Dead man walking.

SeNe 1999, EMre sururi in NGC 1637, kucuk prens ziyaretinde.Bundan yıllar önce (yıllar dediysem, 10+ yıl, şaka değil yani), girdiğim bir laylaylayın ertesinde, pek çok şeyi yadsıyıp, artık insan ne kadar sünger çekebiliyorsa o kadar çekip, artık o yaşlarda ne kadar münzevi olunabiliyorsa, o kadar münzevi bir hayatı yaşamaya başlamıştım. Doğu Almanya’nın değil de, SSCB’nin yıkılışını andırır bir şey olmuştu benim cephemde: hani Gorbaçov olmasaydı da eninde sonunda dağılacaktı (1), sonra da suyu çıktı iyiden iyiye, ortaya çıkan şey öncekinin o kadar anti bir şeyi haline geldi ki (tabii ki Putin değil, Yeltsin yıllarından bahsediyorum), öncekinin azameti de payını aldı bundan, yıprandı bitti gitti, hiç olmamış gibi bile değil de, bir şaka gibi oldu (2). Tıpkı eskiden insanların uçtuğu bilgisinin, büyülerin, ejderlerin zamanımızda aldığı hal gibi.

Bundan yıllar önce, işte öylesi bir zamanda, bir hikaye yazmıştım o anki halet-i ruhiyemi anlatan. Bu hikayemin adı “Bir Ölünün Güncesinden” idi ve şimdi sonundaki twisti açıklayıp spoiler edecek olsam da, bir ölünün güncesini anlatıyordu. Şakayı (latifeyi) bir yana bırakacak olursak, gerçekten de ölmüş olduğunun ne kendisinin ne de çevresindekilerin farkına vardığı bir fizik profesörü hakkında idi hikaye. Hikayeyi okuyan biri, doğal olarak oradaki aforizmaları sistemin çürümüşlüğü, kokmuşluğu ile ilişkilendiriyordu, anlatıcı da onun bu şekilde düşünmesine zemin hazırlıyordu sürekli olarak sistemden şikayet ettikçe. Hikayenin benim açımdan sembolleri ise farklı idi: orada, benim yaşadığım değişim ve aslında artık eski ben olmasam da, beni tanıyanların bunu fark edemeyişlerinden dolayı eskiyi devam ettirmeye çalışmalarıyla daha da karmaşıklaşan yaşamımı anlatmaktaydım (böyle yazınca fıkra açıklamaktan bile beter oldu, özür dilerim. Merak eden varsa http://www.emresururi.com/page.php?page=docs adresinden gerek bu hikayeye, gerekse diğer birkaç seçtiğim hikayeye ulaşabilir).

Geçen aylardan birinde, Charlie Kaufmann’ın Synechdoche, New York‘unu izledim. Filmi izleyip, hayran kaldıktan sonra, oraya buraya baktım kim neler demiş, neler görmüş diye de, link linki açtı, Cotard’ın Sendromu (Cotard’s Syndrome) diye adlandırılagelen, nam-ı diğer “Yürüyen Ceset Sendromu”ndan (Walking Corpse Syndrome) haberim olageldi. E bu kadar girişten sonra, bariz olan açıklamayı yapmayayım müsadenizle ama ne kadar tanıdık ve bir o kadar da sıradışı!

Eğer bir insan, aklını yitirdiğinden şüphe duyabiliyorsa (standart misalim, Solaris), pekala hayatını yitirmiş olabileceğinden de şüphe edebilir, etmelidir. Sadece kendisinin gerçek, diğer her şeyin algısının üretimi olduğunu düşünen insanlar nasıl varsa, diğer her şeyin gerçek fakat kendisinin sahte olduğunu da düşünen birileri çıkmalıdır. Sadece Descartes yetmez (Ze Weld is geen enough.). Ama bu başka bir hikayenin (“Dünyanın En Güzel Şems’i”) konusu. Adım Emre, soyadım Sururi, yıllarca beni böyle bildiniz, Emre Sururi’den reklamları izlediniz.


[Resmi aparttığım kaymak: AOÇ Dondurmaları Tesisi, K. Maraş]

Yılın Listesi: Müzik

Geçen yıla Le Tıgre gelip damgasını vurmuştu. Bu yıla da Selma’nın tavsiyesiyle Ting Tings ile sıkı bir giriş yaptık. Dakika bir gol bir derken, sevgili Georgina’dan da bir sürü güzel grup öğrendim, feyz aldım. Bana doğum günü hediyem olarak gönderdiği liste ahanda şekil A’dadır:

            INDIE            Anthony and the Johnsons            Hope there is someone
            INDIE            Band of Horses            the funeral
            INDIE            Band of Horses            Is there a ghost
            INDIE            Band of Horses            No one is gonna love you (like I do)
            INDIE            Bat for Lashes            Horse and I
            INDIE            Beirut            Cherbourg
            INDIE            Blitzen Trapper            Furr
            INDIE            Camera Obscura            French Navy
            INDIE            Cat Power            Maybe Not
            INDIE            Cat Power            Crossbone style
            INDIE            Cat Power            The Greatest
            INDIE            Cat Power            He War
            INDIE            Death Cab for Cutie            I will follow you into the dark
            INDIE            Death Cab for Cutie            I will posses your heart
            INDIE            Doves            Kingdom of Rust
            INDIE            Elbow            forget myself
            INDIE            Frou Frou            Let Go
            INDIE            Great Lake Swimmers            I am part of a large family
            INDIE            Great Lake Swimmers            Your rocky spine
            INDIE            Iron and wine            boy with a coin
            INDIE            Jeny Lewis            Acid Tongue
            INDIE            Joze Gonzalez            Heartbeats (originally by The Knife)
            INDIE            Joze Gonzalez            Crosses
            INDIE            Regina Spektor            Fidelity
            INDIE            Regina Spektor            Samson
            INDIE            Rogue Wave            Chicago x12
            INDIE            Rogue Wave            Lake Michigan
            INDIE            Sun Kil Moon            Ocean Breathes Salty (originally by Modest Mouse)
            INDIE            The Postal Service            DC Sleeps Tonight
            INDIE            The Postal Service            Such Great Heights (Iron and Wine have done a nice cover of this song)
            INDIE            The Shins            New Slang
            INDIE            The Shins            Phantom Limb
            INDIE            Tori Amos            These precious things
            INDIE            Tori Amos            Caught a lite sneeze
            ALTERNATIVE            Arcade Fire            Neighbourhood #3
            ALTERNATIVE            Arcade Fire            Rebellion
            ALTERNATIVE            Architecture in Helsinki            Heart it Races
            ALTERNATIVE            Cage the Elephant            Tiny Little Robots
            ALTERNATIVE            Cage the Elephant            Ain't no rest for the wicked
            ALTERNATIVE            Clap your hands and say yeah!            In this home on ice
            ALTERNATIVE            Clap your hands and say yeah!            the skin of my yellow country teeth
            ALTERNATIVE            Clap your hands and say yeah!            is this love
            ALTERNATIVE            Cold War Kids            Something is not right with me
            ALTERNATIVE            Cold War Kids            Hang me up to dry
            ALTERNATIVE            Dresdon Dolls            Coin Operated boy
            ALTERNATIVE            Dresdon Dolls            Sing
            ALTERNATIVE            Editors            Racing Rats
            ALTERNATIVE            Editors            French Disko (originally by Stereolab)
            ALTERNATIVE            Editors            Bullets
            ALTERNATIVE            Gossip            Standing in the way of Control
            ALTERNATIVE            Gossip            Your mangled heart
            ALTERNATIVE            Great Northern            Houses
            ALTERNATIVE            Interpol            Obsticle No 1
            ALTERNATIVE            Interpol            Specialist
            ALTERNATIVE            Klaxons            Isle of Her
            ALTERNATIVE            Lady Dottie and the Diamonds            I ain't mad at ya
            ALTERNATIVE            Ladytron            Destroy Everything you touch
            ALTERNATIVE            Le Tigre            Deceptathon
            ALTERNATIVE            Le Tigre            TKO
            ALTERNATIVE            Mew            Special
            ALTERNATIVE            Modest Mouse            Float On
            ALTERNATIVE            Modest Mouse            Ocean Breathes Salty
            ALTERNATIVE            Puressence            I suppose
            ALTERNATIVE            Puressence            India
            ALTERNATIVE            Rilo Kiley            Silver Linning
            ALTERNATIVE            Ryan Adams and the Cardigens            Magick
            ALTERNATIVE            Shiny Toy Guns            Richochet
            ALTERNATIVE            Shiny Toy Guns            Le Disco
            ALTERNATIVE            Silversun Pickups            Well thought out twinkles
            ALTERNATIVE            Silversun Pickups            Kissing Families
            ALTERNATIVE            Silversun Pickups            Panic Switch
            ALTERNATIVE            Sky Parade            High on Desire
            ALTERNATIVE            Sleater-Kinney            All hands on the bad one
            ALTERNATIVE            Sleater-Kinney            Entertain
            ALTERNATIVE            Sounds            No one Sleeps
            ALTERNATIVE            Spoon            Way we get by
            ALTERNATIVE            Tegan and Sara            Speak Slow
            ALTERNATIVE            Tegan and Sara            You wouldn't like me
            ALTERNATIVE            The Delays            Nearer than Heaven
            ALTERNATIVE            The Delays            Valentine
            ALTERNATIVE            The Duke Spirit            The Step and the Walk
            ALTERNATIVE            The GO! Team            Doing it right
            ALTERNATIVE            The Mars Volta            Since we've been wrong
            ALTERNATIVE            The Mars Volta            The Widow
            ALTERNATIVE            The New Pornographers            Myriad Harbour
            ALTERNATIVE            The New Pornographers            Mutiny, I promise you
            ALTERNATIVE            The New Pornographers            Sing Me Spanish Techno
            ALTERNATIVE            The New Pornographers            Use it
            ALTERNATIVE            The Rapture            Get myself into it
            ALTERNATIVE            The Rapture            Olio
            ALTERNATIVE            TV on the Radio            Dancing Choose
            ALTERNATIVE            TV on the Radio            New Health Rock
            ALTERNATIVE            TV on the Radio            Wolf Like Me
            ALTERNATIVE            We are Scientists            After Hours
            ALTERNATIVE            We are Scientists            Nobody Move
            ALTERNATIVE            We are Scientists            The Great Escape
            AAM            Disturbed            Down with the Sickness
            AAM            Disturbed            Prayer
            AAM            Disturbed            Remember
            AAM            Drowning Pool            37 Stiches
            AAM            Drowning Pool            Tear Away
            AAM            Korn            Get the Life
            AAM            Korn            Freak on a Leash (ft Amy Lee)
            AAM            Mudvayne            Death Blooms
            AAM            Mudvayne            World So Cold
            AAM            Mushroomhead            Sun doesn’t rise
            AAM            Scars on Broadway            They Say
            AAM            Static-X            Destroyer
            AAM            System of a Down            Chop Suey
            AAM            System of a Down            Lonely Day
            Amer Rock            12 stones            lie to me
            Amer Rock            Breaking Benjamin            Breath
            Amer Rock            Breaking Benjamin            Until the end
            Amer Rock            Dave Mathews Band            Crash into me
            Amer Rock            Dave Mathews Band            When the world ends (Paul Oakfield Remix)
            Amer Rock            Evans Blue            Beg
            Amer Rock            Evans Blue            Shine your Cadillac
            Amer Rock            Evans Blue            Cold
            Amer Rock            Fuel            Falls on Me
            Amer Rock            Rise Against            Re-education
            Amer Rock            Shinedown            What a Shame
            Amer Rock            Shinedown            Save Me
            Amer Rock            Slipknot            Snuff
            Amer Rock            Staind            Epiphany
            Amer Rock            Staind            It's been a while
            Amer Rock            Staind            Outside
            Hard Rock            Godsmack            Awake
            Hard Rock            Godsmack            Running Blind
            Hard Rock            Nightwish            Ghost love score
            Hard Rock            Rage Against the Machine            Sleep now in the fire
            Hard Rock            Rage Against the Machine            Killing in the Name Of…
            Hard Rock            Rishloo            Pandora
            Hard Rock            Tool            Schism
            Hard Rock            Tool            Parabol
            Hard Rock            Tool            Everything from Tool is fantastic….
            Other Bands (Honourable Mentions):
            TOOL            
A Perfect Circle
Bjork
Nick Cave and the Bad Seeds
NIN
Pearl Jam
PJ Harvey
Radiohead
REM
Portishead
Massive Attack
90's Brit pop
90's Grunge
80's pop (yeah!)
Crowded House
etc….

“Honorable Mentions”daki arkadaşlarla haşır neşiriz zati yıllardır, o kadar da anjinsan değiliz yani fekat, ana liste beni bayağı bir süre memnun oldum, yeni yeni arkadaşlar edindim. Oradan dinledim ilk defa Camera Obscura’yı, vuruldum da vuruldum. Misal daha dün baştan seyretmeye başladığımız Scrubs’ın 113’ünün sonunda meğer The Shins – New Slang çalıyormuş, nereden bilirdim, bir kez gör dediler, görmez olaydım, nereden bilirdim. (yoğun istek üzerine devamını da yazayım: sevda bir kelepçe, vuruldu ellerime boş yere ağlamışım, nereden bilirdim…) Bakın bakın, the new pornographers da var tabii ben küçüğüm o zamanlar onu da bilmeyorum.

Ve sonra bir gün DANNNNNN dabanca geldi kafama: Neko Case nokta.
Duralım burada, birinciliği çoooooooook açık arayla Neko Case aldı göynümü.

Daha fazla yazmadan bitirsem nasıl olur – pek iyi olmasa da şüphesiz, başka türlü bu mesajı göreceğiniz yok: garibim kaç gündür böyle statik sayfalarda bekliyor ki statik sayfalar da ne dediğinizi duyar gibiyim (ki yalan).

Bir de iki-üç senedir süregiden 80ler ateşim hala sönmedi, aynı hararette devam ediyor, alın mesela size bir ingiliz, iki de avusturalyalı (Georgina’ya ithafen):
Nik Kershaw – The Riddle
Midnight Oil – Beds are burning
DAAS – Throw Your Arms Around Me (Tabii ki bir başka Avustralyalı grubun, Hunters & Collectors’ın şarkısının cover’ı. Eğer biraz vaktiniz varsa, bir bakınız Allasen şu Doug Anthony All Stars kimmiş, nasıl yani ney?!?miş… yaa… ben de bu sene öğrendim neymişler, öğrenmenin yaşı yok)
veeee yılın musiki anektodu:
Gürerlerde oturuyoruz (biz bir gün İstanbul’daykene), Eki de orada, oturuyoruz, hoş-beş müzikalite filan falan. Burada bir mola verip, sevgili eşimle uçlarda uyuşmayan müzik zevkimizden bahsetmeliyim: ben mesela NINchneylz severim, o ona müzik değil gürültü der, ben X-legged Sally severim, o onlara “sirk müziği” der, ben eğer çalmaya başlarsam başka odaya gider (ama garip bir şekilde Ramones & Blondie sever mesela, ikinciye bayılır hatta). Dönelim sadete: Bengü Neko Case’i de sever, Le Tigre’i de işte o gün oturuyoruz Damlanur und Gürer-sanlarda, konu benim lölö müzik zevkime geldi. Önce Eki yakındı, o tavsiyelediği Neko Case midir nedir ne tukaka (kaka’nın İspanyolcası da kaka bu arada) bir şeydir o deyu, sonra da Gürer ona katıldı, yaa, değil mi efendim, hele o LeTiger ne berrrrrrbatttt bir şeydi, işte bu da Nergis Hanım’ın kulaklarına küpe, bana anekdot oldu (benden dinleyince daha iyi oluyor, böyle yazınca olmadı 8P ).

Bu sene Bat for Lashes’ı da dinledim sık sık, ilk albümü olan “Fur and Gold”u – “Horse and I“ı ilgilenenlere tavsiye ederim tadımlık olarak. Sonrasında kızcağız iyice çiziyor benim için fazla bir ekzantrik bir kişilik oluyor ama ilk albüm iyi dediğim gibi (güven bana, ben ne yaptığımı biliyorum / Sledge Hammer oyyy oyyyy).

Dinlemeye iki-üç hafta önce başladıysam da, ne gam ne keder, bir de Florence and the Machine var, Lungs albümü, beni çarpışı açısından Neko Case vakasıyla kıyaslanabilir. Ve tahmin edebileceğiniz üzere (çok da umrunuzdaydı sanki ama yine de) bu da Georgina’nın vesilesiyle öğrendiğim bir şahanelik oldu.

Bu kadar soft gittikten sonra bu köşeyi canı gönülden okuduklarını bildiğim sadık trash tayfama da bir güzellik yapayım: Warbringer – Waking into nightmares. 2000li yıllarda da trash yapılabileceğinin en güzel ispatı. Tavsiye lol lol.

Kendimce efsanevi 80ler listemi de bir ara buralara bir yere koyayım, sevaba gireyim.. hatta bir dakika… buyrunuz. (yeri gelmişken, sevgili Dee, seni de, yanındaki patronu da çok seviyorum ben ya(w), iyi ki varsınız – işte arayıp sormasam da, bla bla, dünya bir yana siz bir yana). Evek, ben de biliyorum 90lar da var, 70ler de, Allah bilir 2000ler bile vardır (yok artık daha neler) ha ben yaptım oldu, müdür burada, ona konuş ve dahi istatistikçilere sor söylesin işte böyle splatter falan filan, estandard deviasyon (ispanyolca’da ‘sı’ diye bir ses olmadığı için, ancak başına ‘e’ ekleyerek söyleyebiliyorlar: “estrella (star)”, “esponje bob (sponge bob)”, “espiderrrman (spiderman)”, “escarlet johansson (oha ama gerçek)”).

blog bit artık ya da “arakçı ayıp sana!” (oh meyyynnn…).

Yılın Listesi: Kitaplar

soğuk havalarda sıcak dostunuz...1995 miydi, yoksa 1996 mıydı, 96’ydı herhalde, işte o yıla tuvalette ve kucağımda Serway’in Physics’i ile girmiştim, bilenler bilir (kitabı). Yani kırk yılın başı vakit bulmuşum da bilgisayarımın, blogumun başına geçmişim, hem de 3.5 ay evvel yazmam gereken bir girişe başlamışım da şimdi şu girişe bir bak(ınız)! Özür dilerim.

2009’a Stephen Fry’ın The Liar‘ıyla girmişim (Mehmet Aslantuğ’un oynadığı değil, o Reşat Nuri Güntekin’in (miydi?). Hatta orada bir de Ece Uslu vardı, ahh ah! Bu arada ben interneti sevmiyorum bazı zamanlarda.). Neyse, The Liar ilk kitap olmanın bütün erdemini ve kusurunu birlikte taşıyordu ama hiç de fena değildi. Aşırı gösteriş meraklısı olması ve hava atması, oyun yapacağım diye anlatıdan kopup gitmesi affedilir kusurlardı (ama Stephen Fry’ın hatrına, onu da söyleyin bilsin).

