Bilbao, hâlâ aynı Bilbao. (ya da çantada keklik, çavdardaki tutucu)

Pazartesi geldiğim Bilbao’dan yarın sabah ayrılıyorum. Gene yoğun bir çalışma programı içerisinde, kola-süt-puro diyetinde geceli gündüzlü kod yazdım. Bu sefer, geçen seferki gelişimin aksine net bir hedef olmasa da, epey yol kat ettik.

Okumaya devam et “Bilbao, hâlâ aynı Bilbao. (ya da çantada keklik, çavdardaki tutucu)”

Do you know where you’re going to…

İki hafta önce Nergis Hanım’la, Locke & Key’e başlayalım dedik (ben tam başlamıştım, o da ilgilenip izlemeye koyuldu), ilginç geldi ama bu zamanda kimde öyle o kadar bölümü izleyecek zaman! İlk bölümü izlediğimizle kaldık. Sonra geçen hafta tekrardan canım çekince aklımı kullanıp, çizgi-romanlarını binge-read yapıverdim (artık her ne demekse).

Locke & Key #4 : Keys to the Kingdom

Okumaya devam et “Do you know where you’re going to…”

Kış…

…When you gonna make up your mind
When you gonna love you as much as I do…
(Tori Amos, Winter)

Vaktiyle kıştan T.S. Eliot eliyle yakınmıştım, bu aralar yine kış, yine kış, yine kış… Dün sabah (kuşluk vakti) Ece’yi servise bindirdim, hiçbir şey yoktu ama yarım saat sonra ben çıktığımda bembeyaz, karlar altında bir Ankara karşıma çıkıverdi!

Sevgili Düşes’e gelsin: o ki beni bu sabah “Di quella pira” ile kurtardı! 8)

Okumaya devam et “Kış…”

Bu sabah, yağmur var Bilbao’da…

(Sanki hangi sabah yok ki? 8)

Merhabalar! Pazartesiden beridir yavru vatan Bilbo’dayım. Nihayet geçen sene aldığımız calvin & hobbes’u, emektar cowboy & bebop’un yerine hizmete koyduk. Bilgisayarlar yaşlanıyor (bugün husniya’yı ofisten sunucu odasına taşırken üstündeki etiketten 11 yaşına merdiven dayadığını görüp duygulandım ama biz de aynı kalmıyoruz sonuçta… Gerçi biz biraz daha aynı kalıyoruz zira ben bilgisayar olsam cowboy & bebop’da çalışan kodları mırın kırın etmeden çalıştırırdım ama calvin & hobbes öyle mi, bir dolu uğraştırdılar bizi adaptasyonla).

Bu kıştaki krallığım!.. (bu yazki versiyonu için bkz.)

Bilbao’yu salı akşamı biraz dolaştım, onun dışında üni’den otele, otelden üni’ye, zaten çoğu gece epey geç vakte kadar bilgisayar başındaydım, çok şükür işler yolunda gitti (işler yolunda gidince de insan endişe ediyor “too good to be true”, hede hödö filan). Turron zamanının bir başka güzelliği oluyor, 5 kutu aldım, 2-3 kutu daha alırım herhalde gitmeden. Eski alışkanlıklar, rutin Vegafina tüketimim, o departmanlarda pek bir değişiklik yok anlayacağınız. Bu seneki yılbaşı süsleri de geçen senekiyle hemen hemen aynı, hatta 10 yıl öncekiyle de karşılaştır deseniz, yine de pek bir fark bulamam (gerçi o sene Nestle Vermeer’in Sütçü Kız’ını reklamlarda kullanmıştı da, ayağımın tozuyla geldiğim Bilbao beni gayet şık bir şekilde Delft’ten tabloyla karşılamıştı Gran Via’daki her bir billboard’da 8)

Bilbo, Aralık 2019

Okumaya devam et “Bu sabah, yağmur var Bilbao’da…”

if you’re out on the road, feelin’ lonely and so cold — all you have to do is call my name…

Bir süredir ailecek ve deliler gibi, Gilmore Girls izliyoruz (3. sezonun ortalarında bir yerdeyiz). Vaktiyle, tâ CNBC-e zamanında yayınlarlardı da, denk gelirsem, sonrasında Düşes’e takılmak için izlerdim (laf aramızda Düşes deruni bir tutkuyla bağlıdır). Ece ile Bengü’ye de belirttiğim üzere, bir Bera’yla Cure dinlediği için çok dalga geçip de sonrasında avid bir Cure hayranı olmuşluğum vardır; bir de işte Düşes ve GG hakkında…  Okumaya devam et “if you’re out on the road, feelin’ lonely and so cold — all you have to do is call my name…”