Bilbao’dayım, takılıyorum / Doğru değil, seni düşünüyorum…

Sonradan ön not: günlük bulamayınca mecburen buraya yazdım, direkt pas geçebilirsiniz, sadece benim tanıdığım kişiler hakkında, sizlere hitap eden çok bir şey yok bu sefer…

Bu seneki “akademik vazifemi” yapmak için, geçen çarşamba geldiğim Bilbao’dan bir aksilik olmazsa yarın Ankara Ankara güzel Ankara’ya dönüyorum. Genelde ayrılığa dayanma sınırım iki hafta; bu sene birer haftalık, iki kısa ziyaret yapayım dedim, iyi ki de öyle demişim zira yalnızlık zor, sokaklar çıkmaz. Bilbao’da rutin solo düzenime geçtim: gece 2.5 – 3’e kadar kola/puro/süt/çay eşliğinde çalışma, sabah 8’de kendiliğinden uyanış, 10 gibi bölüme varış (yazları otobüsler daha seyrek çalışıyor, o yüzden 8:45 otobüsüne kasmak yerine, 9:15 otobüsüne biniyorum), çalışış çalışış, 6 gibi çıkış, biraz dolaşış (çok zorlama oldu), misafirhaneye dönüş, wash, rinse, repeat... Önceki gelişlerimin aksine bu gelişimdeki çalışma içeriği neredeyse solo idi: geçen sene bu zamanlar baştan yazdığım programın makalesini yazmaya başladım, an itibarı ile free takılıyor, aklıma ne gelirse yazıyorum, 2/3’ü bitti, sonuçlarsız 20, sonuçlarlı 27 sayfa oldu, takmıyorum kafaya, hele bir bitsin, budarız kızılcık, ne çıkar?

Okumaya devam et “Bilbao’dayım, takılıyorum / Doğru değil, seni düşünüyorum…”

Oh man, wonder if he’ll ever know / He’s in the best selling show…

Yayınımıza bu noktada ara verip, az evvel bize ulaşan haberleri paylaşmak istiyoruz…

1. Top Gun Maverick

Top Gun çıktığında (1986) ben ilkokuldaydım. Kelly McGills!.. Birkaç sene sonra Topkapı’dan babamla Walkmen’imi aldığımızda ilk aldığım kasetti , hala daha o albümü dinlerim ara ara. Yani bir yerde bu kadar heyecanlanmamam lazım ama yine de tanıtımını izlerken tema ağır ağır çalmaya başlayınca coşkuya geldim. 30+ sene olmuş! (33!) ben 40+ yaşıma geldim, Tom Cruise benden genç (çünkü Tom Cruise CGI (bkz. JLB, Esse est percipi, İngilizce / İspanyolca / Türkçe (adaptasyon)).

You never close your eyes anymore when I kiss your lips
And there’s no tenderness like before in your fingertips
You’re trying hard not to show it
But baby, baby I know it
You lost that lovin’ feelin’
Whoa, that lovin’ feelin’
You lost that lovin’ feelin’
Now it’s gone, gone, gone, woh!..

2. HBO Watchmen

Bu sefer olmuş, heyecanla bekliyorum, çıkışta buluşalım.

Knock knock! / Who’s there? / WatchingTheWatchmen / Who’s WatchingTheWatchmen? (biraz büktüm espri formatını, mazur görün artık..) / I’m watching the Watchmen.

I’m not half the man I used to be…

Bir önceki girişi yazdıktan kısa bir süre sonra, Yesterday‘i izlemeye gittik, yazması bugüne kaldı (bugün: 13 gün sonrası), ne gam, yazarız elbet. Düşes’e ilgili giriş üzerinden yorumuna cevap yazacaktım ama baktım yazacak şeyler çoğalıyor, yeni bir giriş açayım dedim: burada yazacaklarımın bir kısmını halihazırda kendisi ile WhatsApp üzerinden konuşmuşluğumuz olduğundan, ona bazı bazı ikinci baskı, parçalı bulutlu gelecek haliyle, ama yapacak bir şey yok – kamunun öğrenme hakkı blah blah… 8P)

Okumaya devam et “I’m not half the man I used to be…”

Bir Hobbit’in Güncesi: Oradaydım… Hala buradayım.

İnsan -niyeyse- 40 yaşa önem veriyor. Bu satırların yazarı yours truly bile bir güzelleme/değerlendirme/ahkam yazısı çekmişti vaktiyle (orada Gürer’e kapak olsun mahiyetinde attığım yorum DEVO’nun – Whip It’i çıktı bu arada, iyi mi! Hayatımız self referans, self reverans, reviendra…). Halbuki 40 geçip gitmişti pek öyle dramaya yer vermeden. 42 farklı çıktı. Bunda tabii ki soğuk, kayıpla geçen baharın (bahar demeye dil varmaz) etkisi var. 40 yaşımda yaptığımı sandığım muhasebeyi 42 yaşımın ertesinde yapar buldum kendimi. Okumaya devam et “Bir Hobbit’in Güncesi: Oradaydım… Hala buradayım.”

müzik, müzik, müzik… (ve onlarca bağlantı)

Bugün RHCP Anthony Kiedis’in 2002’de gerçekleşen Talking Heads’in Rock and Roll Hall of Fame’e kabul edilmelerinden önce yaptığı davet konuşmasını izledim. Konuşmasına o günün daha öncesinde yapılan Ramones’in takdimini gerçekleştiren Eddie Vedder’ı iğnemelerle başlıyor (ama hakikaten de Eddie, o da neydi öyle yahu! Biz seni hep Ramones’in 96’daki veda performansında pinhead olarak sahne alışınla hatırlayalım pls!). Bu videoya Tina Weymouth videolarını (çok güzel bir örnek olarak, bkz. Connecticut Women’s Hall of Fame – Tine Weymouth Tribute) izlerken ulaşmış idim. Kiedis, Talking Heads’den bahsederken, onların hayatında ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu, 77’de onları ilk defa Psycho Killer ile dinlediğinde nasıl da çarpıldığından yola çıkıyor. “Smart kind of cool”. David Byrne de bunu diyordu zaten: “dans edilebilir entel bir müzik yapma hedefimiz vardı” mealinde. (Ayrıca, ortalara dönersek, Dee Dee kırgın, John her zamanki bönlüğünde, Marky hemen her zaman olduğu gibi ortalığı toplamaya çalışıyor; Just Heads çok uzun bir zamandır David Byrne’e küsler).

John Strummer, Jarmusch’un Mystery Train’inde Elvis kılığında çıkıyor.

Remember to kick it over / No one will guide you, Armagideon time

Okumaya devam et “müzik, müzik, müzik… (ve onlarca bağlantı)”