  • Şu günlerde Stephen Fry’ın The Liar’ını okumaktayım. Kitap bir anda canlandı (Dickens’ın Peter Flowerbuck mevzuu). Fena bir kitap değil yalnız şunu da itiraf etmek lazım: Stephen Fry’ın zekasıyla biraz zedelenmiş. Demek ki neymiş? Zeka gösterisi zorlama olunca (wave after wave) sıkıcı olabiliyor. 01/01/2009

Bu (o) sene okuduğum kitaplar arasında ilginç bir deneyimi pek sevgili Iris Murdoch‘ın favori kitaplarımdan olan The Sea, The Sea ile yaşadım. Hani derler ya işte “Bu kitap katman katman, her okuyuşta farklı bir şey bulacaksın”, hiç de öyle bir durum söz konusu olmadı ama işte eski bir dostla karşılaşmak, yakındaki bir kafeye gidip “seni en son gördüğümde intiharın eşiğindeydin, bir de şimdi bak, ne kadar toparlamışsın” diye hoşbeş etmek gibiydi. Nasıl sağ kaldığını anlayamayıp şaşırmak gibi bir şeydi. Hayatı hakkında genel bir gidişatı hatırlayıp da, yan öyküleri o söyledikçe anımsamak gibiydi, çok güzel bir şeydi..

  • Iris Murdoch’tan “The Sea, The Sea” (for the 2nd time) okumalarım yine devam ediyor, onu ilk okuduğumda nasıl sağ kalmışım, hem şaşıyor, hem de tebrik ediyorum kendimi (Jaws: The Revenge: This time it gets personal). 07/07/2009
  • The Sea, The Sea’yi 10 yıldan sonra, ikinci kez bitirdim. Yine çok etkileyici ama daha evvel buralarda bir yerlerde belirttiğim üzere, o seferki okuyuşumda nasıl sağ kaldığıma şaşmadım değil. 23/07/2009

Ağustosta tatil ve ziyaret için Türkiye’ye giderken yanıma aldığım 3 kitaptan ikisi Dürrenmatt’ın Ziyaret‘i ile, Thomas Mann’ın Venedikte Ölüm‘ü idi. Ziyaret’i sevgili Raymond önermişti ve Amazon’dan pek araştırma yapmadan ısmarlayıp da elime geçtiğinde tiyatro oyunu olması beni çok şaşırtmıştı. Gayet güzel, akıllı bir kitaptı.

  • Eser, çok iyi. “Her şey satın alınabilir” düsturunu, geçmişteki günahlar’ı vasıta ederek gözümüze gözümüze sokuyor. Benim gibi bir tiyatrosevmez’i bile etkileyen kesimlere sahipti. (…) Başladığı gibi bitti, zevkle okundu. Karakterlerin hiçbirinin saf ya da aptal olmadığı yapıtları seviyorum. 28/08/2009

Ve gelelim vurucu, öldürücü Venedik’te Ölüm’e. Gelmeyelim. Gelelim. Gelelim. Bendeki versiyon diğer altı hikaye ile birlikte bir derlemeydi. Daha siz ne olduğunu bile anlayamadan, Küçük Bay Friedemann ile tepenize çullanıyor, ve taa Tristan’a kadar (bu demek oluyor ki Soytarı, Kilise Yolu, Gladius Dei boyunca) size o diğerlerinin anlamayıp da sizin o üstün becerilerinizle kavradığınız şeylerin nasıl da değersiz olduğunu, bayağının hep kazanacağını, uzun vadeyi bırakın, kısa vadede bile böcekler arasında yet another bir böcek olduğunuzu kafanıza kakıyordu. Sonra sanırım o aralar Nobel’i alıyor Thomas Mann, ya da ekonomik olarak eli ekmek tutmaya başlıyor da bu sefer Tristan, Tonio Kröger ile Venedik’te Ölüm geliyor fatality olarak. İşte o zaman bildiğiniz her şeyin, öğrendiğiniz her metodun, edindiğiniz her ince zevkin aslında sizi diğer bütün her şeyin ve herkesin dışına attığını, çırpındıkça nasıl da daha battığınızı, acı çektiğinizin farkında olmanın ve dahası o acıyı analiz edebilme, kavrayabilme yeteneğinizin nasıl da acıyı pekiştirdiğini görüp, teslim bayrağını çekiyordunuz.

