadar yokluk çekmedik. Sevdiğimiz peynirlere yeni olarak Brie’yi ekledik, ki kendisi kaşar ailesinden olmayıp, (Avrupa’da) kaşar olmayan her türlü peynirin çıkış yeri olan Fransa’dan gelmektedir.

Türkiye’de olsam brie imkanı yok ilk 11’e giremezdi ama Hollanda gibi sandviçlerin temel öğün olduğu ülkede, bir süre sonra iyi (ve normal) gitmeye başlıyor. Somon kardeşliği var, sonra domates de yakışıyor. Başta kekliğimden kılıfı olan kağıdımsı katmanı ayırmakla uğraştıysam da, sonrasında bütün bu farklılıkları kucakladım ve yokluğunda aramasam da varlığında sevinerek, adına Pazar kahvaltı sofrası dediğimiz bu lezzet mozaiğinde ona da yer verdim.

İspanya’da durum Hollanda’nın aşağı yukarı aynısı menos Türk peynirlerinin bulunabilirliği. Bizim beyaz peynire yaklaşan bir peynir çeşidini (feta, o da yunan denizdaşlarımız sayesinde) bulmam yaklaşık 4 ayımı aldı ve bulduğum da bir santimetre küplük, salataya atılmak üzere hazırlanmış şirin şeyler oldu, ki burun kıvırmıyorum, bilakis onu bulduğuma da şükrediyorum.

Bu blogu niye yazdığıma gelince (asıl sebep): Hollanda’dayken bir ara Danish Blue’yu denemiştim, küfleri ot niyetine sindirmeye çalışarak (bak otlu peyniri de çok severdim Türkiye’deyken) ama kendinizi de beyninizi de bir yere kadar kandırabiliyorsunuz, olamamıştı. Burada ise birkaç ay önce nereden estiyse artık, rokfora (roquefort) bir atılımda bulundum, (iyi, sağlıklı anlamıyla) hastası oldum, anlamıyorum.

Sen al peynirleri, aliens’taki yumurtalar misali öbek öbek kokmuş loş rutubetli mağaralarda sakla, küflensin onlar, sonra da sat, millet yesin diye. Anlamıyorum, yiyorum yiyorum, yine anlamıyorum. İşin komiği paketlerin üzerinde son kullanım tarihi yazıyor da Bengü’yle dalgasını geçtik, “o tarihten sonra o kadar güzel bir hale geliyor ki, insan başka bir şey yemeyi bırakıyor, whiskas yemiş kedi gibi(n)”.

Roquefort’lar mağarada, şaka değil!

$izoSuru No:3 – 80ler

$izoSuru #3 -- 80ler

$izoSuru #380ler

  • Katrina & The Waves – Walking On Sunshine (1983)
  • The Go-Go’s – Lust To Love (1981)
  • Robert Palmer – Johnny and Mary (1980)
  • George Michael – Faith (1987)
  • Heart – Alone (1987)
  • Dexy’s Midnight Runners – Come On Eileen (1987)
  • Fairground Attraction – Perfect (1988)
  • Billy Idol – Dancing With Myself (1981)
  • Simple Minds – Don’t You (Forget About Me) (1985)
  • Genesis – Invisible Touch (1986)
  • Nena – 99 Luftballons (1983)
  • Mike Oldfield & Maggie Reilly – Moonlight Shadow (1983)
  • Bon Jovi – Bad Medicine (1988)
  • + Emre Sururi’den yorumlar, ahkamlar, karalamalar….

İndirmek için bu bağlantıyı takip ediniz / Please follow this link to proceed with download.

İlgili bağlantılar, aklıma getirilenler:

