Life on Mars.

Hazır Lennon yine indirime girmişken, onun hayat hakkındaki güzel sözünü anımsatmak istedim:

Hayat, siz başka bir şeyler planlamaktayken başınıza gelendir.

(Life is what happens to you when you’re busy making other plans)

Have you ever listened to any of the older fellows? / Oh yeah, sure. I like ah... John Lennon and the other one with... eh, Harry Nilsson / Mmm... you go back that far, huh? / Yeah, I'm not as young as I look.
Bowie & Crosby, 1977


Benim hayat tanımım biraz daha karamsar (ya nasıl olacaktı? bir kere de şaşırt be Suruwa! 8P ): Hayat, siz kendi şeridinizde ilerlerken aniden makas atan, çarpmamak için frene bastığınızda sizin ve arkanızdan gelen üç arabanın zincirleme kaza yapmasına sebep olan ve bunun farkında bile olmadan o sırada olay yerinden 3 km uzakta hızlanarak uzaklaşmakta olan spor arabadır.

Sitenin bahçesinde her yağmurla birlikte bir sürü, bir sürü salyangoz çıkıyor ortaya, hepsinin çok ciddi işleri var, bir yerden bir yere gidiyorlar kendi çaplarında, hızla. Bazısı eziliyor, bazısı bir yere takılıyor ama kendilerince çok mühim işlerin peşinde koşuşturdukları her hallerinden anlaşılıyor.

Koronadan beri, hatta daha öncesinden beri yazmamışım (29 Şubat, Bilbao). Sonra karantina oldu, bir hafta boyunca gönlümce ilgimi çeken konularla ilgilendim, Ece’yle takıldık, film izledik, Wolfenstein New Blood’ı çok severek oynadım, bitirdim. Atakule’nin oraya, eski Anayasa Mahkemesi (şimdi SGK), Serender Pastanesi’nin yakınına (Serender de kapanmış) taşındık. Çok uzun bir süreç oldu (siz hiç sabunluyken ağladınız mı?), günler geçti, ustalar gelip gitti, ustalar usta değil, bunu da bilmiyorlar, sizi de anlamıyorlar ama her şeyi açıklayabiliyorlar. O bir haftadan sonra uzaktan eğitimle dersler devam edecek dediler, hazırlanmakla geçti ömrüm, her hafta, gayet yoğun, ilaveten perşembelerden cumalara sabahlayarak dönemi sürdürdük, o da bugün bitti (büyük finali 154 kişiyle zoom seansında, sözlü sınavla gerçekleştirdik, 2 buçuk saat boyunca çok iyi vakit geçti). Dersleri hazırlaması yorucu, anlatması zevkli, çocuklar iyiler, moraller. Ofisi parça parça eve taşıdım (geçen sene Serpil’in savunmasında arkadaşlarının hediye ettiği çiçeğim “Çiço” ilk gelenler arasındaydı). Okunacak ödevler, projeler var, bir an önce bitirip o yukarıda bahsettiğim bir hafta süreye dönmek istiyorum ama ne nehir aynı nehir ne ben aynı ben, yıkanmak ne işe yarayacak.

Çiçeğim “Çiço”

Halime şükrediyorum, müzikler dinliyorum, arkadaşlarla yazışıyorum. Ece’nin maşallahı var, her gün sevindiriyor. John Hughes filmleri izliyoruz, 80’ler Almanca ağırlıklı synth ağırlıklı pop müzik dinliyoruz.

Dark’ı seyrettik, 3. sezonun dünyanın sona ereceği gün çıkacağını söylediler, iki gün kalmış, onu bekliyoruz. Ben arada bir de Doom Patrol izledim, onlar da iyilerdi sizden iyi olmasınlarlar har har. Lale Müldür ne yapıyordur ki? Mutlu mudur? (Har har har).

3 gündür bugünkü final için hazırlık  yapıyordum, aşırı yorgundum ama adrenalin de vardı bol miktarda sanırım, yattım, kısa bir uykudan sonra (prelude) yine uyandım. Günler geçiyor, bugün doğum günümdü, dersten dolayı biraz kutlayıp, yarına ve cumaya bıraktık, iyi ki doğmuşum.

Halbuki yarışlarda olsun, başvurularda olsun, yarışanlar, başvuranlar kendilerinin seçildiğinden emin olamayacaklarsa, merak edeceklerse, diğer adaylarla aralarında diyelim ki 100 üzerinden 0.01 saniye fark olduysa, merak, umut ve kaygı içerisinde fotofiniş sonucunu bekliyorlarsa fotoğraf yırtılıp ikisi de birinci ilan edilmeli. Bir kişi bir şey yaptığınızda “keşke öyle değil de, şöyle yapsaydın” diyorsa, siz zaman yolculuğu yapıp, zamanda geriye gidip, o şeyi onun dediği şekilde yapınca, aynı kişi bu sefer “keşke şöyle değil de, öyle yapsaydın” dememeli. Yapılanın eleştirisi kimin yaptığından bağımsız olmalıydı. Bir sürü kusur buluyorum, bu kusurları eskiden belediye otobüslerindeki yaşıtlarımla cık cık ünlemlerimiz arasında paylaşırdım fakat artık toplu taşımayı da kullanmıyorum (yürüyorum, yürüyorum) – Takvim’den emeklilere süper ikramiye, Sözcü’den her alana bir tane daha. Hem yakınasım, hem yazasım varmış anlaşılan. Hem, ne demiş şair?

Kırk şair birden olsam yazamam bir hevesi
Haydar Ergülen

(Konu değiştirme anındaki stand-up’çı gözde canlandırılarak okunacak) …Sonra bir de kargocular var. Erkin Koray hala şarkı yazıyor olsaydı keşke… Sürekli kargolar geliyor, kargolar gidiyor. İnternet alışverişlerinde bir şey alayım dedim, iki kere iade ettim, birinin parası geri geldi, diğeri de yolda dediler, halbuki ben dolandırıldığıma emindim (ve evet, ben de biliyorum kollektif sitelerden alış-veriş yapmanın avantajlarını ama yaşlıyım artık). Yeni eve taşınınca, işte eski evin elektrik-su-doğalgaz aboneliğini iptal ettirmek için sağolsun Barış’la gittik, saatlerce sırada bekledik, 2’sinde pes ettik, birini başardık, sonra Sevil çekine çekine yazdı, internetten de kapattırılabilindiğini, bakmış olduğumu, fakat pek çok şey yapılabilse de, iptali bulamadığımı, olmadığını düşündüğümü yazdım ben de, sağolsun bağlantısına kadar gönderdi, iki tıkla kapattırdım çevrimiçi çevrimiçi (ben şubelere gidip sıralarda beklerken aynı sırada fatura ödemek için bekleyenlerden Barış’a yakınıyordum, ne diye internetten ödemezler ki? diye).

Demiş miydim, günler geçiyor, kuşlar uçuyor, hayat… hem daha geçen ağabeyimlere Efe; Efeler’e de Léon geldi: minik tatlı yumaklar… 8)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir