HiTNet 1000 Yaşında! (ON BİN YIL! Güzelllll…. ON BİN YIL!)

From: Emir G***
To: All
Konu: Da$ gabah dokme bele…
Tarih: 1997-07-26 14:58:37

Mesaj


@MSGID: 8:100/149.6 33da9cdc
KOLTUK ALTINIZ NEDEN KOKUYOR OLABiLiR?

Saat olmu$ gecenin onbiri be$ gecesi ve hic ummadIgInIz misafirleriniz
gelivermi$ ve tuvalete gidip yatmaya u$eniyorsunuz. Bu arada elinizde
bir pizza dilimi, IsIrmI$ acIdan kIvranIyorsunuz. Tam o sIrada oturan
insanlar size gelmi$, kapInIzI calIyorlar. Bunlar sizin borc aldIgInIz
ve borc alabilmek icin nefesinizi ac kokusu ile yIkadIktan sonra
koklattIgInIz insanlar. O yuzden hemen saklIyorsunuz pizzayI, hindiyi ve
son model arabanIzI koltugun altIna...

Neyse, aradan bir kac sene geciyor ve bir kokudur gidiyor. AklInIza
koltuk altInIz geliyor ve bir bakIyorsunuz ki arabanIz kuflenmi$,
i$te bu yuzden kokuyordur muhtemelen.

Dombilio und Efe.
yes it iz

... blur blur blur blur blur blur blur blur blur blur blur blur...-sun
-!- Spot 1.3a Unregistered
! Origin: ofuduk pofidik (8:100/149.6)

From: Erkan G***
To: All
Konu: Kucuk Suzi ve dahi o.o.d.d.k.k. Bobi
Tarih: 1997-07-23 12:52:16

Mesaj


@MSGID: 8:101/180.0 33d637d3
Kucuk Suzi pek hanim hanimcik bir kizdi, hic gegirmezdi, onun yerine tek
basina gidip o ayip dergilere de bakmazdi. Sonra bir gun Bay Deterjan ile
tanisti. Bay Deterjanin en buyuk ozelligi onu sadece kucuk Suzi ile onun ondan
daha da kucucuk kopegi (o.o.d.d.k.k.) Bobi'nin gorebilmesiydi. Suzi ile Bay
Deterjan, Suzilerin bakkalinda tanismislardi. Iceri girdiginde Suzi bir ses
duymustu: Beni al! Beni al! seklinde suregelen ve de surup giden bu sesin
kaynaginin mavi plastik uzerine beyaz etiketli bir deterjan kabi olmasi
dogrusu ilk bakista Suziyi urkutmedi denemez ama insanligin binlerce yildir
ilerlemesini saglayan o merak gudusu bir kez daha baskin cikar ve de Suzi Bay
Deterjan'i (ki o siralarda adi Suzi icin sadece Persil Supra idi, Bay
Deterjan'in adinin Bay Deterjan oldugunu sonradan ogrenecekti...) satin alir
(parasini bu yuzden harcadigi icin annesi ona kizmaz cunku Suzi'yi zaten
deterjan almasi icin Bakkal Riza'fendi'ye yollamistir). O gun Bay Deterjan ilk
sinavini buyuk bir basariyla verir, dag gibi camasirlar bir cirpida temizlenir
ama hala islaktirlar: Bay Deterjan'in elinden kurutmak gelmemektedir cunku.

O gunlerde aski sokaklarda degil de yedigim tuzlu fistik ve de biramsi
sari iceceklerde aramaktaydim. Hicbir sey onu beni getiremiyordu, askim
gitmisti yani. Onunla ayrildiktan uc yil sonra eger sokakta karsilasirsam ne
diyecegimi merak ediyordum, tasarliyordum. Kapi calindi, actim, kucuk Suzi ile
o.o.d.d.k.k.) Bobi gelmislerdi, Bobi tuzlu fistiklarimi yedigi icin, bugun
yine gazete ile onu dovmek zorunda kalacagim icin canim sikilmakla beraber,
bundan sadistce bir zevk aldigimi itirafa yanasmadigimdan, icimi saran tatli
sikintidan bir turlu kurtulamiyordum. Sigaramdan dusen kul haliyi buyuk oranda
tahrip etti, aslinda buyuk oranda olmasinin sebebi halinin hali degil de pas
pas olmasiydi. Kucuk Suzi benim gene o kotu gunlerimden (Ayca beni
terkettiginden beri boyle idim) birinde oldugumu gorunce bana yeni bir arkadas
getirdigini soyledi: Ta-ta-ta-tam! iste yeni super ultra guclu formullu,
Persil Supra, ya da Kucuk Suzi'nin deyisiyle Bay Deterjan ile tanismam boyle
oldu.

Suzi'nin canini, canindan cok sevdigi (ama yine de o.o.d.d.k.k.
Bobi'yi daha cok seviyordu) Bay Deterjan'dan ayrilmak sikmasina sikmisti ama
yine de TS-ISO-9001 abisine bir can yoldasi kazandirmak daha da sevindirdi.

... atariiim duvarlara aglarimiii yapishirim oraya atlarim binadan binaya!
-!- Blue Wave/386 v2.20
! Origin: ïeverLand +90(212)542-8470 * SysOp SPook * PC-FL! WHQ * (8:101/180)
  

Limits of Control

Jarmusch’un son filmini az evvel bitirdim (as in başlayıp bitirmek). Takdir ettim. Öyle çok süper şahane bir film değildi lakin filmi girdiği bataktan çıkarıyor ama en güzeli, batağı da bile isteye kendisinin yapmış olması ve dahi ipuçları bile veriyor oluşu. Yani kendisi aşmış, filmini de kafasına göre çekmiş ama bize de lütfediyor, yardım ediyor sağolsun (iyi anlamda).