  • Hikayelere gelecek olursak: Dino Buzatti’nin Tatar Çölü adlı bir kitabı vardır. Kafkaesk bir kitap mıdır? Çok uzaktan bakınca belki ama bana kalırsa aralarındaki fark Hostel ile Elm Sokağı’ndaki Kabus’un aralarındaki farka benzer (niteliksel olarak değil tabii ki, niceliksel olarak). Kafka’da çözümsüzlük vardır, sebepsizlik vardır, bilmemenin ağırlığı vardır. Tatar Çölü ise Italo Calvino-vari bir güzellikte alır sizi, sıfırdan yetiştirir, bilmeniz gereken her şeyi anlatır, bir beklentiye sokar… (spoiler incoming)… sonrasında tek tek bütün hevesinizi, umudunuzu, yeşerttiğiniz her türlü şeyi kırar, tepetaklak, “çünkü ‘gerçek’ hayat da bazen böyle yapabilir, orada da böyle şeyler olabilir”den başka bir açıklama vermeden ve tam da bu yüzden hayli gerçekçi bir şekilde sizi -ve anlatısını- bitirir. Thomas Mann da işte hayatın bu anlamsızlığını anlatıyor. Hiçbir şeyin önemi olmadığını, o içten içe övündüğünüz kültürünüzün, entellektüalitenizin sadece sizi diğerlerinden nasıl da ayırmakta işe yarayıp, sizi iyice yalnızlığınıza ittiğini, ne yaparsanız yapın hiçbir zaman mutluluğa ulaşamayacağınızı, asla yetinemeyeceğinizi, o çok sevdiğiniz insanların sizin canınızı nasıl yakabildiklerini ve zaten sizin de onları sevme nedeninizin onların sizin canınızı yakabilecek insanlar olduğundan kaynaklandığını acımasızca anlatıyor. Sevdiğiniz insanın sizin sevdiğiniz şeyleri sevmesini bir yandan isteyip, bir yandan da tümüyle sizin istediğiniz gibi biri olunca şu anda sevdiğiniz kişi olmaktan uzaklaşacağının bilincini anlatıyor. Nasıl olup da, sizin o ince zevklerinize erişmemiş, yontulmamış, kaba ve kötücül insanların her zaman için en güzel şeylere sahip olduğunu, dahası siz kendinizin bu sayılan sıfatlardan ötürü üstün olmadığınızı, hatta daha müşkül bir durumda olduğunuzun ayırdına varsanız bile bunun evrenin umrunda olmadığını, hiçbir zaman o güzel şeylere sahip olamayacağınızı güzel güzel müjdeliyor. Sizin için çok özel bir önemi olan -mesela- şu taşı (hayatınızı ona borçluymuşsunuz diyelim) sevdiğiniz kişiye hediye ettiğinizde o taşın onun için eninde sonunda bir taş olarak kalacağını bilmeyi… Sanat bilincinin, sanattan en ince zevkleri almanın sizi sadece daha farklı yapması, başka da hiçbir işe yaramaması. Her şeyin boşluğu üzerineydi Thomas Mann’ın anlattığı. En sonunda, Soytarı’daki gibi bir kırılma yaşadığınızda da, bütün her şeyin ne kadar da boş olduğunu gördüğünüzde, kendi gözünüzdeki değerinizi sırf böylesi bir (üst?) noktaya erişebildiğiniz için yitirebildiğinizde, bunun nasıl diğer insanlara da hemen yansıyacağı da cabası. Sonuçta sadece diğer insanlar var ve Sartre’ın da -hayatımın şu noktasına gelmişken onayladığım tek lafı olan- “Cehennem diğer insanlardır” lafı hükümde. 28/08/2009

İşte sevgili Kâri, Thomas Mann, Death in Venice (and other stories) işbu sebeplerden ötürü bu yılın kitabı olarak 2009’a ve bu naçiz yazarınıza damgasını vurdu. Kitaptan etkilenip o sıralar hazır Türkiye’de olmanın fırsatından istifade edip, bulabildiğim bütün Schopenhauer’leri topladım (Aşk bilmemnesi haricindekileri), onlarla da yatıp kalktım, her söylediğine Schopenhauer’ın başımı salladım, onayımı verdim. Hala da veriyorum, ilgilenenlere duyurulur: Arthur Schopenhauer – okumayın, okutmayın! Sonra söylemedi demeyin, çıkışı yok bu yolun, Sartre demagog bir Polyanna kalıyor yanında.

Kasım ayında, Camera Obscura’nın müthiş albümünden yola çıkıp da haberdar olduğum C.S. Lewis’in A Grief Observed‘ü, yalnız başıma kat ededurduğum Delft-Amsterdam (İspanya Konsolosluğu) seferlerimde elimdeydi. Bütün zeka ve akla rağmen, iyi niyet, mutluluk ve umuda teslimiyetin ilginç bir örneğiydi. Bakayım listeye, kaç yıldız vermişim — 3 yıldızmış, helal-i hoş olsun..

Feed reader’ını yeni açanlar için:
Yılın Kitabı : Thomas Mann, Death in Venice and Other Stories

Yılın dandinilerine girmeyeceğim, istemiyorum çünkü. Bir de Bone var (bu, şu), fena değildi, güzel anları vardı ama ben biraz geç kalmışım anlaşılan…

(Ve/Ama yine de : Joe Hill – Heart Shaped Box; Connie Willis – The Doomsday Book; Frank Herbert – God Emperor of Dune ve dahi listeye bile almadığım, gelmiş geçmiş en kötü şey: Chris Ware – Jimmy Corrigan, the Smartest Kid on Earth). 8P 8P 8P 8PPPPPPPPPPP

Marutai no Onna (Woman in Witness Protection) (1997)

Japonya’dayken (çok Japonyel bir insanımdır ben), filmlerden konuşuyorken, hocam (kendisinin Japonya’da yasamışlığı ve Japonya’dan evlenmişliği vardır) bana Juzo Itami’den bahsetmişti – onun favori yönetmenlerinden biri olan bu şahsı da ben ilk defa orada ondan duymuştum. O gün not almışım 3 filmini:

    * Marusa no onna (Taxing Woman)
    * Ososhiki (The Funeral)
    * Sûpâ no onna (Supermarket Lady)