  • Bonnie Tyler – Total Eclipse of the Heart (Literal Version) : Bu klip, şarkının orijinal klibidir, sadece sözler klipte görülenleri anlatır şekilde değiştirilmiştir. Orijinal şarkı için de bu bağlantıya gidebilirsiniz. Vaktiyle Georgina’yla bu klibin öte-kötülüğü (aka “çok çok” kötülüğü) üzerine konuşurken, “herhalde,” demiştim, “Bonnie Tyler şarkının iyiliğine, başarısına o kadar inanıyordu ki, bir arkadaşı ile iddiaya girdi, ‘bu şarkıya 13 yaşındaki yeğenime bile klip çektirsem, şarkı tutacaktır, var mısın iddiaya?’ dedi.” diye. (edi büdü abet troy, emir, o bölüm sonrası komikliğinde de koptuk gittik uzaklara, güneşin battığı diyarlara, seni tsunamide sırtlayan itfaiyeci göremedim bu arada desem, ortamı yumuşatmaya çalışsam bu arada (iyi olduğunu biliyorum, Skype status’ünden okudum)).
  • Fare Şehri‘ni Dreamworks’le yapan adam işte bu: diyecektim ki, kast ettiğim kişinin (Aardman) kişi değil de, stüdyo olduğunu öğrendim, dum and dumur oldum. Ian McKellen’ı hatırlamaya çalışırken de hani “Lord of the Gay Rings” diyorum ya, hatırlatma maksadıyla, orada yanlış yapmışım, “Gaylord of the rings” diyecektim, düzeltir, özür dilerim (böyle de pis bir insanım işte). “Fare Şehri güzeldir” derken bu arada, “çocuklarla birlikte seyretmek için” kast edilmektedir (Koca koca adam/kadın başına izleyenlerin bilet/DVD/internet parası iade edilmez, baştan söyleyeyim).
  • İspanyolca’daki “baştaki b’yi mi diyorsun, sondaki b’yi mi?” anekdotunun ayrıntıları için bkz. Nergis’in ilgili girişi.
  • Mikrofon aldım ben, canıma okundu, kaç kerrrrre, kaç kerrrrrre editlemekte, düzenlemekteyim bir bilseniz. Bengü’yle aralarda konuşulmayacakmış, onu öğrendim, ses kısılıyor (misal Doğu Almanya Muhabbeti).. Bir de p ve b patlamaları var, böy böyy.
  • Good Bye, Lenin! bu, Das Leben der Anders de işte bu.
  • Bir de, bu Almanya muhabbetini yaparken (Alone’dan sonraki, Come on Eileen’den önceki muhabbet), arka planda çalan müzik 4-5 kere tekrar ediliyor ahkamlarımın uzunluğundan ötürü: orkestra ne zaman baştan başlasa, kendimi böyle Oskar ödül töreninde teşekkür konuşmasını uzatmış olan kazananlar gibi hissediyorum (“kazanan” lafın gelişi, müzik girdi mi bir kere, oskar bile yetmiyor karizmayı kurtarmaya). Bir de bir keresinde çok büyük eşeklik yapmışlardı, sonra telafi etmeye çalışmış olsalar da, onu hatırladım şimdi.
  • 1977 doğumluyum (thus, çok çok küçük).
  • Yarışmamızı buradan açıklıyorum: Yanlış saymadıysam, 10 adet dizinin müziğini arkaplan olarak kullandım program boyunca. Bu dizilerden en çoğunu izlemiş -& izlemiş olduğunun da farkında- olan siz azizzzz dinleyicilerimden bir kişiyi, bir sonraki 80ler programı için 3 şarkı belirlemeye davet edeceğim. Eğer diziyi müziğinden doğrudan tanıyamıyorsanız, o diziyi izlemiş sayılmazsınız (Seyfettin sözüm sana ve arkadaşın Khaquille O’Neal’a! :). Müziklerini kullandığım dizilerden sadece bir tanesi (Dancing with myself’den sonraki, Don’t you forget about me’den önceki sekansta kullandığım giriş müziğine sahip olan) 80’lerden değil (ilk bölümünün yayınlanışı 1990’da) ama, bu konuyu Bengü’yle konuşurken, onun müthiş bir şekilde saptadığı üzere: ” O da, Northern Exposure da 90’lara ait sayılamazlar, eskinin dizileri onlar” (ya da bu anlamda bir başka sözcükler birliği).
  • Bu vesileyle, başta listeye alıp da, sonrasında vokal de ihtiva ettiklerinden dolayı kullanamadığım dizi müziklerine geçeyim:

    • Charles in Charge
    • Golden Girls
    • Marriage with Children
    • Cheers!
    • Perfect Strangers
    • Moonlightning
    • 21 Jump Street
    • Square One
    • 3-2-1 Contact!
  • Gürer-san ve Air Wolf’u (bilenler bilir).
  • Doktorayı bitireli 4 sene olduğundan kelli, 4 senedir sınavlara girmiyorum, o yüzden “sınavda bana podcast’ten sorular sorulması” ne mutlu ki abartılmış bir fantazyadan ibaret.
  • Bad Medicine da tıpkı benim anonslarım gibi, bir türlü bitmek bilmiyor her ne kadar o yönde telkinlerde bulunsa da, bittiğini sandığınız anda “wait a minute… wait a minute… one more time!” ile haydi koş fiş.
  • Bana zorla program yaptirmiyorlar, bilakis sevdiğimden ve istediğimden dolayı programları hazırlamaktayım ama yine de programın sonuna yaklaştıkça bu seferi de kazasız belasız atlatmış olmanın (haklı) sevincini yaşamıyor değilim, onadır yani “program bitiyor, şıkıdım şıkıdım!” tarzı yaklaşımım.
  • Arkaplan müziği bazen neredeyse asıl konuşmaya yetişiyor ya, o öyle değil aslında. Biraz kısınca bazen, mp3’e sıkıştırmada tamamıyla yutulabiliyor, o yüzden (ne dedim ben şimdi).
  • Audacity güzel program ama bir noktadan sonra sürekli olarak kilitlenmeye başiaması (arızaya geçmesi) yok mu!..