Açıkçası, Broken Flowers’ı pek sevmemiştim (en az sevdiğim filmidir herhalde), bundan da iyi bir şey beklemiyordum ama takdir ettim. Lakin müsadenizle klasman dışı bırakayım çünkü artsy fartsy’yle yakın temas ediyor (dirsek teması) ama dediğim gibi, bir yandan da elinizden tutuyor, bırakmıyor.

Bir de bir de John Hurt bohemlerden bahsedince sevindirik oldum, “entelim ben!” diye zıpladım sevinçle, ellerimi hızlıca birbirine çırptım (Hande, kulakların çınlasın) işte Murger, Kaurismaki, biliyorum hepsini (ben ben ben). Hatta Kaurismaki’nin Bohemlerini Barış sağolsun torrentten apartmıştı hatta bilmem kaç haftada gıdım gıdım indirebilmişti, bulunmuyordu cunku hıcbır yerde. Lakin gel gör ki altyazısını bulamamıştık, rahmetli Matti Peleonpeoka (aklımdan yazdım, şimdi internetten bakacağım doğrusuna, görelim ne kadarını becermişim : Matti Pellonpää eh, hiç fena değil, ben biraz Yunanlı gibi yapmışım rahmetliyi 8) işte ne diyordum, onu görmüştük böyle ince ince siyah beyaz (bir de televizyon çekimi idi elimizdeki kayıt!). Kitap da ne oldu acaba, Hande’ye hediye edecektim ama veremedim galiba… Bir ihtimal kutuların birinin içinde bekliyordur sırasını…

İşte böyle. Entel dantelden şarkılar dinlediniz (dertli gönüllere giren). Bizim zamanımızda “Zeki Müren öldüğünde neredeydin?” vardı, şimdi Amerikalılar “9/11’de neredeydin?” diye soruyorlar popüler kültürlerinde. Amaan, bana ne (bala le!).

Kısa kısa

The Lost Room: 2 günlük bir “maratonun” ardından, dün bitirdik bu 6 bölümlük mini-diziyi (maraton da ne maratonmuş ama). Eli yüzü düzgün, gayet güzel kotarılmış bir yapımdı. Siz feet under’ın Peter Krause’u ve E.R.’ın Julianna Margulies’i vardı. Strugatsky’lerin Roadside Picnic’ini andırıyordu, malum Matrix Reloaded kapıları vardo bir de, aa madem sıralıyoruz, Iain M. Banks’in şu The State of the Art’ta yer alan hikayesi var (A Gift of the Culture?) benzerleri arasında. Benim, pek çok diğer şey gibi, Brian en Neslihan sayesinde haberim oldu, tavsiye ediyorum ben de.

Thomas Mann hikayelerinde (okuduğum altı taneyi düşünecek olursak) : protoganistin babası ya da protoganist, kerestecide çalışıyor (1), annesi sanata yatkın, babası sert bir mizaca sahip oluyor (2), çevresiyle arasında illa ki görünmez bir duvar oluyor (3). Başka birkaç şey daha vardı, unuttum, demek ki neymiş, akla gelince yazılmalı imiş. Hah, mesela bir de anne bir müzik aleti (piyano) çalıyor, oğlan da genelde bir müzik aleti (keman) çalıyor (4). Karakter başka ülkeleri görmüş geçirmiş oluyor (5).

alt başlık.

…samimi söylüyorum, Liu o şekilde gittikten sonra bir daha Turandot’un yüzüne dahi bakmazdım. (depreşti yine. tamamıyla unutmuştum Liu meselesini, şimdi millet "aaaa!" deyince (Tu, che di gel sei cinta) kendime geldim, hatırladım. istemem, eksik olsun öyle prenses). Tü sana!


Sonradan edit(ler):


Fotoğraf: Malin Arnesson (imiş)


bu fotoğrafı etkileyici bulduysanız, bir de kaynağına bakın. Hayran kaldım.. (Turandot’u ilgili fotoğrafta canlandıran kraliçe İsveç-Amerikan ortak yapımı Erika Sunnegårdh imiş. Kişisel web sayfası http://www.erikasunnegardh.com/ adresinde ama siz hemen oradan başka bir iç linke geçin, çok korkunç (hayat dolu?) bir fotoğrafını koymuş giriş sayfasına.. (mesela biyografisindeki ikinci resim için ölünmese bile, bayılınmasa bile derinden bir ah çekilebilir. Bir de tabii Ute Lemper’i tam da bu noktada anmazsak olmaz.)

Bone – Lise

Gizlice sevdiğiniz (siz gizli olduğunu sanıyorsunuz ama herkes, özellikle de “o” biliyor ama sizi benzer şekilde değil, sadece arkadaş olarak (link değil, boşuna getirmeyin imleci: arkadaşlık öyle linkle olmaz.) sevdiğinden ötürü bilmezlikten geliyor ve hiçbir zaman açılmamanızı umut ediyor. Ne diyorduk?) Gizlice sevdiğiniz kişinin, birlikte vakit geçirmekten hoşlandığı bir başka kişi varsa, o kişi aslında kötülerin aranızdaki casusu olsun, devil incarnate olsun, mutlaka sonunda aslında korkunç bir yaratık olduğu ortaya çıksın (Lisedeyken (ortaokuldayken) hep öyleydi, değil mi?). Bone devam ediyor.