Evvelsi günü öyle grup içi, biz bize bir veda toplanması yaptık, sağolsun hocam bana halis Royal Delft Blue (Koninklijke Delftsblauw) çinisi hediye etti, hem de üzerinde son bir seneyi aşkın bir süredir iki adım ötemizdeki Doğu Kapısı’nın (Oostport) çizimi var! Neyse, işte oradayken bahis yine filmlerden açıldı, ben de Itami’nin filmlerini bulamadığımı söyleyince, 3 filmini verdi arşivinden: Bugün seyrettiğim Marutai no onna (Woman in Witness Protection); Marusa no onna 2 (A Taxing Woman 2)  ile Minbo no onna filmlerini. Anladığım kadarı ile hep aynı aktris ile çalışmış. Seviyorum böyle bir yönetmenin aynı kişilerle çalışmasını, tanıdıklık hissini arttırıyor. Kar Wai Wong – Tony Leung, Maggie Cheung; Aki Kaurismaki – Matti Pellonpaa, Kati Outinen; Akira Kurosawa – Toshiro Mifune (bu isme netten bakıp da yazdım, hatırlamam yani yolda karşılaşınca sorarsanız ama tanıyorum tabii sima olarak 8) – bir yönetmen daha yazacaktım yahu, kimdi kimdi, neyse.

Marusa no onna’nın konusuna değinelim (patron kapa gözünüö spoiler geliyor!): İşte meşhur bir aktris var, bu aktris bir gün tarikatların üzerine giden bir avukatın öldürülmesine şahit oluyor. Polis onu tanık olarak koruma programına alıyor, tarikat da onu tanıklıktan vazgeçirmek için baskı uyguluyor: önce köpeğini öldürüyorlar, para teklif ediyorlar, sevdiği adamdan ayırıyorlar, kamuoyundaki imajını zedeliyorlar, en sonunda onu öldürmeye teşebbüs ediyorlar. Onlar bunu yaparken, polis de iyi niyetle onu korumaya çalışıyor ama tabii ki bu kötülüklere verebilecekleri eşdeğer bir karşılık yok. Bütün bunlar olduktan sonra, bir noktada şahitlikten vaz geçmeyi düşünmeye başlıyor da, polis onu uyarıyor – “vaz geçersen cezası var” diye, bu da şaşkına dönüyor, zaten korkmuş, soruyor cezanın niteliğini de para cezası olduğunu öğrenince gülme krizine tutuluyor…

Ben böyle yazınca çok ciddi bir film gibi durdu ama değil, bol bol güldüğüm sahneler oldu, zaten başka türlü de insan dayanamaz böyle bir konuya. Sonuçta çok gerçekçi ve bir o kadar da tanıdıktı. Kötülerin imkanlarını sonuna kadar kullanabildiği, her zaman kazandığı – haklının ve doğrunun ezildiği, acı çektiği ve suçlanan durumuna düştüğü bir güzel dünya. Ben Schopenhauer okuyorum, şerbetliyim bu türden şeyler duymaya… Amca dememiş miydi ki:

Bir insanın hayata daha adım atar atmaz kendisini içinde bulduğu maskeli balodan haberdar edilmesi çok önemlidir. Aksi halde karşılaştığında anlayamayacağı ve tahammül edemeyeceği, hatta şaşkınlıktan donup kalacağı birçok şey vardır; ve aslında en uzun ömürlü olanlar onlar olacaktır. Alçaklığın gördüğü himaye, erdemin çektiği aldırmazlık, hakikate ve büyük yeteneklere tahammülsüzlük hatta garazkârlık, bilim adamlarının kendi sahasındaki cehaleti, halis mamullerin neredeyse her zaman aşağılanması ve sadece sahtelerinin baş tacı edilmesi böyle bir şeydir sözgelimi.

O yüzden gençler bu maskeli baloda elmaların balmumundan, çiçeklerin ipekten, balıkların mukavvadan yapılma ve istisnasız her şeyin oyun ve oyuncaktan ibaret olduğunu mutlaka öğrensinler. Birbirleriyle ciddi ciddi iş yapma azmi içerisindeki iki insandan birinin sahte mallar tedarik ettiğini, diğerinin de bunun karşılığında ona kalp paralar ödediğini onlara zamanında söylemek gerekir.

Hiç utanmadım, gittim kitabın arkasında yazanı bulacağımı bildiğimden internetten kopyala/yapıştır yaptım (ahanda buradan mesela). Şimdiden tiyo vereyim, Schopi bu senenin listelerinde yılın filozofu seçilecek (diğer adayları etik kurallarımız açısından gizli tutuyoruz – şimdilik 8). Eğer bu hayatınızda bir tek filozof okuyacaksanız, make it Schopenhauer – bu kadar doğru söze pes doğrusu denir (gerçek beyazlık). Kitapçıya gidince çekin elinizi öyle Aşkın Metafiziği’ymiş filandan, adam gibi bir kitabını alın, ileride ödevlerinizi bitirdikten sonra vaktini kalırsa kumsalda okursunuz Aşkın Metafiziği’ni de.

———–

Gene bir sürü bir sürü şeyler yazmıştım, bir dolu ahkamlar kesmiştim hatta inanmayacaksınız politik bile takılmıştım ama uçtu gitti bim bam bom (kulakların çınladı mı Disq’im benim lala bibim?). Bunu da -tabii ki- işaret olarak alıp, bir daha yazmaya kalkmayacağım. Onun yerine üç şarkıya değinmiştim, onları anacağım tekrardan, okkada.

– Rahmetli Dee Dee’ciğim ve “What can you do? With a brat like that on your back, what can you do?”
– Depeche Mode ve “Love, in itself”
– Morrissey Bey (Morrissey = Muhsin’in İngilizce’de söylenişi) ve şu.

Bir de ayrıyeten, aşkın ağzını burnunu kıran Schopi’nin en az iki kere dayanamayıp, izdivaca teşebbüs etmeleri ve bunun Thomas Mann’da yarattığı yüz kızarıklığından dem vurmuştum. Bir de benim bugün kendi kendime bulduğum:

Q: What is love? A: What isn’t? sufisel duosu sonucunda kendimi bizzat takdir edişim vardı uçup da politik olmayan şeyler arasında.

Bir de itiraf ediyorum: o Morrissey – Muhsin esprisini de yapmıştım uçan metnin içinde (ben), utanmadım, bir daha yaptım işte.


Sonradan bir edit (daha):
Ohhoooo, Itami üzerine bir araba dolusu laf yazmıştım (özenle Wikipedia’dan çevirmiştim kazı) esas onlar uçmuş ya. Itami mafya üzerine film yapınca (Minbo no Onna) mafya da onun üzerine çalışma yapmış (dövüp kesip biçmişler), halk da tepki göstermiş, polis de tepki göstermiş, gitmiş mafyanın üzerine iyice (mafya deyince bu kontekstte yakuzadan bahsediyor oluyoruz, repeat after me…). O olaydan 5 yıl sonra da Itami kendisinin yazdığı şüpheli bir not bırakarak intihar etmiş (yerseniz neden olmasın?) bu masal da burada bitmiş. (arada şu İyi ile Kötünün Bahçesinde Geceyarısı başlıklı girişime de bağlantı vermiştim, niyeyse 8P) Yani anlayacağın sevgili okur, ben galaksiyi kurtarmış idim ama uçtu gitti işte, ne yaparsın… Önümüzdeki maçlara bakacağız artık.

İmza: Sizi seven CTRL-A, CTRL-C kombo insanı Sururi.

seni sordum yalnızlara, seni sordum yıldızlara, yok dediler

ya da son bir buçuk saatimi ne şekilde geçirdiğime dair blog girişidir.

Efendim, aklımda hep şöyle bir replik vardı:

“Seni hiç affetmeyeceğim. Asla unutmayacağım. Unuttuğumu söylesem de, hatırlamıyormuşum gibi davransam da, hiçbir zaman unutmayacağım, hiçbir zaman affetmeyeceğim…”

Favori vecizelerimden olan Hell hath no fury lıke a woman scorned ile birlikte müthiş bir ikili oluşturan bu yukarıda alıntıladığım duygu patlamasını nereden bildiğimi araştırmaya koyulmuştum da (ontolojik sorunsal), işte oralarda yedim bitirdim 1.5 saati (yazması kolay). Bu arada, paragrafın başındaki alıntının da Shakespeare’den değil de, Heaven has no rage like love to hatred turned/ Nor hell a fury like a woman scorned. şekliyle William Congreve’e ait olduğunu öğreneli de herhalde bir iki sene olmuştur, yeri gelmişken belirteyim.

Neyse, çıktık Google seferimize, filmler arasında gezinedurduk, bulamadık. Bir ara Rüzgar Gibi Geçti’den heveslendik, boş çıktı. Harcayacak vakti olanlar, google’da “I’ll never forgıve you”yu “movie”, “quote” ve daha başka çeşit yeşilliklerle süsleyerek aratabilirler.

Sonra aklıma bir “acaba?” düştü. Bu sefer “I will never forgive you” yazıp, yanına da Iris Murdoch’cığımın adını iliştirdim ve voila! İlk olarak The Sea, The Sea yakalandıysa da radara, biraz rafineyşın ile müsebbip bulundu efendim – The Sea x2 ile birlikte favori kitaplarımdan olan The Black Prince (bunu da okuyalı 9 sene olmuş, yaz bunları sen Sururi Efendi!)

‘I shall never forgive him. Be my witness now. I shall never forgive him. Never, never, never. Not if he were to kneel at my feet for twenty years. A woman does not forgive this ever. She won’t save a man at the end. If he were drowning, I’d watch.

(…)

‘And I won’t forgive you either for having seen me like this with my face bruised to pieces and heard me talk horridly like this. I’ll smile at you again but I won’t forgive you in my heart.’

Daha evvel de söylendiği üzere, Cehennemde bile hor görülmüş bir kadının gazabına benzer bir gazap yoktur, ladies and gentlemen! And Dame Murdoch, at her best! Bravo! Bravo! (If you’re scorned and you know it, clap your hands!)